Hatice İntaç yazdı… “Masumiyetin Düşmanıdır Yalan”

Hatice İntaç yazdı… “Masumiyetin Düşmanıdır Yalan”

Zaman çok çabuk geçiyor ve geçerken de her şeyi değiştiriyor. Karşısında durmak ve ona direnmek adeta imkânsız… Bu değişim, yeni nesilleri eski değerlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi bilmekten yoksun bırakırken; zaman tünelinde yorgun düşmüşleri de bulanık anılara götürür. Yine de bazı anılar vardır ki, bulanık olmak bir yana günden daha berraktırlar.

Sonbahar aylarının sonuncusu olan Kasım ayının ortalarına ulaşmamıza rağmen adada, hava sıcaklıklarında hissedilen bir değişiklik olmamışsa da, takvim olarak yaz mevsimini bitirmiş sayılırız.  Geçen her mevsim geride, kendine ve insana dair anılar da bırakır.  Kendi bildiğinden şaşmayan mevsimler,  sıcağı, soğuğu, karı, kışı, bazen afetleriyle kendilerini hatırlatırken insan, o mevsimde yaşadıklarını belleğinin hatıra defterine kaydeder ve yeri geldiğinde o defterin sayfalarını yeniden açar.

Geçtiğimiz bu yazda da, kişisel olarak değişik olaylar yaşamış olsak bile toplumsal olarak çoğumuz ülkedeki pahalılıktan, eğitimdeki aksaklıklardan, çaresi bulunmayan elektrik sorunlarından, yerli nüfus günden güne azalırken sayısı bilinmeyen yabancıların ülkeye doluşmasından ve buna bağlı olarak çoğalan adli olayların güvenlik ve huzuru yok etmesinden ve daha nice olumsuzluklardan dolayı hafızamıza pek de parlak şeyler kaydetmiş sayılmayız ki bu durum da, insan psikolojisine hiç de iyi gelmediği gibi bazen karakter ve kişilik değişimlerine de yol açar.  Bu değişim bazen öyle boyutlara varır ki yıllardır tanıdığımız insanların artık eskisi gibi olmadığını;  olaylar karşısında gösterdikleri tepkilerden,  davranışlarındaki tutarsızlıktan, karşısındakini dinleyip anlamadan geçirdikleri öfke nöbetlerinden, önceleri yalandan nefret ederken artık hangi sözü doğru, hangisi yanlış diye ayırtına varmadığımızdan anlıyoruz. 

                                                         ******

Ünlü düşünür Nietzsche  “Ağız yalan söylese bile görünüşü doğru söyler” diyor. Belki onun yaşadığı dönemde bu kavram doğru olabilirdi çünkü o zamanlar insanlar saftı ve kendilerini ağızlarının aldığı şekille ele verebiliyorlardı. Şimdilerde o kadar uzmanlaştı ki yalancılar belli ki ağızlarını da eğittiler. “gözler yalan söylemez”  denir bir de.. O da yalan!… Gözler de alıştı artık söylenen yalanı savunmaya.  Düşünüyorum da, acaba Nietzsche’nin döneminde insanlar bir ileri aşamaya geçemeyecek kadar temiz ve masum muydular?

Masumiyet !.. Her gün biraz daha yitirdiğimiz bir olgu.. Gün geçtikçe yozlaşan dünyada, erdemlerini yitirmiş veya erdem sahibi olma şansına hiç nail olmamış insanlar arasında masumiyeti korumak mümkün müdür? Tam da şu anda Sezen Aksu’nun “ masum değiliz hiç birimiz” şarkısı dolandı kafamda..  Gerçekten de yetişkinler olarak hiç birimiz yeterince masum değiliz aslında. Masum olan sadece çocuklardır ki onlar da büyüdükçe,  ister istemez yitiriyorlar masumiyetlerini. Elbette ki insan yaşadığı dönemin şartlarına göre masumiyetinden kayıplar veriyor ama bunun da bir derecesi olmalı ve en azından aynaya baktığında kusurundan, hatasından dolayı başkasından utanmıyorsa bile kendinden utanmalı ve bundan sonra ayni hatayı bir daha yapmamaya karar vermelidir insan.  Ama nerde!.. Boşuna dememişler   “alışmış kudurmuştan beterdir” diye. 

Yalan söylemek bazılarına göre diğerlerinden daha masum bir davranış sayılsa da en az hırsızlık, tecavüz,  kara para aklama, uyuşturucu tacirliği hatta cinayet kadar çok kötü sonuçlara sebep olabilen kötü bir alışkanlık;  masumiyetin köküne kezzap suyu döken zilletlerden, hatta en kötülerinden biridir.

Dünyada kaç tip insan, daha doğrusu kaç karakter tipi var diye şaşırmamak mümkün değil ama yalanı bu kadar abartanların çokluğu, nasıl bir dünyada yaşadığımızı seriyor gözler önüne. Hayatımda çok yalancı tanıdım da; kendime olan saygımı yitirmemek adına birkaç zararsız yalan dışında yalandan hep kaçındım. İnsanın kendini kandırmasından başka neye yarar ki yalan?.. Kendine saygısı olmayan, kendine güvenmeyen insanların tevessül edeceği, bir kurtuluş yolu gibi gördükleri; aslında kurtuluş yolu olmak bir yana çamura bulandıkları ve hep kirli dolaştıkları kötü bir yoldur yalan. Bu yüzden ister karakter bozukluğu, ister hastalık; sebebi ne olursa olsun yalancılar şunu bilmelidirler ki karşılarındakini söyledikleri yalana inandırsalar da aslında onlar kendi kendilerini aldatırlar. Gün gelip yalancı oldukları anlaşılınca söyledikleri doğrulara bile kimse inanmadığı için de  “yalancı çoban” hikâyesindeki gibi yalanlarının kurbanı olurlar.