Hepimizin yıllar yılıdır sorduğu, (aslında cevabını da sağlamından bildiği, ama o cevapla bir türlü yüzleşmek istemediği), ortak bir sorusu vardır: Kıbrıs Türkü neden hayır etmez ve hep kötüye doğru bir gidişat vardır?
Çünkü Kıbrıs Türkü’nün en büyük özelliği “hem suçlu hem de güçlü” pek meraklı olmasıdır!
Dibine kadar hatalı, kusurlu, haksız, hukuksuz olsa da, inatla haklı çıkmaya çalışabilir!
Eskiden de böyle miydik?
Hatırlayabildiğim kadarıyla hayır, değildik…En azından, bugün hat safhaya çıkan bu çirkin özelliğimiz, eskiden de var olmuş olsa da, bu kadar değildi, bu kesin!
Ancak bugün, geldiğimiz günde, başta siyasilerimiz ve siyasetimiz, ve keza basınımız olmak üzere, hemen tüm maddi ve manevi değerlerimizin kokuştuğu bir ortamda, temiz toplum diye birşeyden söz etmek mümkün değildir…
On yılı geçti, medya dünyamızın içinde köşe yazarı olarak yer alıyorum, zaman zaman da TV kanallarında da yer aldığım oluyor…
Haliyle, binbir türlü çirkinliğe denk gelmiş, şahit olmuşumdur, lafımı ve gözümü sakınmadan da üzerine gitmişimdir, başıma da çoraplar örülmeye çalışılmıştır, “ya bu deveyi güdersin, ya da bu diyardan gidersin” mealinde bazı “tavsiyeler” de almışımdır, cevap olarak da her seferinde “yürüyün, ense traşınızı göreyim, anca gidersiniz…” demişimdir…
Peki sonuç?
Ben develer diyarından gitmemeye niyetliyim, develer de bildiğini okumaya…
Memleket ve insanımız da kokuştukça kokuşmaya…
Hele bir da kontrolsuz bir ortamda palavra sallama meydanı olarak ortaya sosyal medya diye bir icat çıktı ya!
Yolda yürümesini bilmeyen, kendinden başka herkesin elini taşın altına koymasını bekleyen, bazen de hem suçlu hem de güçlü rolünü kimselere kaptırmamak için inatla direnen ve hem haksız hem de hadsiz olmayı marifet sayanların şampiyonluğu kimseye kaptırmama uğraşlarına da bol bol tanık olmaya başladık.
Bazen de, hiç ummadığımız, hiç beklemediğimiz, hatta saygı gösterdiğimiz, iyi ki var dediğimiz şahısların akıl tutulmasına uğradığını ve bu yolun yolcusu olduğunu görüyoruz ya, inanın yürek dayanmıyor!
Bugüne kadar toplum menfaatine doğrultusunda birçok faaliyetin içinde bulundum, haksız ve hukuksuz olduğuna inandığım birçok girişimin ve oluşumun karşısında oldum, parmağımın arkasına saklanmak gibi bir derdim hiç olmadı…
Bugün o durumlardan bir tanesiyle daha karşı karşıyayım!
Daha doğrusu, yıllarca destek verdiğim ve son üç yıldır da üyesi olduğum Kuzey Kıbrıs Müze Dostları Derneği olarak, basında ve sosyal medyada hem suçlu hem de güçlü olanların bir yargısız infaz yapma girişimi ile karşı karşıyayız!
Hem suçlu hem de güçlü olanların yargısız infazına girmeden önce adı geçen derneğin ne olduğunu, kim olduğunu kısaca açıklayım ki konuyla ilgilenecek herkesin en azından biraz bilgisi olmuş olsun.
Kuzey Kıbrıs Müze Dostları Derneği’nin kuruluşu ta 1975 yıllarına gider, ülkemizin en eski ve en aktif, ve kanımca, ülkeyi tanıtma açısından gösterdiği çabalar ve gücünün yettiği kadar toplum menfaati için çalışan diğer kurum ve kuruluşlara da verdiği destek açısından ülkenin en önemli birkaç derneğinden, hayır kurumundan bir tanesidir.
