HAYATIN ANLAMI
Özellikle son yıllarda dünyada ve yaşadığımız bu coğrafyada kötü giden gelişmelere kendimizi o kadar kaptırdık; onların olumsuz akışını durdurmaya muktedir olamamaktan o kadar çaresiz kaldık ki bunun sonucunda da kendi varlığımızı unutacak hale geldik. Bunaldık, içimizi, ruhumuzu kararttık; hatta eskiden keyif aldığımız alışkanlıklarımızdan, mutlu hissettiren şeyleri yapmaktan bile vazgeçtik ve yeni ama mutsuz bir hüviyete büründük çoğumuz. Toplumsal olaylar tabi ki umurumuzda ama onların düzene girmesi ne yazık ki bu şartlarda mümkün değil. Buna sebep en başta ülkeyi yönetenlerin ve hatta tüm siyasilerin beceriksizliği, çıkarcılığı ve başkalarınca verilen emirleri kendi toplumunun aleyhine olsa da kayıtsız şartsız kabul etmesi ve uygulamasıdır. Ancak, toplum olarak da gücümüzü birleştirip hakkımızı arayamayacak; onların bu tutumuna karşı çıkamayacak kadar rehavete düşmüş ve uyuşmuşsak biz de pek masum sayılmayız. Sebep ne olursa olsun, bu şartlarda bir yere varamayacağımız aşikâr..
Bu böyle olmamalı çünkü böyle devam ettikçe kendimizden daha çok vazgeçecek, daha çok mutsuz olacağız. Bu yüzden her insanın, önceliği kendi varlığına tanıması, dıştaki olaylar ne olursa olsun onları bir yana bırakıp önce kendi içindeki yıpranmışlığı tamir etmesi ve hayatını anlamlandırması gerekir. Bu anlamlandırma yeni hobiler edinmek, var olan yaratıcılığını hayata geçirmek, üretmek, okumak, öğrenmek ve en önemlisi kendi potansiyelini keşfetmekle mümkündür. Birey olarak bunu yapabilmek belki de toplumsal sorunlara ve umutsuzluklara da çare olacaktır.
*****
Hayat çoğu zaman beklenmeyen iyi veya kötü sürprizlerle birlikte gelir. İnsanın gücü ve yetenekleri bazen bunlara müdahale etmeye yetmez. Ona bir bakıma “kader” deyip geçeriz ama bir de kendi hatalarımızdan ve dikkatsizliğimizden dolayı yaşadığımız olaylar vardır. Öyle zamanlar olur ki bu hatalara düşmemek için kendimizi sorgulamaya başlarız. Bunu yaparken daha da ileri gider, kişiliğimizi çözmeye çalışır, içimizdeki “ben”i keşfe çıkar, yaşamı anlamının ne olduğunu düşünürüz. Gerçekten nedir şu başı belli ama sonu nereye kadar gideceği belli olmayan hayatın anlamı?
Tanrının takdiri ile mi yoksa tesadüfen mi (?) geldiğimiz bu gezegende nasıl yaşadığımızın farkında mıyız? Yaşam sınırlarımızı, amaçlarımızı biliyor muyuz? Hayatı düşünmeden, hissetmeden sanki bir maratondaymış gibi tüketirken neden kendimize bu kadar vurdumduymaz olabiliyoruz? Bilincimiz hep, gündelik hayatın, yapılması gerekenlerinin kuşatmasında. Her an bir şeylerin peşinden koşuyoruz. Güya hayatı anlamlandırmak için durmadan bir şeylerle meşgul oluyoruz. Örneğin televizyonda dizi veya film izliyoruz ve oradaki karakterler bile kendi potansiyelimizden daha çok ilgimizi çekiyor. Kimlik bilincimizi hep bir kenara itip bazen anlamsız konuların bile peşine düşüyoruz. Bu yüzden de her gün biraz daha fazla kendimize yabancılaşıyor; kendimizde kayboluyoruz.
Oysa hayatın hiç değişmeyen iki gerçeği vardır. Doğum ve ölüm… Gerisi müphem... İnsanlar bu dünyada doğarlar yaşarlar ve ölürler. Fakat pek çoğu neden bu dünyaya geldiğini, hangi amaca hizmet ettiğini veya hangi ideolojinin oyuncağı olduğunu düşünmez bile. Yani kendine soru sormak ihtiyacı duymadan yaşar sınırlı olan hayatını. Bu tip insanların yaşamları tekdüzelik ve her şeyi akışına bırakarak bir robot misali sürüp gider. Bir kez olsun bu gezegendeki varoluş nedenlerini sorgulamazlar. Çünkü bu sorunun cevabını vermek için kendileriyle yüzleşmekten korkarlar. Bu yüzdendir ki ya sürekli bir işle meşgul olurlar, ya da hep dışlarında gelişen olaylarla ilgilenirler. Aslında bu tür davranışların altında hep insanın kendi kendisiyle baş başa kalma korkusu ve hatalarıyla yüzleşme endişesi vardır. Oysa o hata ve olumsuzluklardan kurtulmanın ve artık doğru yaşamanın bir yolu vardır ki o da insanın kendisiyle yüzleşmesi ve geriye kalan yaşamında huzura ve mutluluğa ulaşmanın yollarını aramasıdır… Çünkü dünyada deneyimlenecek, yaşanacak, hayatı huzurlu kılacak o kadar çok şey varken sadece bir noktaya takılı kalmak, ömür dediğin şeyi boşa tüketmek demektir. Oysa yapmamız gereken şey, içimizdeki anlam veremediğimiz boşluğu ve tatminsizliği doldurarak hayatımızı anlamlı kılmak, yaşadığımız sürede en çok neyle huzurlu ve mutlu olacağımızı keşfedip ona göre yaşamaktır.
Geçen gün tesadüfen bir kitapta okuduğum hikâye sanırım hayatın anlamı konusunu benden daha iyi anlatacaktır. Hikâye özetle şöyle..
“Eski zamanların birinde adamın biri hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı. Kendi düşünmüş durmuş ama cevap bulamamış. Etrafındaki insanlara sormuş, onlar da yanıt verememişler. Sonunda onu dağda yaşayan yaşlı bir bilgeye göndermişler. Zor bir yolculuktan sonra adam dağa, bilgenin yaşadığı eve ulaşmış ve ona hayatın anlamını sormuş. Bilge “sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerek” demiş. Bir kaşığa yağ doldurmuş “şimdi çık, bahçede bir tur at ve tekrar buraya gel. Yalnız dikkat et kaşıktaki yağ bir damla bile eksilmesin yoksa kaybedersin” demiş. Adam bahçeyi turlayıp dönmüş. Bilge bakmış gerçekten kaşıktan yağ hiç eksilmemiş. Bunun üzerine peki bahçe nasıldı diye sormuş. Adam “peki de ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki” demiş. Bu sefer yaşlı bilge “bu sefer kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi de inceleyip geleceksin” demiş. Adam tekrar bahçeye çıkmış, gördüğü güzelliklerden büyülenmiş çünkü orası muhteşem bir bahçeymiş. Geriye döndüğünde bilgeye gördüğü güzellikleri anlatmış. Bilge gülmüş “ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş ve eklemiş “Hayat senin bakış açında gizlidir ve ancak senin bakışınla anlam kazanır” demiş.