Hayatın temeli sağlık…

Hatice İNTAÇ

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Zamanın bütün zenginliklerine ve Osmanlı İmparatorluğunun tahtına sahip olan Kanuni Sultan Süleyman; sağlığın elde edilen tüm nimet ve zenginliklerden daha üstün olduğunu çok anlamlı bir biçimde bu şiirle dile getirmiştir. Gerçekten de sağlık, hayatın temelidir.

Yeni yılın iki ayını geride bırakıp Mart’ a “Merhaba” derken önümüzdeki bu zaman diliminin öncelikle herkese sağlıklı, huzurlu günler yaşatmasını diliyorum. Diliyorum da, bu nasıl olacak?.. Dilekler, dualar Allaha yapılır. O da bu görevi yarattığı kullarına vermiş. Biz de o kulların arasından güya bazı yetenekleri (!.) seçip düzeni sağlamaları, bizleri güvenli, huzurlu yaşatmaları için görevlendiriyoruz. Ama nerede?.. Onlar kendi çıkarlarından başka bir şey bir şey düşünmüyorlar ki… Bu yüzden bu ülkede her gün hayat biraz daha zorlaşıyor. Zorlaşan hayat şartları da ne huzur bırakıyor ne de sağlık.

Birkaç gün önce yerli tv. kanallarının birinde izlediğim bir programla sağlığımızın ne kadar tehlike içinde olduğunu, kamu sağlık kurumlarının ve çalışanlarının insana hizmet veremeyecek kadar zor durumda olduğu gerçeğini daha iyi kavradım. Bunu az çok zaten biliyorduk da işin özünü bilen bir ağızdan gerçekleri duymak ve sağlık sistemindeki bozukluğun son safhada olduğunu öğrenmek, çok savsaklanan bu konunun bir an önce iyileştirilmesinin ve insan sağlığına gerekli değerin verilmesinin gerekliliğini bir kez daha ortaya koymuştur.

Bir kere devlet hastanelerinde ilk göze çarpan şey binanın bakımsızlığı ve fiziki şartların yetersizliğidir. Hijyen yönünden örnek olması gereken hastanelerimiz maalesef bundan bile yoksundur ki,  bu da hastada güvensizlik ve endişe yaratmaktadır. İyileşmek için gittiğiniz bu yerde mikrop kapıp yeni hastalıklar edinme riskiniz de vardır çünkü.. Kaza ve ani hastalık gibi durumlarda gittiğiniz acil serviste maalesef yatak sayısı yetersiz olduğundan yatırılacağınız bir yatak da bulamıyorsunuz. Ayakta kıvranır dururken saatlerce doktorun gelmesini bekliyorsunuz. Normal servislerde yine muayene için saatlerce beklemek zorundasınız. Güç bela muayene olduktan sonra yazılan reçeteyi ne yazık ki hastanenin eczanesinde bulamıyor dışarıdan almak zorunda kalıyorsunuz. Neticede perişan olup  “Allah bir daha düşürmesin” mırıldanmalarıyla ayrılıyorsunuz oradan.

 Maddi gücü yeterli olanlar kamu hastanelerinde sürünmektense özel sağlık kurumlarına gidiyorlar. Ya olmayanlar?... Onlar ne yapsınlar?... Esasen gerekli cihazların yokluğundan yine özel kurumlara gitmek zorunda da kalınıyor çoğu zaman. Tam teşekküllü olması gereken devlet hastanelerinde solunum cihazı eksikliği bile yaşanıyorsa varın diğer eksiklikleri ve hastaların ne durumda olduğunu siz düşünün…

Kamu hastanelerinin yetersiz kaldığı durumlarda- ki bu çoğu kez oluyor- hastalar özel hastanelere sevk ediliyor. Onlar da genelde torpilli hastalar oluyor ya… O da ayrı bir mesele.. Peki de devlet bu özel hastanelere hasta başı ne kadar ödeme yapmak zorunda? Astronomik meblağlara varan bu ödemeler yapılacağına devlet hastanelerindeki eksiklikler tamamlansa, insan sağlığına uygun çağdaş şartlar yaratılsa devlet daha kârlı olmaz mı? İstanbul Başkonsolosluğunda görev yaptığım yıllarda gerek doktor gerekse başka eksikliklerden dolayı her gün onlarca hasta tedavi olmak için sevkle İstanbul’daki devlet ve antlaşmalı özel hastanelere ve diğer şehirlerdeki hastanelere gönderiliyorlardı

O hastanelere astronomik paralar ödeniyordu. Bazı devlet hastaneleri ödeyemediğimiz için borcumuzu silse de bazılarına borçlanıyorduk. Eminim çoğuna hâlâ da borçluyuz.

O zamanlar sağlık bakanlığı yurt dışında görev yapan Kıbrıslı doktorlara yurda dönmeleri için çağrılar yapıyordu. Bir kısmı döndü de..  Şimdilerde her bölümde sanırım uzman doktorlarımız var ama onlar da geldiklerine geleceklerine bin pişman. İstifaların ardı arkası kesilmiyor çünkü özlük hakları verilmiyor. On sene eğitim gören bu insanlara hastanede cüzi bir maaş verilirken onlardan güçlerinin üstünde hizmet bekleniyor. Doktor yetersizliğinden dolayı halen çalışan doktorlar bütün zamanlarını neredeyse hastanede geçiriyorlar çünkü onların hayat kurtarma gibi bir misyonları vardır ve hastalarına kayıtsız kalamazlar. Maddi yönden tatmin olmadıkları, devlet onlara hak ettikleri maaşı vermediği için özel yerlerde de çalışmak zorunda kalıyorlar. 2009 da mesai bitiminden sonra bu hak onlara tanınmış olmasına rağmen şimdi yüksek idare mahkemesi tarafından bu hakları da ellerinden alınmak isteniyor. İşte bu yüzden doktorlarımız bir bir istifalarını veriyorlar. Sağlık Bakanlığı ve hükümet bu durumun önüne geçmediği, bir çare bulmadığı sürece ne yazık ki hastanelerimiz hizmette iyice yetersiz kalacak.

Kıyaslıyorum da doktorlarımız bu şekilde mağdur edilirken, itibarsızlaştırılırken, memlekette evinde oturan veya başka işlerde de çalışıp gelir elde eden ama en üst baremden devletten maaş alan yüzlerce müşavir varken, en ulvi görev olan sağlık için çalışan doktorlarımıza ve dolayısıyla da  hastalara yapılan bu haksızlık reva mıdır?..