İçimdeki Çocuğun Hayalleri...

Hare Ergen

Bazen ne kadar yorulduğumuzu hissederiz…Zorlukların üst üste geldiğini görürüz. “Hayat bu”, diyerek kestirip atmak en kolayı, sonraları anlıyoruz ki, bunların hepsi de karşımıza bir neden için çıkıyor…
Küçükken, o zamanlar izlediğim çizgi filmlerin ve eski Türk filmlerin de etkisinde kalarak, bahçe içerisinde çatılı küçük bir evde yaşayacağımı sanırdım. Çocuk aklı dedikleri bu olsa gerek...Gözlerimi kapatıp hayaller kurardım, mutlu olurdum.
Şimdi ise yine gözlerimi kapatmak istiyorum, bu sefer sadece gökyüzünde seyrine doyamadığım bulutların arasında kaybolmayı hayal etmek ile fırtınalı bir dolunayda dalgaları seyretmeyi... 
İçimizde var olan ve bizi aslında ayakta tutanın hayallerimiz ve inançlarımız olduğunu sonradan fark ettim. Sonradan anlayabildim.
İçimdeki hırçın ve asi kız çocuğunun diz kapakları, izi kalan yaralarla dolunca, gerçeği o zaman kabullendim… 
Zorluklarla karşı karşıya geldiğimiz zaman ilk yaptığımız şey kabul etsek de etmesek te kendimize acımak ve isyan etmektir.
Başımıza gelenlerin sanki sadece bizim başımıza gelmiş olduğunu sanıp, isyan bayrakları açarız.
Öğrenmiş olduğumuz tüm doğruları sıfırla çarpıp artık hiçbir şeyin öneminin kalmadığını düşünürüz. “Ama ben öyle biliyordum” ile başlayan sonu gelmeyen, bitmeyen, tükenmeyen kelime ve cümleler içerisinde, bir taraftan metanetli görünmeye çalışarak, bir taraftan da salya sümük ağlama krizlerine gireriz...O an hemen değilse bile bir kaç saat sonra farkına varırız.
Ne kadar zorluk ve güçlükle karşılaşırsak, o kadar kuvvetli bir biçimde ayakta durabileceğimizi...Evrenin tılsımı burada devreye girer...
Gözlerimizi dört açıp olaylara tarafsız bakabilirsek tabii ki...Her ne kadar içimizde fırtınalar kopsa bile sonunda bu durumdan kazançlı biz çıkacağız. Herkes kendi kendinin yetebileceği noktada durmayı öğrenecektir. Bu yüzden ben hep sorgulamışımdır.
Niye bazı insanlar daha az zorluk çekerken, diğerleri daha fazla çeker diye…
Bu sorumun cevabını yıllar sonra ancak bulabildim.
Yaradan insana üstesinden gelemeyeceği hiç bir zorluk vermez…
En azından buna inanmak gerekir. Yaptığım “Polyanacılık” değil, aksine kabullenmek ve koyvermektir tüm duyguları...
Yanan ateşe, ne kadar odun kütüğü atılırsa, ateş daha da fazla yanmayacak mı?
Hayatımızda karşılaştığımız güçlükler de böyledir…
Ateşe atılan her bir kütük, ateşin daha da iştahla ve alevle yanmasını sağlar. Ateş, kendini atılan kütüklerle beslenir, kuvvetlenir ve daha da ihtişamla yanmaya devam eder. İnsan denilen yüce varlık da böyledir. 
Hiç bir şey kalıcı değildir. Ne gelen zorluk, ne kötülük, ne de güçlük…
Bir gün hepsi de hayatımızdan gidecektirler. Yenileri gelecektir, önemli olan bizim büyük zararlarla değil, ufak tefek sarsıntılarla bunları atlatmamız...
Bir insanı ayakta tutan inandığı doğrular ve inancıdır. Bir ulusu ayakta tutan da inandığı doğrular ve inançlarıdır.
Küçük bir çocukken bazen gözlerimi kapatmadan da hayaller kurabiliyordum. Kendimle ilgili gelecek hayalleriydi bunlar, birçok çocuğun yaptığı gibi…
Ne zaman tekamül vakti gelirmiş, bizi bir sınav beklermiş...Bunu da artık yenile anlıyorum...O yüzden artık şaşırmıyorum, hiç bir şeye ve hiç bir şey beni hayal kırıklığına da uğratmıyor.
Her şeyin bir nedeni olduğunu ve bunun bizim hayrımıza olduğunu biliyorum.
Yine de bugünlerde gözlerimi kapatıp sadece gökyüzündeki bulutların arasında kısa bir süreliğine de olsa tüy olup uçmak istiyorum…
Bir mola ama saniyelerle sınırlı olan, daha fazla değil…
Sevgi ve barışın ve aşkın olduğu bulutların arasında kaybolmak…