İşgüzarlık abideleri

Ediz TUNCEL

Ercan’da hacı adaylarına ilahi dinlettirilmiş!

Akıllarınızı sevsinler sizin.

Açık hava tımarhanesinden farkı olmayan bu memlekette bir bu eksik kaldıydı, onu da hallettiniz.

Din istismarı söz konusu olunca şovmenlikte ve işgüzarlık yarışında sınır tanınmıyor, nasılsa tutan yok, dur deyen yok…

Neymiş efendim, bu gibi olaylar dünyanın çeşitli havalanlarında görülüyormuş…

Kusura bakmayın ama elinizin köründe görülüyor bu gibi olaylar…

Böyle işgüzarlıklar, böyle saygısızlıklar, böyle saçmalıklar, böyle terbiyesizlikler, böyle zır cahillikler, böyle kültür yozlukları ancak bizimki gibi açık hava tımarhanesinden farkı olmayan, sorma gir hanından farkı olmayan, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı memleketlerde olur.

Gidin de böyle bir olayı bir Avrupa ülkesinde veya medeniyetin akıl yoluyla yürütüldüğü bir yapın yüreğiniz varsa…

Şovmeni kolundan tuttukları gibi içeri atarlar, ilk önce sağlam bir akıl muayenesinden geçirirler, önce tımarhanelik olup olmadığına bakarlar, sonra da mahkemeye çıkarırlar…

Ben buna yıllar önce İngiltere’de şahit oldum, 2002 veya 2003 yıllarıydı, herifin biri öğlen vakti Stansted havalanında yolcuların oturduğu ortalık yerde namaz kılmaya kalktı, önce bir şaşkınlık yaşandı, sonra herifçioğlu  güvenlik görevlileri tarafından ayağa kaldırıldı,  yaka paça götürüldü, itirazlarına aldıran olmadı, orada bulunan yolcular o herife tiksinerek baktı…

Anladık, şovmenlik ve din istismarı hat safhada, artık ne yapacağınızı da iyice şaşırdınız…

Madem öyle, oldu olacak, alın size bir akıl daha….Memlekete gelen giden Asyalılara, Avrupalılara, Afrikalılara moral olsun diye milli marşlarını da çaldırın, Hıristiyanların milli ve dini günlerinde kilise ilahileri de dinlettirin bari, eksik kalmasın, yabancılara ayıp olmasın, eşitlik olsun, nasılsa işiniz gücünüz “özel hizmet, eşit hizmet”…

Unutmadan, bu arada, her fırsatta Ercan’ı “denetlerken” fotolarının gazetelerde boy boy çıkmasını ihmal etmeyen muhterem Ulaştırma Bakanımız Kemal Dürüst’ün pek değerli fikirlerini, düşüncelerini de duymak isteriz, velhasıl…

………….

Rum fanatikler kaç gündür sınır kapılarında yol kesme eylemi yapıyorlar.

Bu işgüzarlığa ilk kez 1996 yılında, ki o zaman sınır kapıları filan da açılmadıydı, sınır kapılarını zorlayarak başlamışlardı.

İşgüzarlıkla sapıklığı, fanatiklikle hayvanatlığı birbiriyle harmanlayan keş tayfası 21. yüzyılda bu kafalarla şov yapıyor, Rum hükümeti de bu züppeliği, bu şımarıklığı seyrediyor…

96’daki sınır olaylarında askerdeydim, en ileri sınır noktasındaydım ve hata Kabul etmeyen bir görevim vardı, Derinya ile Lefkoşa arasında gidip gelen çapulcu sürüsünü uykusuzluktan bitap düşmüş bir halde, gece gündüz takip ediyor, anında bizimkilere bildiriyordum, polis ve asker de verdiğimiz bilgiler sayesinde hemen gereken tedbiri alıyordu…

Bir gün altı tane “atlı kovboy kılıklı palyaço”, kafalarında bandanalar, suratlarında sakallar, kara gözlükler, daldılar Limya köyünün içine, bizim bulunduğumuz yerden sınırı geçmeye niyetlendiler…

Rum polisi köy içinde sınıra doğru gelen üç yola tedbir olsun diye üç polis yerleştirmişti, ikisi erkek, biri bayan…

Rum kovboylar tesadüf eseri kadın polisin beklediği yola girdiler ve motorlarını homurdatarak sınıra doğru sürdüler.