Kurucularından ve önderlerinden olan ve dün bu fani dünyanın dertlerinden kurtulup da ebedi huzura kavuşan muhterem insan Mustafa Asım Kayan abimizi de anmadan geçemeyeceğim, Allah rahmet eylesin, nurlar içinde yatsın…
Rahmetli Mustafa Asım Kayan’ın önderi olduğu ve aynı zamanda bir hayır kurumu da olan bu dernek, Kuzey Kıbrıs’ın turistik tanıtımı için elinden gelen her türlü çabayı göstermekte, yayın yapmakta, elde ettiği gelirlerin tümünü de başta Eski Eserler Dairesi olmak üzere, ilgili bakanlığın, müzelerin ve bu doğrultuda faaliyet gösteren kurum ve kuruluşların ihtiyaçlarına harcamakta, gücü yettiği kadar da diğer hayır kurum ve kuruluşlarına maddi ve manevi destek çıkmakta, düzenlenen etkinliklere katkı koymakta, makul gerekçeyle kapısını çalan hiç kimseye ve hiçbir kuruma yüzünü çevirmemekte, hesabını kitabını açık ve şeffaf şekilde vermektedir.
On yıl kadar önce benimle derneğin ilk teması, sayısı yüzbinler bulan ve Kuzey Kıbrıs’ın her köşesinden kareler barındıran fotoğraf arşivimden faydalanmak istemeleri vesilesiyle olmuştu.
İlk başlarda hiçbir menfaat beklemeden ve sadece ismimin fotoğraflarda kullanılması şartıyla verdiğim fotoğraflarımı sürekli basmaya başlayınca, biz senin emeğinden kazanıyoruz, bari senin de emeğinin, hakkının, masrafının karşılığını tam olarak karşılayamasak da, gücümüz yettiğince verelim dediler…
İlk ilişkilerimiz başladıktan yıllar sonra bu derneğe üye oldum ve kurucusu olduğum Kıbrıs Türk Çevre Platformu üyeliği haricinde üye olduğum tek dernektir.
Geçen gün sosyal medyada yazılan ve daha sonra da yayınlandığı Facebook sayfasından alınıp yerel gazetelerimizden Yenidüzen’de yayınlanan bir haber önüme geldi!
Feleğim şaştı desem, yeridir.
Yazının ve iddiaların sahibi Tuncer Bağışkan!
Tuncer Bey Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nde üst düzey yöneticilik yapmış, Müze Dostları Derneği’nde de üst düzey yöneticilik yapmış, yönetim kurulunda aktif olarak, sekreter olarak çalışmış bir şahıs…
Ayrıca, Kıbrıs’da Osmanlı ve Türk eserleri hakkında yapılan ve tüm masrafları dernek tarafından finanse edilen en kapsamlı bilimsel eserlerden birinin de araştırmacı yazarı!
İnanıyorum ki kendisinin de azmi ve akademik niteliği olmasaydı bu eser kolay kolay ortaya çıkmazdı.
Bu yüzden, sadece o eser için bile, ben dahil, memleket sevdası, toplum bilinci olan herkesin Tuncer Bey’e ve bu kitabın oluşumu için maddi ve manevi katkıyı hiçbir şekilde esirgemeyen Müze Dostları Derneği’ne en azından bir teşekkür borcu var.
Gel gelelim, Tuncer Bey, kendince sebeplerle yıllar önce fedakarlıklarla yaratılan değerleri bir anda önemsizleştiren bir itibarsızlaştırma gayreti içine girdi…
Konuyu, Salamis Kral Mezarları bölgesinin imara açılabilmesi için yapılan girişimleri eleştirmekle başlattı, ki ben de olayı kişiselleştirmeyip, kendisine tamamen katılıyorum, lafı derneğin icraatlarına getirdi ve dayanaksız, mesnetsiz, pervasız, gerekçesi anlaşılmaz iddialarda bulundu…
Neymiş efendim, Müze Dostları Derneği kanunsuz kuralsız işler yapıyormuş, kararlar alıyormuş!
