Hatice İntaç yazdı.. Mevsim Sonbahar   

Hatice İntaç yazdı.. Mevsim Sonbahar   

Akşamın alaca rengi gecenin karanlığına yol alırken; radyonun klasik müzik kanalından yayılan eski bir şarkıyla düştüm geçmişin sisli yollarına. O günlerden bu günlere zaman mı geçti, biz mi geçtik,birlikte mi geçtik?. Nasıl geçtikse geçtik de ille ki anılarımızı da peşimizden sürükleyerek geçtik. Belki de ulaştığımız yerin, zamanın ve yaşanan olumsuzlukların hoşnutsuzluğudur anılarımızla avunmamızın en büyük müsebbibi…Kim bilir?..

                                                                 *******

Uzun süren kavurucu bir yazdan sonra nihayet Sonbahara ulaştık. Bu mevsime ait aylar her ne kadar takvim olarak Eylül, Ekim ve Kasımsa da, biz adalılar olarak Sonbaharı kısacık da olsa ancak Kasım ayında yaşarız. Eylülle Ekim yaza ulanmıştır buralarda. Hatta adada dört mevsim değil de yazla kış diye iki mevsim var desek yanlış olmaz. Bizde baharlar kaşla göz arasında biter. Kendimizi aniden ya yazda ya da kışta buluruz. Baharlık kıyafetlerimizi giyecek kadar bile zaman tanımaz ne İlkbahar ne de Sonbahar.

Yılın en güzel dönemleri olan baharlar adada kısa süreli olsa da en çok beklenen ve özlenen mevsimlerdir her zaman. Doğa da mevsimlere ve iklimlere göre adeta kılık değiştirir. Sonbahar da doğanın çıplaklık hali, nü olma zamanı. Ağaçlar yapraklarını dökmeye başladılar bile. Mevsim ilerledikçe, hele rüzgârlar şiddetlendikçe daha da soyunacaklar. Göçmen kuşların çoğu sıcak diyarlara göçtüler bile. Geç kalanlarsa gidecekleri yere bir an önce ulaşmak için kafileler halinde gökyüzünde süzülüyorlar. Belli ki bunlar bulundukları yerden ayrılmak istemeyen son kuşlar.

                                                            *****

Hazan mevsimi diye de bilinen bu zaman dilimi, adı gibi bir hüzün mevsimi olarak bilinse de ben ona bir de hatırlayışlar ve anılar vasfını ekliyorum kendimce. Koyulaşan bulutların griye boyadığı gökyüzü, solgun güneş, cıvıltısı azalan kuşlar, çıplak kalmış ağaçlar, bahçelerde solan çiçekler, sessizleşen sokaklar yalnızlaşmayı da beraberinde getirir bu mevsimde. Kendi içine döner insan. Eski günlerin hatıralarına dalar. Hele de geçmişi uzun, geleceği kısa olanlar… Rüzgârda savrulup düşen; toprağı sarı, kızıl renkle döşeyen yapraklar onlara ömürlerinden eksilen yılları ve o yılların yaşanmışlıklarını hatırlatır. Acısıyla, tatlısıyla..

Değişen hayat koşulları, insanların hayat tarzlarındaki değişiklikler Sonbahar insanının içini daha da acıtır, onu daha da geçmişe götürür. Çünkü artık onun sevdiği klasik müzik ve şarkılar çalmıyor radyolarda. Arada bir tesadüfen yakalanan eski bir şarkı daha da depreştirir hatıralarını. Bir zamanlar dillerinden düşmeyen, şimdiyse zamanın tozlu arşivlerine kaldırılan o şarkılar, artık nadiren ulaşıyor kulaklara ve dudaklara. Ekranlardaki abuk sabuk programları benimseyemiyor; sanal dünyayla mecburen tanışsa da onunla bir türlü barışamıyor Sonbahar insanı. O, dünyanın bu günkü keşmekeşliğinden yorgun düşmüştür artık. Çocukluk ve gençlik yıllarının hatıralarına sarılıp onlarla huzur bulmaya çalışır. Ailesini, kaybettiklerini, eski dostlarını daha çok özler, onlarla geçirdiği zamanları arar. Üstüne üstlük bir de yeni neslin o güzelliklerden mahrum olmalarına da hayıflanır.

                                                                    *****

Okulların açılması ve yeni ders yılının başlaması da bu mevsimi diğerlerinden farklı kılan bir özellik… Emekli bir öğretmen olarak hayatımın en güzel dönemlerinden birini okullarda, öğrenciler arasında geçirdim diyebilirim. O zamanlar da sorunlar vardı elbet ama bu boyutlarda değildi. Sendikalar ve bakanlıklar arasındaki uzlaşmazlıklar kısa sürede çözüme kavuşurdu. Eylemler şimdiki gibi yılın her ayına yayılmaz, öğrencilerin eğitim hakkı ikide birde sekteye uğratılmazdı. Okulların açılma zamanı öğrenciler ve aileler bayrama hazırlanır gibi hazırlanırlar; coşku ile alışverişe çıkar ve okul için gerekli alışverişlerini yaparlardı. Eski öğrenciler arkadaşlarını yeniden görebilmenin sevinciyle, okula yeni başlayacak olanlar da heyecan ve merakla sabahı zor ederlerdi. Ya şimdi?... Okullar yetersiz. Olanların tamiratı bile yapılmamış, öğretmen atamaları yapılmamış, sınıflar yetersiz. Aileler çocuklarının okul ihtiyaçlarını karşılayacak maddi güçten yoksun, öğrencilerde eski coşku kalmamış. Hele tedrisatta (eğitim programı) yaptırılması plânlanan değişiklikler onları okuldan soğuyacak duruma getirmiş.

Oysa baskılarla yaptırılan her şey beraberinde başkaldırıyı da getirir. Bu yüzden henüz temizliğini ve saflığını yitirmemişleri bile isyana sürükler. Haksızlığa karşı isyan, bir yönden haklı bir eylemse de diğer yönden iyiliğe ve güzelliğe açık yüreklerin, güvensizlik ve inançsızlıkla karartılması demektir. Buna sebebiyet vermek en büyük kötülüktür. Bu dinde de ahlakta da böyledir. Dinde gönüllülük esastır. Kaldı ki dinle bilim birlikte ele alındığı zaman ancak inandırıcılığa ulaşır. Uzun zamandır KKTC okullarında Din derslerinin okutulması bir tartışma konusu yapılmış ve sonunda da empozelerle, hatta tehditlerle, ilgili bakanlığın bunu kabul etmesi sağlanmıştır. Oysa bilinmelidir ki gönüllülükle değil de baskılarla olan yaptırımlar ve bunların kişisel menfaatler uğruna kabul edilip uygulanması haklara bir tecavüz olduğu kadar günahların da en büyüklerindendir

  • *****.

Sonbahar diyorum… Mevsim diyorum… Yaprak dökümü diyorum.. Şiirler, şarkılar diyorum… Diyorum da, memleketin hallerinin etkisinden kurtulup da bir türlü mevsimin hakkını veremiyorum. Oysa en çok sevdiğim bu mevsime “hoş geldin” demek; serinleyen havayla biraz soluklanmak; içten gelmese de şarkılarla yeniden barışmak, şiirlerle avunmak istiyorum…