Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri
TC ve kktc arasında imzalanan İşgücü Anlaşması’na dair “sol”dan gelen eleştiriler; ne yazık ki ülkemizdeki birçok sıkıntının neden kangrenleşerek devam ettiğini, onca sızlanmaya rağmen bir türlü çözüm yoluna giremediğini özetler nitelikte.
İşgücü anlaşması ile ilgili koparılan fırtınada sürekli tekrar edilen ve asla dile getirilmeyen noktalara baktığımızda bu durum daha da netlik kazanıyor...
Anlaşmaya “Sol”dan Eleştiriler
Anlaşmaya yönelik “sol”dan gelen eleştiriler; bu anlaşmanın ülkemizde işsizliği, kayıt dışılığı ve güvencesiz çalışmayı arttıracağı, Çalışma Dairesi’nin devre dışı kalacağı, insan tacirliğinin teşvik edileceği, daha önce yıllık veya iki yıllık düzenlenen çalışma izinlerinin “süresiz” hale geleceği, işçilere keyfi olarak herhangi bir iş verilmesinin önünü açacağı, “emek piyasasındaki asimilasyonu” arttıracağı noktalarında yoğunlaşıyor. Gençlerimizin göçüne sebep olacak ve Çalışma Dairesi’nin işlevlerini TC kurumlarına devredecek bir anlaşma ile karşı karşıya olduğumuz döne döne tekrarlanıyor.
Bunları sayıp döken Dev-İş, Fema ve Yenidüzen gibi akraba kuruluşlar, hangi iddialarının anlaşmanın hangi maddesinden kaynaklandığını ve nasıl bir yorumla bu sonuca varıldığını izah etme gereği duymuyorlar. CTP’nin muhalefet dönemlerinden alışkın olduğumuz yüksek perdeden feveran odaklı ve düşünmeye değil daha çok hipnotize ederek manipüle etmeye dönük bir “direniş” sergileniyor...
Anlaşmadan Önceki Durum
Peki söz konusu anlaşma olumlu bir anlaşma mıdır? Elbette ki hayır. Ancak anlaşmanın olumsuzluk içeren esas yönü ifade edilmezken; uygulamada hiçbir değişiklik yaratmayacak bazı noktaların yeniymiş gibi sunulması ve aslında olmayan bazı noktaların da kaba bir yorumla varmış gibi aktarılması da muhalefet etme biçimi bakımından dikkate değerdir.
Bunu daha iyi kavrayabilmek için, anlaşma imzalanmadan önceki mevcut durumu bir özetleyelim. Yasal olarak ülkemizde “işçilere iş ve patronlara işçi bulmak” Çalışma Dairesi’nin görevidir. Bu alanda faaaliyet yürütmek üzere işletmeler kurulamaz ve hiçbir patron Çalışma Dairesi’ne münhal açmadan işçi istihdam edemez. Yasa böyledir.
Ancak uygulama ne yerli işgücü ne de yabancı işgücü açısıdan bu şekilde gerçekleşmektedir. Herkes çok iyi bilir ki, özel sektörde Çalışma Dairesi’nin yerini dahi öğrenmeden işe girip emekli olanlar vardır. kktc uyruklu özel sektör çalışanlarının neredeyse hepsi, doğrudan patron ile konuşarak işe girer ve yasal zorunluluk olmasına rağmen Çalışma Dairesi’nde hiçbir münhal açılmaz. Hatta bir anlaşmazlık söz konusu değilse, Çalışma Dairesi’nin bu işçilerin varlığından haberi bile olmaz...
Diğer yandan yabancı işçiler en iyi durumda patronları ile yolda, sokakta veya bir arkadaşları aracılığı ile tanışarak işe başlar. Daha kötüsü ise işçi simsarlığı yapan aracılar vasıtasıyla işe girmektir. Çalışma Dairesi’nin bu süreçteki rolü, eğer çalışma izni çıkarılacaksa, olmuş bitmiş bir sürecin yasal hale getirilmesi yani çalışma izni mühürünün vurulması için gerekli onay prosedürlerini yapmasıdır. Patronlar işçileri kendileri bulur, Çalışma Dairesi de onaylar. Uygulama yıllardır bu şekildedir. CTP’li ve UBP’li onlarca bakan döneminde bu uygulama ne değişmiştir ne de değiştirilmesine dair herhangi bir girişim yapılmıştır.