Salamis anti kenti içinde Müze Dostları Derneği’ne verilen resmi izinle tamamen ahşaptan portatif bir büfe yapılmış, bu kanunsuz kuralsız bir işmiş, dernek bu büfeyi ihalesiz olarak kiralamış, derneğin yönetim kurulu bu binayı derneğin maliyecisinin kardeşine ihalesiz olarak devretmiş, Anıtlar Yüksek Kurulu bu binayı yıkmak istemiş de Eski Eserler Dairesi’nin şimdiki müdürü Fuat Azimli buna karşı çıkmış da yıkılamamış, görünen oymuş ki eski eser alanları sağa sola peşkeş çekiliyormuş, bu ülke sahipsiz değilmiş, kendisi buna dün onay vermemiş, bugün de onay vermiyormuş, yarın da vermeyecekmiş! Dahası, dernek St. Hilarion, St. Barnabas, Girne Kalesi gibi yerlerdeki büfelerini de peşkeş çekmiş! Kitabı konusunda da kendisine haksızlık yapmış!
Üstelik bu mesnetsiz ve tamamen gerçek dışı olan iddiası, aslı astarı sorulup soruşturulmadan Yenidüzen’de yayınlandı!
Ben de dernek üyesi olarak bu konuyu derinlemesine araştırdım, gördüklerim karşısında akıl tutulmasına uğradım ve kendisine şu cevabı yazdım, okuduktan sonra özür dileyeceğine sildi!
Muhterem Tuncer Bey’in peşkeş çektiler dediği büfelerin dernek adına işletme protokollerinin altında dernek sekreteri olarak kendi imzası kapı gibi duruyor!
Yani, kendi deyimiyle, peşkeşi çekenlerin başını çeken kendisi olmuş!
İnsan akıl tutulmasına uğrayınca, sanırım bu gibi yanılsamalar ortaya çıkıyor!
Kendisine sildiği cevabımı buradan bir kez daha hatırlatıyor ve hem kendisini, hem de asparagas haberle populizm yapmaya çalışan basın mensuplarını aklın yoluna davet ediyorum…
“……. Salamis’deki dernek büfesi için tavrınızı anlamakta cidden zorlanıyorum. O büfe izinli olarak tamamen ahşaptan ve portatif olarak yapıldı. Kışda, bizzat benim de incelediğim bir ortamda, denizden gelen aşırı rüzgar ve yağmurun büfenin kapalı alanına kadar girdiği ve ciddi sorun yarattığı, orada bir yudum birşey içecek turistleri de ciddi şekilde rahatsız ettiği tesbit edildi. Bunun üzerine büfenin odacığının hemen dışında kalan oturma kısmı da tamamen portatif ve sökülebilir malzemeden kapatıldı. Birileri itiraz edince, savcılıktan da konuyla ilgili görüş alındı, savcılık görüşünde hiçbir sakınca olmadığı, eski eser alanına bu tedbirle herhangi bir müdahalenin söz konusu olmadığı, zarar verilmediği anlaşıldı. Zaten kimsenin eski eser alanına bir zarar verme gibi bir amacı da kesinlikle yok. Ancak o büfeyi rant kapısı olarak görenler var, kıyamet bu yüzden kopuyor, kıyameti koparanlar suyu bulandıracaklarını, bulanık suda balık avlayacaklarını kendi keyiflerine göre iş kotaracaklarını sanıyorlarsa, gündüz rüyası görmeye devam edecekler demektir. O büfeyi çalıştıran çocuk sizing iddia ettiğiniz gibi dernek yönetim kurulundan birinin kardeşi filan değildir, bir dernek üyesinin akrabasıdır, ki bu da pekala olabilir, işini adam gibi yaptığı sürece, sorumluluklarını tam olarak yerine getirdiği sürece, kimin akrabası olursa olsun, hiç önemli değildir. Sizin anlayışınıza ve yaklaşımınıza göre, bir kurum veya kuruluşta görevli olan biri