Hiroşimalı Satoru Sakamoto…      

Kıvanç BUHARA

Amerika birleşik devletleri, bundan 69 yıl önce; İkinci dünya paylaşım savaşında, Japonya’yı klasik savaş yöntemleriyle teslim alamayacağını anlayınca; Yeni geliştirdiği ATOM bombasını da denemek için; Hiroşima ve Nagazaki kentlerine Atom bombalarını boca etti. Yüzbinlerce insan yanarak eridi. İnsanlar kömür yığını haline dönüştü. O güne kadar, böylesi bir canlı ve çevre katliamı görülmemişti… Ve Japonya’nın o bölgeleri, yıllarca sürecek nükleer hastalığın pençesinden kurtulamadı… Binalar çöktü, yollar köprüler, nehirler, ormanlar siyah bir toz bulutu oldu; kayboldu… Şimdi Japonya’nın o bölgelerinde; Sinekler, Kelebekler, Pireler, böcekler, Kertenkeleler ve yılanlar yaşıyor mu? Yeşil ağaçlar, bitkiler. Otlar, çiçekler; ABD’nin kirlettiği o topraklarda yeniden yeşerdi mi? 1970’li yıllar… Ukrayna’nın Odessa kentinde, tıp fakültesinde, en fazla ilgi çeken yabancı öğrenci , Japonya’nın HİROŞİMA kentinden gelen, sınıf arkadaşımız SatoruSakamoto idi. Çekik gözkapakları, kansız solgun yüzü, ufacık boyu ile tipik Uzak Doğu insanı… Bu özelliklerinde ayrı olarak,her zaman damakları kanıyordu. Kanayan damakları yanmış ciğer renginde idi. Kara ile mor arası, hiç görmediğimiz bir renk. Atom bombası atıldıktan üç yıl sonra doğmuş, annesi radiyasyona maruz kalmış ve zavallı Satoru hasta doğmuştu. Ceketinin yakasında, çevrenin radyasyon düzeyini ölçen bir saati vardı. Anımsıyorum; Yarı yıl tatilinde, kızlı erkekli, tüm sınıf Leningrad’a geziye gitmiştik.Keyifli bir gezi idi. Leningrad’ın (St. Petersburg) beyaz geceleri, mimarisi, Osman Paşa’nın kılıcının da sergilendiği ERMİTAJ müzesi anlatılmaz güzellikte… Alman kuşatmasında inşa edilen mevziler, tüneller, vurulmuş tanklar, eski toplar… Ne ise; Konumuza dönelim… Leningrad Hava alanına indik. Satoru yakasıdaki saati kontrol edince; “ arkadaşlar, ben buradan hemen uzaklaşmalıyım, burada radyasyon çok fazla” dedi. Hava alanı dışına çıkmadan, aynı uçakla geri döndü. Hepimiz çok üzüldük. Gençliğimizin o unutulmaz St. Petersburg tatili içimize sinmedi. Sonra; Odessa Tıp Fakültesini bitirdik. Son yıl Satoru , sınıf arkadaşımız Kıbrıslı bir Rum kızı ile evlendi. Düğününde Rum öğrencilerle birlikte Sirtaki oynadık. Satoru yalnız başına,savaş müziğine benzer bir marş eşliğinde dans etti. Oynarken kolları bir Samurayın kılıç darbeleri gibi inip,kalkıyordu. Mezuniyetten sonra, dağıldık. Herkes kendi ülkesin e döndü… HoseMariKenedy, Kolombiya’ya; Muhammet HamdonaFilistine; El Kırbaşi El Amin El Ahmad ( dedesinin Türk olduğunu söylerdi) Yemene; MihalakisHristu Kıbrıs’ın öbür tarafına, Yaşar (*) ve ben Kıbrıs’ın bu tarafına; HoTianVietnama; ZiyadLübnana ( ölmüş diye duydum); Satoru, Eleni ile birlikte Japonya’ya uçtular. Sevgili sınıf arkadaşlarım; sizleri bir daha göremeyeceğimi biliyorum. Hepiniz o kadar uzaklardasınız ki… Ve yaşlandık sonra, sizleri daha çok özlüyorum… Hele seni, Seni Maratovuno’lu (Ulukışla) Elizavet… Hüzünlüyüm; Ve her şeye küskün ve kırgınım… İnsanın kaderi işte…   (*) Yaşar Altay, Almanya’da beyin cerrahı.