İşgücü Anlaşmasının İçeriği
Uygulama böyleyken, gelin bir de felaket getireceği söylenen anlaşmanın ne içerdiğine bakalım. İşgücü anlaşmasının özü, “İşçi Temini” başlıklı 4. Madde’de ifade ediliyor, madde şöyle:
“İşverenler, diğer Akit Taraf Kurum/Dairesine veya iş ve işçi bulmaya aracılık eden resmi makamlardan izinli özel istihdam bürolarına işçi temini maksadıyla doğrudan başvuruda bulunabilirler. Ayrıca işverenler, Kurum/Daire’den yazılı izin almak kaydıyla ilan veya doğrudan tespit yoluyla ya da diğer yollarla, Akit Taraf ülkesinde istihdam etmek üzere işçi temin edebilirler.”
Anlaşmanın diğer maddeleri de, yukardaki yollarla buluşan tarafların ilgili devletin yasal düzenlemelerine tabi oldukları ve bu yasal düzenlemeler çerçevesinde kayıt, onay işlemlerini nasıl yapacaklarına dair detayları içermekte.
Kısacası fiili durumda hiçbir değişiklik içermeyen, sadece mevcut durumu yasal hale getiren bir anlaşma ile karşı karşıyayız. Zaten Çalışma Dairesi aracılığı ile buluşmayan işçi ve patron, şimdi de Çalışma Dairesi aracılığı ile buluşmayacaktır. Zaten işçi ve patron buluştuktan sonra prosedürel bir onay işlemi gerçekleştirmekte olan Çalışma Dairesi, şimdi de prosedürel bir onay işlemi gerçekleştirecektir.
Anlaşma, işçi ve patronların eşleştirilmesi sürecinde özel istihdam bürolarına, yani özel sermaye ile kurulacak özel işletmelere yetki vermek dışında bir yeniliğe sahip değildir. Bu yenilik de sözde “sol”umuzun iddia ettiği olumsuzluklara değil, tek bir bildiride dahi sözü edilmeyen özelleştirme sürecine karşılık gelir.
Kısacası bu anlaşma ile yapılan Çalışma Dairesi’nin zaten fiilen işlevsiz hale getirilmiş istihdam biriminin, özelleştirilmesidir. Ki bunun da Telefon Dairesi’nin, Elektrik Kurumu’nun, devlet okullarının veya devlet hastanelerinin özelleştirilmesinden bir farkı yoktur. Sürece emek temelinden bakan bir sendikal, siyasal muhalefetin temel eleştirisi neoliberal içeriğe dair olmalıyken; CTP ve türevi yapılar “egemenlik” ve yabancı iş gücü odaklı bir kampanya başlatmayı tercih etmiştir.
Peki durum böyleyse, egemenlik ve yabancı iş gücüne yönelik iddialar nereden gelmektedir? İddia sahibi solliberal feministler, solliberal sendikalar ve solliberal gazetelerin, esasta savunucusu oldukları özelleştirmeye karşı çıkamamaları anlaşılır olmakla birlikte kendi iddialarını kendilerinin temellendirmesi daha doğru olurdu. Ama onlar hiçbir maddeye gönderme yapmadıklarına göre, gelin duruma kısaca biz bakalım...
Egemenlik! Reddediyoruz!
Kayıt dışılığın ve güvencesiz çalışmanın artması, başta özel sektörde sendika yokluğundan kaynaklıdır, ancak bir diğer boyutu da Çalışma Dairesi’nin çalışma yaşamından soyutlanması ile ilgildir. Ki anlaşmadan önce ve sonra fiilen bu durumda hiçbir değişiklik olmaktadır. Anlaşmadan sonra Çalışma Dairesi’nin devre dışı kalacağı iddiası tamamen komiktir, çünkü Çalışma Dairesi zaten devre dışıdır ve bu solliberal CTP döneminde de statükocu UBP-DP döneminde de aynı şekildedir.