varsa, o kurum veya kuruluşta o şahsın bir tanıdığı ve yakını asla görev almamalıdır, alırsa bu işin adı peşkeş olur! İyi ama, eğer bu zihniyetle konuya yaklaşacaksak, tüm devlet dairelerini ve özel kurum ve kuruluşları da boşaltmamız gerekir, çünkü herkes birbirinin tanıdığı, eşi, dostu akrabası, ve aleni torpille geldikleri yerlerde keyiflerine bakıyorlar, üstelik de o büfeyi çalıştıran çocuğun sahip olduğu sorumluluğun zırnığına da sahip değiller…
Bu durumda, o büfeyi adam gibi dernek adına işleten ve tüm sorumluluklarını da yerine getiren o çocuğun tek günahı dernekten birinin akrabası olması…Birinin akrabasıdır diye şimdi kellesini mi alalım o çocuğun!!!... ÖRNEĞİN, SİZ TUNCER BAĞIŞKAN OLARAK LEFKOŞA BELEDİYESİ ÜYELİĞİNİZ SIRASINDA BELEDİYEYE KIZINIZI YA DA DAMADINIZI YERLEŞTİRDİNİZ, VEYA ONLARIN ORAYA YERLEŞTİRİLMESİNDE SİYASİ ROLÜNÜZ OLDU DİYE KIZINIZLA DAMADINIZIN KELLESİNİ Mİ ALALIM!!! SİZİN YAKLAŞIMINIZA GÖRE ALMAMIZ LAZIM!
Kendimi cevap vermek zorunda hissettiğim yazınızda bu bilgileri tamamen farklı verdiniz, belli ki hiç araştırmadınız, kulaktan dolma yazdınız…Yakışık alıyor mu böyle şeyler!...
Yine cevabınızda “Eski Eserler Dairesi’nin Derneğe ihalesiz olarak peşkeş çektiği sadece Salamis büfesi değildir. Girne Kalesi büfesi, tarihi Chapter House, Barnabas Manastırındaki iki büfe ve eskiden Antifonidis Manastırı büfesi de buna dahildir” diyorsunuz, üşenmedim, gittim araştırdım, kayıtları çıkarttırdım. Karşıma ne çıktı, tahmin edin!!! Peşkeş dediğiniz işlerin tümünün altında sizin imzanız var, hem de o dönemde dernek sekreteri olarak!!! Sizin dernek sekreteri olduğunuz dönemde 10 Nisan 1996 tarihinde yapılan toplantı 12 ve karar 2 ile Girne Kalesi’ne yönetim kurulu kararıyla işletmeci atandı, arkasından yine sizin imzanızın da olduğu 23 Eylül 1996 tarihli toplantıda alınan kararla St. Hilarion Kalesi ve St. Barnabas büfesine protokolle işletmeci atandı. Sizin deyiminizle, bu kararlar peşkeş olmuş oluyor. Oldu mu şimdi? Peşkeş dediğiniz işleri zamanında siz yaptınız ve altında da imzanız var! Kimi kime şikayet ediyorsunuz, vallahi anlamadım, gördüklerimden sizin yerinize ben biraz akıl tutulmasına uğradım desem yeridir…Ha şu da var, dernek bir büfeye kendi adına bir işletmeci atamak için ihaleye girmek zorunda değil ki! Dernek tüzüğü ve Yönetim Kurulu kararı buna cevaz veriyor, sonuçta atanan bir işletmecidir, kiracı filan değildir ve işletme protokolü kapsamında sattığı mamüller de derneğin kendi mamülleridir, o mamüllerin geliri de nerelere harcanıyor, belli ve şeffaf, zaten siz de biliyorsunuz, bir önceki yazımda da belirttim…Burada durum şudur, dernek kendi adına işi yürütecek birini belirli şartlara bağlıyor ve işin başına koyuyor. Elbette ki bunu da yapacak, yoksa iş nasıl yürüyecek! İşletmeci olan kişinin de elbette bir geliri olacak, beleşe çalışacak değil ya! Şimdiki Müdür Fuat Azimli de o büfenin yıkılması istemine karşı çıkmış! Ne yapacaktı yani, birileri istediği rantı elde edemedi, keyfi istedi veya o büfe