Yaz güneşinden yanan genç kadın polis bir evin duvarının dibine çökmüş, gölgede kendini güneşten korumaya çalışıyordu.

Motorları sokakta görünce yay gibi yerinden fırladı ve yolun tam ortasında durdu, motorluları da durdurdu…

Önce aralarında sert bir tartışma yaşandı, arkasından kadın polis kafasındaki şapkayı yere attı, belindeki copu çekti ve gardını aldı, belli ki kendisini ilk geçmeye çalışan serseriyi vurup motorundan aşağı atacaktı…

Palyaçolar bir an tereddüt ettiler, sonra biraz motorlarını hareketlendirdiler.

Tam o anda, elimdeki silahı havaya kaldırdım, avazım çıktığı kadar İngilizce olarak bağırdım ve sınıra temas eden herkesi vuracağımı söyledim, birbiri arkasına aynı uyarıyı defalarca yaptım, iyice anlasınlar diye…

Durakladılar, bir süre bana baktılar ve motorlarını “balarislediler”, sonra gerisin geriye dönüp defoldular ve Larnaka anayoluna çıktılar…

Bağırtılarımı duyan Rum askerleri de bulundukları manga yatma yeri olan küçük karargahtan birkaç silahı bana çevirmişti.

Benim askerler de aynı anda makinelileri onların üzerine çevirdiler, kendilerine benim ilk ateşi açmamla birlikte o manga yatma yerini anında kalbura çevirmeleri emrini vermiştim ve dediğimi de anında uygulayacaklardı.

Neyse ki iş büyümedi.

Serseri tayfası sınıra gelseydi,  vurur muydum, o kadar öfke doluydum ki evet vururdum, ama öldürecek şekilde değil, özellikle kıçlarından, hayat boyu unutmayacakları şekilde vururdum, ki elimdeki silah da nokta atışları yapacak şekilde ayarlanmıştı…

Aynı günlerde, otuz kadar palyaço, ki günde birkaç kez aynı serserileri görünce artık tanış olmuştuk,  Rum polisine de rahat vermiyordu.

Larnaka anayolunda, tam da önümüzde,  bu palyaçolardan bir tanesi motoruyla Rum polisinin kullandığı Pajero’ya yaklaştı ve nasıl becerdiyse, Yunan bayrağını arka tampona geçirdi.

Bunun üzerine araç yavaşlayarak durdu, arkadan gelen palyaço grubu da aracın arkasında durdu…

Aşağı inen bir polis bayrağı çektiği gibi yırtarak tampondan aldı ve dürdü, büktü, bunların suratına savurdu.

Bayrağın kendilerine savrulmasına içerleyen serseriler motorlarından inip de polise sataşmaya kalkınca olanlar oldu.

Araçtan inen diğer polisler de coplarını çekip bu sürüye saldırdı, topu topu bir iki dakika içinde çapulcu sürüsünün hepsi yerlerde sürünüyordu, arkalarında ise Lefkoşa istikametinden gelip de Larnaka’ya gidecek araçlardan kilometreye varan bir araba kuyruğu oluşmuştu.

Rum polislerin çapulcu tayfasını acımasızca dövmesini seyrederken anladık ki polislerin elindeki coplar elektrikliydi ve her vurulan çarpılarak yere düşüyordu…

Bu arbedeyi Sigma televizyonunun serseri takımını sürekli havadan takip eden helikopteri de yol üstünde dolanarak çekti.