Çalışma Dairesi mevcut (mühür vurma, çalışma izni verme vb.) prosedürel işlevlerine anlaşmadan sonra da devam edecek, zaten yapmadığı iş ve işçi temini işlevleri de özelleştirme yolu ile sermayeye yeni rant alanları yaratarak çözümlenecektir.
Aynı şekilde, Çalışma Dairesi’nin işlevlerinin Türkiye İş Kurumu’na devredilmekte olduğu ve bunun da Reddediyoruz süreci ile benzeştiği iddiası tamamen asılsızdır. Anlaşmanın 6. Maddesi’nde aynen şu cümle geçmektedir: “KKTC’de istihdam edilen TC uyruklu işçiler ile işveren arasında imzalanan hizmet akitleri, Daire tarafından onaylanır. Daire tarafından onaylanan hizmet akitleri Kurum tarafından onaylanmış sayılır.”
Gene Anlaşmanın 7. Maddesi’nin birinci paragrafı şöyledir: “Çalışma ve ikamet izinlerinin verilmesinde, her bir Akit Taraf kendi mevzuat hükümelerini uygular.”
Anlaşmanın 10. Maddesi ise açıkça şöyledir: “Bu Anlaşmanın yorumlanmasında ve uygulanmasında ortaya çıkan her türlü anlaşmazlık, Akit Tarafların yetkili makamları veya yetkili kurumları arasında görüşmeler yoluyla çözümlenecektir.”
Egemenlik devri nerededir? Reddediyoruz süreci ile paralellik hangi noktadadır? Yalan söylemek bedava mıdır?
İddialar, Yalanlar ve Manipülasyon
“Emek piyasasındaki asimilasyon, göç, işsizlik” gibi feveranların zaten anlaşmadaki hiçbir madde ile ilişkisi yoktur. Bu sızlanmalar, neo-liberal politikalara uyumlu liberal kesimlerin; bu politikaların olumsuz sonuçlarına öfkelenen kitlelere, göçmen düşmanlığı aracılığı ile ulaşma girişiminden öteye bir anlam ifade etmemektedir. Halka Türkiyelilik Kıbrıslılık ayrımı temelinde bir öfke fısıldamanın sol ile solculuk ile bir alakası yokken; göç, işsizlik, ucuz iş gücü gibi olguların sermayenin doyumsuzluğundan kaynaklı ve kapitalizm ile doğrudan bağlantılı sorunlar olduğunu dile getirememek tamamen acizlik göstergesidir.
Anlaşma ile ilgili eleştirilerden diğer ikisi ise; daha önce yıllık veya iki yıllık düzenlenen çalışma izinlerinin “süresiz” hale geleceği ve işçilere keyfi olarak herhangi bir iş verilmesinin önünü açacağı iddialarıdır. Bu iddiaya dair görülebilen tek olgu; anlaşmaya ekli hizmet akdi örneğinde bulunan “işçinin hizmet akdinde yeralan işyerinde ve belirtilen meslekte çalışması esastır. Ancak işçinin de kabul etmesi halinde mevcut ücreti düşürülmemek koşuluyla işçi, işverenin aynı ülke sınırları içerisindeki diğer işyerlerinde çalıştırılabilir” cümlesidir. Öncelikle bu zaten fiili uygulamada da böyledir ve anlaşma ile hiçbir değişiklik olmamaktadır. Ayrıca da bu cümlede açıkça görülebileceği gibi “aynı işverenin başka işyerinden” bahsedilmektedir, başka bir patronun işyeri veya başka bir meslekten söz edildiği şeklindeki yorum ise tam anlamı ile zorlamadır. Daha da acısı, bu madde yıllardır Çalışma Dairesi tarafından onaylanmakta olan hizmet akidlerinde noktası ve virgülüne kadar aynı şekilde vardır. “Sektörler arası geçiş”, “işverenler arası dolaşım” gibi hayal ürünü iddiaların kaynağı herhalde akitlerde 10 yıldır bulunan bu madde değildir. Ama insan merak etmeden duramıyor, peki hangi maddedir?
Süresiz hizmet akdi konusu ise, İş Yasası’nı biraz bilen herkesin hakim olduğu gibi “güvencesizleştirme” değil, güvenceli çalışma anlamına gelir. Çalışma yaşamında güvencesizleşmeden şikayet ederken, tüm dünyada güvenceli istihdamın temeli kabul edilen süresiz akitlere itiraz etmek dünya sendikacılık tarihine orijinal bir katkıdır.