konusunda istediğini manipülasyonu yaptıramadı diye kendinin de üyesi olduğu ve yaptığı kamu faydası ortada olan bir derneğin bir kolunu mu koparacaktı, üstelik de kapı gibi savcılık görüşü ortada dururken! Ortada bir sağduyu eksikliği ve art niyet var, bu da açıkça görülüyor. Bu konu açılmışken, şunu da ekleyim, dernek adına işletmeci olan ve yüklendiği görevi suistimal edenler de var, şu anda hiç acımadan hukuk yoluyla üzerlerine gideceğiz, eninde sonunda günlerini görecekler, araya siyasileri filan koymaları da sonucu değiştirmeyecek, onların üçkağıdına alet olanlar, pozisyonları ne olursa olsun, karşılarında bizi ve hukuk sistemini bulacaklar! Bu derneğin elde ettiği gelirden, belki biliyorsunuz, belki bilmiyorsunuz ama, müzeler ve daire ihtiyaçlarının giderilmesi yanında, bu ülkenin muhtaçlı, ihtiyaçlı, hayata bir-sıfır yenik başlamış çocukları da faydalanıyor ve bu insani destek herşey tam bir kural ve kanun çerçevesinde, gerekli izinler de alınarak yapılıyor…Bu bakımdan, suistimalcilere acıyacak değiliz, her kuruşun ve suistimal içeren her davranışın da hesabını soracağız…Anlayacağınız, art niyetlilere yağma yok! Sanırım bu konuda siz de bana hak verirsiniz.
Kitabınız konusuna gelince, gerçekten Kıbrıs’da yazılmış ve çok değerli olan ender çalışmalardan bir tanesi, ellerinize sağlık, katkınız için de sağolun, varolun. Keşke böyle çalışmalar daha fazla olsa, sizin de daha fazla katkılarınız olsa…Ancak, kitapta bir sorun varsa, bu kitabı basmadan önce halletmeliydiniz, defo sorunu neyse, basımdan önce halledilmeliydi, niye siz başında durup da dikkat etmediniz ki!!! Onca emek verilmiş bir kitap basılmadan önce didik didik edilmeliydi. Bu işten biraz anlayan biri olarak söyleyim, malesef ki, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, ufak tefek hatalar her zaman olabileceğini de biliyorum. Kaldı ki, kitabı bu haliyle de inceledim, dikkate değer bir sorunu yoktur, olan da kitabın anlamını ve değerini inanın ki önemsizleştirmez. Kitabın kalitesi ve önemi yerinde duruyor. Bu haliyle dernek tarafından satışının gerçekleştirilmesi yüzünden kanımca sizin kariyerinize de hiçbir zarar gelmez. Kitabın telif haklarına gelince, kitabın telif hakları kimdeyse, kitabın hukuksal hakları da ondadır. Çalışmasına katkı koyduğunuz kitabın sahipliği ve telif hakları anladığım kadarıyla derneğe aittir ve bu da yazılı olarak aranızda belirli bir ücret karşılığında kararlaştırılmıştır, size de çalışmalarınızdan dolayı belli bir ücret ve maddi katkı sağlanmıştır, ki bu emeğinize karşılık doğaldır, en doğal hakkınızdır. Bu bağlamda kitap üzerinde hak iddia etmeniz pek de anlamlı değil. Ancak yine de siz bilirsiniz, hukuk yoluyla hak iddiasına girebilirsiniz, sonuçta hukuk hakkın kimde olduğuna verilere bakarak karar verir…”””
Evet, bazen sapla saman birbirine karışabiliyor, ama işin ucu haksızlığa varınca, müsadenizle herkesin haddini bilmesi lazım!
Hem suçlu hem de güçlü pozisyonunda durmak, suçlunun güneşi balçıkla sıvamaya çalışmasına benzer!