Yeni yasama yılında meclise önerge verilerek Petek Dinçöz, Ayşe Hatun Önal ve Demet Akalın tarzında sesi olmadığı için bedeni ile şarkı söyleyen tüm pop ikonlarına albüm yapma yasağı getirilebilir mi? Konusunun ivedilikle görüşülmesi gerektiğine inanmaktayım. Demet Hanım’ın tüm ısrarlara rağmen üreme hakkını kullanarak türünü sürdürmesi sonrası büyük Türk düşünürü Nihat Doğan’ın da bunu yapma riskinin mevcudiyeti karşısındaki kaygılarımı, uykusuz geçen gecelerimi anlatsam yüreğiniz kaldırmazdı ama oralara girmeyeceğim. Size çok faşist bir tutum gelebilir ama ben yine de Sezen Aksu şarkılarının başkaları tarafından yeniden yorumlanmasına da bir ölçüt getirilmesi veya yasaklanmasının gerekliliğini sonuna kadar savunuyorum. Emre Altuğ’a karın yağlarını eritene kadar soyunarak resim vermemesini ayrıca Hande Yener’e Lady Gaga dinlememesi ve kendi olması gerektiğini lütfen biri öğütlesin. Ne kadar isterdim ki sığ, düşünmemize gerek bırakmayacak renkli konulardan konuşalım. Korkunç bir estetik faşizmini ve tüketim kültürünü içerisinde barındıran popüler kültüre ilişkin paylaşımlarda bulunarak birbirimize methiyeler düzelim. Hakim olamadığımız ve makyajlamaya çalıştığımız ana dilde karşılığı olmasına rağmen “cover, dash board, like, ex aşkım, cousin, proud” gibi sakızlar yapıştıralım mutluluğumuza. Şizofrenimizin kanıtı görünmez ulak Sebastian tüm söylemek istediklerimizi söylüyor zaten bir tanem benim. Bir tabure çek, yorulmuşuz. Görünür olmaya çalıştığımız kalabalığın da dinlenmeye ihtiyacı var. Alış verişe çıkıp uzak doğudaki çocukların diktiği timsah logolu yabanlıklardan alalım. Beğenirsen kedicik etiketli ayakkabıların veya çok zeki tasarımcıların isimlerinin baş harflerinin kazındığı çok pahalı çantaların müridi de oluruz.. Ne kadar kilo verdiğimiz veya almamız gerektiği günün gündeminde olsun. Zaten herkes bizim günde kaç metre yürüdüğümüzü merak eder dururdu hep. Ayrıca ne yediğimizi, içtiğimizi sofrası boş olanlar görmezse bir anlamı olur mu yer bildirimlerinin? Yazının başlarında ne diyor diye düşünmüş olabilirsiniz ancak şakası bir kenara aşırı uyaranlarla kör edilmiş bireyler olarak gündemi hemen tüketip bir diğerine geçiyor ya da çoğunlukla da kendi gündemimizi yaratıyor olmamıza dikkat çekmek istedim. 20 Kasım ve 8 Mart geldiğinde süslü konuşmalar yapacak olan siyasetçileri var olan kadın sığınma evini kapattıkları ve devletin sorumluluğu yokmuşçasına sinip kaldıkları için sorgulamayacak mıyız? Sorusu ile bir giriş okumak algılamak istemeyenler için pek çekici gelmeyecekti. Konu gündeme geldikten sonra sessiz sedasız geçiştirildi ve gündem değişerek ilgi odağı olmaktan uzaklaştı. İşin açıkçası kadının insan hakları için mücadele veren çoğu sivil toplum örgütü bile konuya sessiz kalmayı tercih etti veya haberleri olmadı. Mikrofon uzatıldığında açıldığı günden beri zor koşullarda hizmet veren derme çatma denilse bile bir çok kadının yaşam öyküsünde güzellikler yaratan kadın sığınma evine hiçbir destek vermeyen kadının insan haklarından bir haber siyasetçiler (Biri hariç kadın siyasiler de dahil olmak üzere..) konuyu yine cümle aralarına sıkıştırıp geçeceklerdir. Zira farklı bir durum yaşansaydı ve kalemlerini oynatmış olsalardı devletin sağlayacağı bir güvenlik gücü ve hizmetinin önünü açmış olacaklardı. Yıllardır devletin sağlayacağı bir polis gücünü görevlendirmekten kaçınanların sığınma evinin giderilmesi gereken acil bir kurumsallaşma eksikliği olduğunu göremediklerini üzülerek izliyoruz. Yeni bir kadın şiddete uğrayana veya öldürülene kadar konuyu rafta tutacak olanlar devletin kadın sığınma evi açma zorunluluğunu daha ne kadar erteleyecekler acaba? Yani biz de biliyoruz kadın girişimciliğinin desteklenmesi ve siyasette aktif rol alması gerektiğini. Bizim beklediğimiz cevap “Devlet sığınma evi açacak mı?” Sorusunun cevabı. Ben sadece bir kez daha hatırlatmak ve sormak istedim.