Artan sıcaklıklar, kuraklıklar, seller… İklim krizi, yirmi birinci yüzyılın en büyük küresel sorunlarından biri. Etkileri elbette tüm insanlık için tahrip edici ve hatta yıkıcı boyutlarda. Ancak araştırmalar gösteriyor ki, iklim krizi gibi çevre sorunlarının etkileri; bölgelere, nesillere, yaşa, sınıflara, gelir gruplarına ve cinsiyete göre değişiklik gösteriyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) bulgularına göre; iklim krizinin en büyük etkilerini, halihazırda en savunmasız ve dışlanmış durumda olan kişiler yaşayacak.
Peki, kadınlar neden çevre sorunlarından daha fazla etkileniyor?
Kadınların iklim krizinden daha fazla etkilenmesi aslında sosyal, ekonomik ve kültürel bir dizi faktörden kaynaklanıyor. Birleşmiş Milletlere (BM) göre yoksulluk koşullarında yaşayan 1,3 milyar insanın yüzde 70’i kadın. Dolayısıyla bu tablo karşısında kadınların çevresel ürün ve hizmetlere erişimi ve kontrolü de sınırlı hale geliyor. Kadınlar süregelen pek çok aksaklık nedeniyle karar alma süreçlerinde erkeklere oranla daha az yer alıyor ve çevre yönetimine de pek dahil edilmiyor. Tüm bu nedenler bir araya geldiğinde ise kadınlar iklim kriziyle daha az mücadele edebilir konumda kalıyor.
Gelişmekte olan ülkelerde gıda üretiminin yüzde 45 ile 80’ini kadınlar karşılıyor. Yemek pişirme, haneye su temini, ısınma için gerekli enerji, gıdanın korunması gibi görevler de genelde kadınların üzerinde. Bu da demek oluyor ki, kuraklık, sel gibi aşırı hava koşulları, gelirini çiftçilikten elde eden kadınların kaynağını tehlikeye atarken aynı zamanda evin ihtiyaçlarını sağlamakta da zorlanmalarına neden oluyor.
İklim krizi, doğal afetler ve çevresel bozulmalar nedeniyle göç ve kriz durumlarında kadınlar ve kız çocukları çeşitli cinsel şiddet türlerine de maruz kalıyor. 2019’da BM Kalkınma Programı (UNDP) Uganda’nın sulak bölgelerinde geçimleri tarıma dayalı bir topluluğu inceledi. Yapılan araştırma, iklim krizinin bölgedeki tarım ve hayvancılık faaliyetlerini azalttığını ve haliyle ekonomik sıkıntıların ortaya çıktığını gösterdi. BM verilerine göre, iklim krizi sonrası kadınlara uygulanan şiddet olaylarında artış görüldü. Yetişkin kadınlar ve kız çocukları, yiyecek ve su bulabilmek için kurak mevsimlerde yolculuk yaparken cinsel tacize maruz kaldılar.
Tüm bu araştırmalar doğrultusunda artık net bir şekilde söyleyebiliriz ki; kadınlar iklim krizi ve beraberinde gelen sorunlardan çok daha fazla etkileniyor! İşte tam da bu nedenle, cinsiyet eşitliği ile çevre koruma birlikte ele alınmalı ve sürdürülebilir bir geleceğin inşasında cinsiyete duyarlı stratejiler üzerinde çalışılmalı.
Ecofeminizm ile iklim krizine farklı bir bakış
Ekofeminizm, kadın hakları ve çevre aktivizminin birleşimini temsil eden felsefi bir yaklaşım. 1974’te kadın ve çevre arasındaki ilişkinin önemsendiği zamanlarda Françoise d’Eaubonne tarafından kadınların dünyayı kurtarmak için önderlik yapması düşüncesiyle ekolojik devrim niteliğinde ortaya çıktı. Ynestra King tarafından 1976’da Toplumsal Ekoloji Enstitüsü’nde geliştirilen ekofeminizm, kadın ve doğa sorunlarının nedenini erkek egemenliğin bir sonucu olarak ele alıyor. 1980’de Amherst, Massachusetts’te “Dünyada Yaşam ve Kadın” adlı konferansta, nükleer ve silah karşıtı hareketler ve ekofeminizm savunuluyor. 1980’lerden sonra ise aktivist gruplar ve konferanslar ile ekofeminizm düşüncesi yaygınlaşıyor. Ekofeministler, doğal çevrenin tahribatının, kadınların sömürülmesi ve baskılanmasının bir sonucu olarak ortaya çıktığını savunuyor. Erkek egemen toplumların çevreye ve kadınlara zarar verdiğini iddia ediyor ve bu sorunların yalnızca cinsiyet eşitliği ve çevre koruma çabalarının birleşimiyle çözüleceğine inanıyor. Bu yaklaşıma göre, hem kadınların hem de doğanın haklarının korunması birbirine bağlı. Birine dair sorunların çözülmesi ise diğerinin üzerinde iyileştirici bir güce sahip.
İşte tam da bu noktada kadının toplumdaki yeri ve rolünün güçlenmesi, doğanın iyileşmesi adına büyük bir görev üstlenecek!
Peki bu ideale nasıl ulaşabiliriz?
Daha yüksek çevresel bilince sahip olan kadınlar, ekofeminizm yolunda, çevre sorunları hakkında bilinçlendirme çalışmalarında seslerini duyurabilir. Toplulukları, çevrenin önemi ve korunmasının cinsiyet eşitliği ile bağlantılı olduğu konusunda bilgilendirebilirler. Kişisel olarak sürdürülebilir yaşam tarzını benimseyebilir; enerji tasarrufu, atık azaltma, geri dönüşüm gibi adımlar atarak karbon ayak izini düşürebilirler. Çevre koruma kampanyalarına katılarak doğa tahribatına karşı mücadele edebilir, sivil toplum örgütleri ve aktivist grupları destekleyebilirler. Maalesef hala dünya çapında çevre sektöründeki üst düzey yönetimde ya da bakanlıklarda kadının varlığı yüzde 12 olarak raporlanıyor. Bu nedenle, bu alanlarda kadınların aktif rol alması için çok daha fazla çaba sarf etmemiz gerekiyor.
Araştırmalara göre kadınların ve kız çocuklarının çevre sorunlarından daha fazla etkilendiği açıkça ortada. Burada ekofeminizm hareketi ile yine kadınlara büyük bir pay düştüğü düşünülse de aslında cinsiyet eşitliğini savunmak her birimizin görevi.
Dolayısıyla sürdürülebilir bir geleceğe katkı sağlamak için birey olarak çevrenin korunmasında aktif rol oynamalı, daha eşit ve iyi yaşam koşulları için geleceğin inşasına hep birlikte katılmalıyız.