Manzara görülmeye değerdi.

Polisler işlerini bitirince araca binip yollarına devam ettiler, yolun içindeki çapulcu sürüsü de öylece kalakaldı, arkalarında biriken arabalardan inenlerin yardımıyla ayağa kaldırıldılar, motorları da yol kenarına çekildi ve yol bir süre sonra açıldı…

Sabrın patladığı yerde yaşanan, tamamen tepkisel bir olaydı bu…

Ancak çapulcu sürüsü bunu fazlasıyla haketmişti.

Derinya olaylarında ise Rum tahrikleri misliyle karşılık vermek isteyen “organize ve ısmarlama” bir güruh da hazırdı ve görevlerini kusursuz bir şekilde yerine getirdiler, iki çapulcunun “Türk elinde” ölüp de tarihe geçmesine, kahraman olmasına vesile oldular.

Direkte vurulan zibidi kıçından vurulsaydı, değil kahraman, hayatı boyunca alay konusu olduğuyla kalacaktı…

Kafası sopalarla kırılan zibidinin kafası yerine kıçı et lapası olana kadar ezilseydi, o da hayatı boyunca alay konusu olduğuyla kalacaktı…

Çok muhtemeldir ki yaşlarına baktığınızda bugünün motorlu zibidileri, o günlerin kıçında yırtık don ile sokakta dolanan tüysüzleriydiler…

Abilerinin işgüzarlığını marifet sayıp,  yıllar yılıdır aynı teraneyi devam ettiriyorlar…

Benzerleri bizde de vardı ve Kuzeye geçen Rumlara terör estirmekten,  benzer soytarılıkları yapmaktan geri durmuyorlardı…

Ta ki bizim polis bunlardan bir grubu Gönyeli kavşağında bir temiz dayaktan geçirene kadar, ki o dayağı da görmek bana nasip olmuştu…

Dayaktan sonra kuyruklarını kıstırıp, köşelerine çekildiler, o gün bugündür sindiler.

İşgüzarlıkta şampiyonluğu kimselere kaptırmamak için birbiriyle yarışan, kendi kafasına ördüğü çorapların suçunu hep başkasında arayan, çözümü de hep başkalarından bekleyen, ama bu arada, her türlü pişkinliği, soytarılığı da yapmaktan geri durmayan,  haddini bilmez tayfası ne yazık ki hem karşı tarafta var, hem de bu tarafta…

…………….

Ve Sayın Akıncı, en nihayet anladığımız dilden konuştu ve Ruma resti çekti!

İyi de yaptı, olması gerekeni söyledi,  ancak Sn. Akıncı’nın söylemlerinde yine birşeyler eksik kaldı…

Neyin eksik kaldığını defalarca yazdık, söyledik, onu da Sn. Akıncı’dan duyalım bir zahmet…

Ne duymak istediğimizi de bir daha hatırlatalım: Ben vatandaş olarak Türkiye’nin açılımlarını ve saçılımlarını duymak istemiyorum, duyma ve görmek istediğim, adına ister KKTC densin, isterse Kıbrıs Türk Devleti, bu devleti resmen tanıdığını, bu devletin tanınması için resmen uğraştığını görmektir, duymaktır…

Kıbrıs Türkü adına Rumla muhattap olmasını da istemiyorum, Ruma “Çok istersen muhatabın Kıbrıs Türkü’dür, bundan böyle sadece Kıbrıs Türkü ile görüşeceksin” demesini istiyorum…

Sn. Akıncı da bunları dile getirmez ve görüşmelerde Türkiye’nin gölgesinde kalmaya devam ederse, bu vesileyle de Kıbrıs Türkü Rumlar tarafından aşağılanmaya, horlanmaya, adam yerine konmamaya devam ederse, Sn. Akıncı’nın Ruma çektiği rest de dostlar alışverişte görsün resti olacaktır, başka birşey değil…