Ama bundan ötesi, akit süresiz de imzalansa çalışma izninin eskiden olduğu gibi yıllık veya iki yıllık düzenleneceği gerçeğidir. Çünkü “hizmet akdi” ve “çalışma izni” iki farklı şeydir ve çalışma izninin süresi hizmet akdine göre düzenlenmez. Zaten geçmişte de patron ve işçi arasında imzalanan süresiz akitler mevcuttur ve çalışma izni vermekle ilgili düzenleme bununla ilgisiz tamamen farklı bir konudur.
Cinsiyet Körü Feministler!
Anlaşmaya yönelik eleştrilerde parti çıkarları ile hareket edilince ortaya çıkan sendikal gafların bir benzeri FEMA açısından yaşanmıştır. Anlaşmayı neoliberal içeriğinden ve özelleştirme ile ilgili olumsuz noktasından eleştirmemeye özen gösteren FEMA, anlaşmadaki cinsiyetçi bakış açısını ise eleştirme zahmetine katlanmamıştır. Mecliste CTP grubunda hizmet veren bir de milletvekili olan liberal feminizmin temsilcisi FEMA, Anlaşma’da geçen şu maddeye dair eleştiri yöneltme gereği duymamıştır: “İşçiye; evlenmesi, evlat edinmesi, eşinin doğum yapması veya ana babasının, eşinin, kardeşinin, çocuğunun ölümü halinde, çalışılan Akit Tarafın mevzuatında öngörülen mazeret izni verilir.”
Anlaşmaya göre işçi kesinlikle bir erkektir! Bir feministin ilk okumada gözüne batacak olan bu madde, FEMA-CTP milletvekili için muhtemelen sakıncalı değildir ki, eleştirilerden muaf kalmıştır.
Yabancı Düşmanlığının Kökenleri
Söz konusu anlaşma neo-liberal politikalar çerçevesinde CTP, UBP ve DP eli ile işlevsizleştirilmiş Çalışma Dairesi’nin istihdam biriminin özelleştirilmesi ile ilgili bir anlaşmadır. Kamusal olarak yürütülmesi gereken bir hizmetin fiilen özel seköre kaydırılması ve sermayeye yeni rant alanlarının yaratılması esas nokatasıdır ve anlaşmanın eleştirisi de bu temelden yapılmalıdır.
Ancak liberal politikalar, sermaye, özelleştirme, serbest piyasa gibi emeğe yönelik yeni saldırı biçimleri ile uyumlu “yeni sol”, onun sendikaları, paravan “feminist” örgütleri ve gazeteleri böyle bir zeminden muhalefet örgütleyemezler. Çünkü zaten kendileri de liberaldir.
Bu sebeple anlaşmada olmayan şeyleri varmış gibi göstermek, olan şeyleri çarpıtmak ve muhalefet ediyormuş görünümü ile kendi kitlelerini uyuşturmak zorundadırlar. Yaptıkları da zaten budur.
Neo-liberal politikaların yarattığı yoksulluk, bunalım, öfke ve huzursuzluk, kapitalizm eleştirisi ve devrimci siyasete kanalize edilmezse; yabancı düşmanlığı ve göçmen işçilere yönelik nefrete dönüşür.
Tüm dünyada neoliberal politikalarla hiçbir derdi olmayan neo-nazi partilerin, kapitalizmin yarattığı öfkeyi göçmen karşıtlığına evriltmesi bunun bir örneği ise; bugün ülkemizde neoliberalizme itiraz etmeyen solliberallerin “emek piyasasının asimilasyonu” gibi cümlelerle Türkiyeli –Kıbrıslı düşmanlığını beslemesi de başka bir örneğidir.
Eğer kendimize, “tüm çabamıza rağmen neden bu ülkede hiçbir sorun çözüm yoluna girmiyor” diye soruyorsak; cevabını da siyaset, sendika, feminizm vb her alana çöreklenen bu yalan kumkumalarına hala prim vermekte oluşumuzda aramamız yanlış olmayacaktır.