Toprağın ıslaklığından anladım; dün gece ya yağmur yağmış ya da çiy basmış ama bugün hava güzel, gökyüzü berrak.. Toprakla bahçedeki çiçeklerin kokusu birbirine karışmış. Güzel duygular uyandıran bir koku bu. Gecenin mahmurluğundan arındırıp, güne, hayata çağıran ve “yaşamak her şeye rağmen güzeldir” dedirten… Belki de geçtiğimiz Cuma günüdür yüreğimizi az da olsa ferahlatan; umudu yeniden yeşerten… Çünkü insanı canlı tutan en önemli şey umudu, amacı ve inancıdır.
Umut, ayakta durma ve sağlıklı yaşama azmidir. Amaçsız insanın umudu da olmaz. Umutsuzluksa ölümcül bir hastalıktan daha vahimdir. Bu yüzdendir ki hayat karşımıza ne kadar sorun ve olumsuzluk çıkarırsa çıkarsın; ne kadar hayal kırıklığı yaşarsak yaşayalım umudumuzu hep canlı tutmak zorundayız. Hani bir laf vardır “can bedende olduğu sürece ümit de vardır” diye… Mademki yaşıyoruz o zaman yeni amaçlar ve ideallerimizle bizi kuşatan olumsuzluklardan kurtulmanın yolları da vardır. İçine düşürüldüğümüz bu son durumdan kurtulmanın tek yolu da kabullenmişliği, tevekkülü bırakıp kurtulmanın yollarını aramaktır. Karanlıktan aydınlığa ulaşmanın yolu da haksızlıklara, usulsüzlüklere, peşkeşlere, adam kayırmalara, haksız kazançlara hep birlikte karşı çıkmaktır. Çünkü içinde yaşadığımız bu coğrafyada hak ettiğimiz şekilde yaşamayı ancak bu şekilde sağlayabiliriz.
*****
O Cuma günü de uzun süredir başına getirilen; saymakla bitmeyen olumsuzlukları kadere bağlayıp tevekkülle karşılayanların uyanışı ve haksızlığa isyan eden kişi ve kesimlerin uyarılarına kulaklarını tıkayan ve yanlışlarını yutturmaya son sürat devam eden sözde iktidara karşı mahşeri bir katılımla halkın başkaldırışıydı umudu yeniden canlandıran.
Yeterli mi?.. Hayır!.. Çünkü bu başkaldırıya rağmen onlar halkın bazı kesimler tarafından kışkırtıldığını iddia edecek kadar ileri gidiyorlar ki, bu da onların toplumun aklına ve iradesine yapılan saygısızlığının devam edeceğinin ve kendi saçma sapan uygulamalarına devam edeceklerinin kanıtıdır. Öyle olmasaydı, dışarıdaki insanların canhıraş isyanlarına karşılık içerde ayni anda yeni müdür ve müsteşar atamaları yapılmaz; zaten var olan müşavirler ordusuna yenilerini de katılmadı. Sadece bu icraatları bile toplumun ayaklanmasını dikkate almadıklarının göstergesidir. İşte tam da bu yüzden ya akıllarının başlarına gelmesi ya da koltuklarını bırakıp gitmeleri için bu haklı başkaldırıların sürdürülmesi şart olmuştur.
Çoğunluğun ve özellikle de dar gelirlinin ekonomik sıkıntıdan feryadı ayyuka çıkarken; siyasiler o meşhur nutuklarını elleri ve kollarıyla ne kadar takviye etmeye çalışsalar, inandırıcı olamıyorlar artık. Çünkü kabak tadı veren bu palavralara artık kimse inanmıyor. Toplumun nazarında zerre kadar itibarı ve güvenirliği kalmayan bu zatı muhteremlerde keşke koltuktan ve çıkardan başka birazcık da gurur olsaydı.
*****
Günler, aylar ve yıllar birbirine ulanarak geçerken, beraberlerinde getirdikleriyle de zamana ve tarihe damgalarını vuruyorlar. Son zamanlarda yaşadıklarımız her ne kadar hayatlarımızı rayından çıkarmış, ruhumuzu karartmış, kasvetini tüm mevsimlere yaymış olsa da ben, alışkanlığımdan mı, doğaya olan zaafımdan mı, yoksa en zor zamanlarda bile ona sığınmanın verdiği huzurdan mı; bu yazımda da ona yer vermek ve yılın en sevdiğim mevsimini olumsuzlukların gölgesinde karartmak istemem.
Mevsimler birbirine eklenerek ardı sıran geçiyor. Kışın soğuğundan, yazın sıcağından az çok şikâyet ederken baharları nedense çok seviyoruz. En çok da iklimin ve doğanın en güzel olduğu Nisan ve Eylül aylarını.. Acaba bu yüzden midir bu ayların isim olarak da kullanılması? Elbette ki öyledir çünkü Ocak, Şubat, Aralık veya Mart isminde kimseye rastlamadım ben.
*****
Yağmurlu günler artık gerilerde kaldı. Toprak bu kış sudan nasibini bolca aldı. Bundan sonra olsa olsa kısa süreli bahar serpintileri olur. Yakında yerini bunaltıcı sıcaklarıyla uzun sürecek bir yaza devredecek olan bahar adada ne yazık ki çok kısa sürer. Nisan ve Mayıs, canlanan doğa ile ayların en renklisi ve en şaşaalısıdır bu yüzden. Aylarca özlemi çekilen güneş, ısıtan ama yakmayan ışınlarıyla ısıtırken, rengârenk çiçeklerle bezenen doğa; adeta bayramlık elbiselerini giyinmiş bir çocuk gibi coşku ve sevinç sunar gönüllere. Havanın ve doğanın güzelliği, sokaklara, parklara, piknik alanlarına ve bahçelere çağırır insanları. “Bahar oldu güzel evde durulmaz, bu mevsimde çemenzare doyulmaz” şarkısı dökülür dudaklardan bu mevsimde.
Gül mevsimidir ilkbahar. Kaç şiir yazılmış, kaç şarkı yapılmış güller üstüne ve ne çok rengi var güllerin diye düşünürken, farkında olmadan “Sonsuz olmasa da ömür tıpkı güller gibi; değmez mi açmaya onlar gibi?” cümlesi dökülüyor dudaklarımdan.
Havaların ısınmasıyla bahçelerde de hummalı çalışmalar başladı. Tırmığını, çapasını alan soluğu bahçesinde alıyor. Toprak çapalanıyor, tohumlar ekiliyor, fidanlar dikiliyor. Sulanan toprağın kokusu tabiat ananın mucizelerini kanıtlar bir kez daha. Bir kahve molasında bahçe olanca cazibesiyle bu sefer de açan çiçekleri seyretmeye çağırır. Biraz önceki yorgunluk yerini tatlı bir huzura bırakmıştır artık. Nergisler, sümbüller ve şebboylar yok artık. Onların yerini güller, laleler, papatyalar, mis çiçekleri aldı şimdi. Her taraf renklerle bezendi. Doğa o kadar doğurgan; o kadar mucizelerle dolu ki!. Bir şeyleri yok ederken yerini yenileri ile dolduruyor. Yakında kırlangıçlar da gelecek ve kısacık ömürlü bahar, yerini uzun bir yaza devredecek. Durgun ve parlak denizleri ile günü; ışıl ışıl yıldızlarıyla geceleri süsleyen uzun bir yaz…