IMF’nin “Jeoekonomik Ayrışma ve Çok Taraflılığın Geleceği” başlıklı raporunda, on yıllardır süren küresel ekonomik entegrasyondaki artışın ardından dünya ekonomisinin ayrışma riskiyle karşı karşıya olduğu vurgulandı.
2008-2009’daki küresel finansal kriz sonrası yaşanan toparlanmayı Brexit, ABD ve Çin arasındaki ticaret gerilimleri ile artan sayıda askeri çatışmanın izlediği anımsatılan raporda, kriz sonrası dönemde küresel mal ve sermaye akışlarında bir dengelenme ve ticaret kısıtlamalarında bir artış görüldüğü aktarıldı.
Raporda, Kovid-19 salgını ve Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaşın uluslararası ilişkileri daha da test ettiği ve küreselleşmenin faydalarına dair şüpheleri artırdığı kaydedildi.
Ticaret bağlarının derinleşmesinin küresel yoksulluğun büyük ölçüde azalmasını sağladığına işaret edilen raporda, gelişmiş ekonomilerdeki düşük gelirli tüketicilere ise daha düşük fiyatlar aracılığıyla fayda sağladığı aktarıldı.
“AYRIŞMA NE KADAR DERİN OLURSA, MALİYETLER DE O KADAR DERİN OLUR”
Raporda, ticari ilişkilerin zayıflamasından en çok düşük gelirli ülkelerin ve gelişmiş ülkelerdeki dar gelirli tüketicilerin etkileneceği ifade edildi.
Azalan sermaye akışlarının doğrudan yabancı yatırımı azaltacağına işaret edilen raporda, uluslararası işbirliğindeki bir düşüşün de hayati önem taşıyan küresel kamu mallarının sağlanmasına yönelik riskler oluşturacağı belirtildi.
Raporda, dünya ekonomisindeki ayrışmanın küresel üretimin yüzde 0,2 ila yüzde 7’sine mal olabileceği kaydedildi.
Teknolojik ayrışmanın da kaybı önemli ölçüde artırabileceği belirtilen raporda, teknolojideki ayrışmanın eklenmesiyle bazı ülkelerde üretimdeki kaybın yüzde 8 ila yüzde 12’ye ulaşabileceğine değinildi. Raporda, ayrışma ne kadar derin olursa, maliyetlerin de o kadar derin olacağı ifade edildi.
Daha az uluslararası risk paylaşımıyla küresel ekonomik ayrışmanın daha yüksek makroekonomik oynaklığa, daha şiddetli krizlere ve ulusal tamponlar üzerinde daha büyük baskılara yol açabileceği vurgulanan raporda, ayrıca küresel toplumun krizdeki ülkeleri destekleme kabiliyetini zayıflatabileceği ve gelecekteki borç krizlerinin çözümünü zorlaştırabileceği aktarıldı.