Ateroskleroz yani damar sertliği günümüzün en sık görülen hastalıklardan biri olup, özellikle obezite, kötü beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik, aşırı alkol tüketimi ve tabii ki genetik özellikler sayesinde gittikçe daha sık ve daha genç yaşta görülmeye başlanmıştır. Kalp krizine bağlı ölümlerin temel nedenidir.
Yakın Doğu Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi Müdürlüğüne açıklamalarda bulunan YDÜ Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr.Nail Bulakbaşı, Kalp krizine bağlı ölümlerin temel nedeninin damar sertliğine bağlı olduğunu belirtti.
Prof.Dr. Bulakbaşı; yaygınlaşmasındaki en temel neden, yukarıda sayılan ve modern yaşamın ivmelendirdiği, insülin direncindeki artışın neden olduğu obezite ve tedavi edilmediği takdirde ardından ortaya çıkan tip 2 diyabet hastalığıdır. Obez hastalarda sıklıkla izlenen ateroskleroz, insülin direnci (diyabet) ve hipertansiyon birlikteliği, “metabolik sendrom” olarak da adlandırılan klinik tablonun en temel üç saç ayağını oluşturmaktadır.
Atreoskleroz özellikle atardamarların duvarlarındaki değişik tabakalarda kalınlaşma ve sonrasında içerisinde pıhtı oluşumu ya da kalsifikasyon gelişimine bağlı damar lümeninde daralma ile seyreden ilerleyici bir hastalıktır. Tutulan atardamarın beslediği organlara giden kan akımının azalmasını sağlayan damar lümenindeki daralmaya (stenoz) bağlı gelişen organ beslenmesindeki azalma (iskemi) yanında, bu aterosklerotik odaklardan kaynaklanan pıhtıların daha uç damarları tıkaması (emboli) sonucu doku ölümlerine (infarkt) de neden olabilirler. Bu nedenle ateroskleroz, günümüzde ölüm veya vücutta kalıcı hasar oluşturan myokard infarktı, inme veya uç organ kayıpları gibi birçok hastalığın gelişmesinin temel nedenidir.
Özellikle beyine giden boyun damarları (karotis ve vertebral arterler) başta olmak üzere, aorta ve ondan çıkan kol ve bacak damarları ile koroner (kalp) arterlerde ateroskleroz gelişimine bağlı darlık ve tıkanmalar, günlük pratikte sıklıkla rastladığımız bulgulardır. Koroner arterler dışındaki diğer arterlerde ortaya çıkan aterosklerotik değişikliklerin tanısında kullanılan ilk yöntem Ultrason (US) ve Renkli Doppler Ultrason (RDUS) incelemeleridir. Bu yöntemler radyasyon kaynağı içermeyen, kolay, ucuz ve zararsız teknikler olmakla birlikte, başarısı yapan hekimin deneyimine bağlıdır. Bu nedenle bu tetkiklerin hastanemiz gibi uzmanlaşmış merkezlerde yapılması, doğru ve güvenilir sonucun elde edilmesi için gereklidir. Yetkin ellerde yapılsa bile US ve RDUS, ileri darlık (%90 üzeri) durumlarında veya daralmış segmentin uzun olması gibi durumlarda bazen yetersiz kalabilmektedir.
US ve RDUS’da şüpheli veya yetersiz bulguların elde edildiği durumlarda ve özelikle de tedavi amaçlı radyolojik girişimsel işlem veya cerrahi planlanan olgularda yapılması gereken tanısal yöntem, kol toplardamarından kontrast madde verilerek yapılan BT (Bilgisayarlı tomografi) anjiografi (BTA) incelemesidir. BTA incelemesi, aterosklerotik damar hastalığının derece ve yaygınlığı konusunda en doğru ve en güvenilir sonuçları veren radyolojik görüntüleme yöntemidir. Koroner arterlerde dâhil olmak üzere tüm vücut damarlarına uygulanabilen BTA yönteminde, hem damar lümenindeki darlık derecesi hem de darlığa neden olan duvar patolojisinin tipi ve yaygınlığı kolaylıkla görüntülenebilir. Bu özelliği ile kasıktan kateter yerleştirilerek yapılan dijital çıkartmalı anjiografiden (DSA) çok daha iyi sonuçlar veren BTA tekniğinin en temel dezavantajı ise, radyasyon içermesi ve kontrast madde kullanılmasıdır. Ancak hastanemizde bulunan 64 dedektörlü dual BT cihazında olduğu gibi son teknoloji ile üretilen BT cihazlarında artık eskisi gibi çok yüksek dozlar kullanılmamakta, aksine kabul edilebilir sınırlar içindeki düşük dozlar ile BTA yapılabilmektedir. Aterosklerotik hastaların ilk tanıları yanında özellikle stent veya ameliyat ile tedavi edilmiş hastaların takibinde de BTA etkin bir şekilde kullanılır. Özellikle stent açıklığı veya tekrarlayan daralma durumlarında, DSA’dan kat be kat daha az dozlarda ancak en az DSA kadar hatta DSA’dan daha doğru ve etkin sonuçlar vermektedir. Bu sayede tedavi sonrası hastalarımız çok daha az radyasyon dozu ve invazif olmayan bir yöntemle kolaylıkla değerlendirilebilmektedir.
Bu alanda kullanılan diğer bir radyolojik yöntem ise Manyetik Rezonans Anjiografi (MRA) incelemeleridir. Hastanemizde yakın zamanda upgrade edilerek 16 kanala çıkarılan MR cihazımızda olduğu gibi, günümüz modern MRG cihazlarının çoğunda bulunan yeni MR sekansları ile, kontrast madde kullanılmaksızın koroner damarlarda dahil olmak üzere tüm vücut damarlarının gösterilmesi artık mümkün olmaktadır. MRA yanında beyin ve kalp gibi yaşamsal organlarda, kontrast verilerek yapılan perfüzyon (canlılık) teknikleri ile bu organlarda ateroskleroza bağlı gelişen beslenmesi bozulmuş (iskemik) alanlar, ölü (infarkt) alanlardan rahatlıkla ayırt edilebilmektedir. BTA’ya oldukça iyi bir alternatif olan bu yöntem özellikle kontrast madde kullanımının uygun olmadığı (böbrek yetmezliği, diyaliz, bazı kanser hastaları gibi) hastalarda veya çocuklar gibi radyasyon riskinin yüksek olduğu yaş gruplarında etkin bir şekilde kullanılmaktadır.
Tanısal işlemler yanında Radyoloji Anabilim Dalı Başkanlığımızda aterosklerotik damar hastalıklarının tedavisi de etkin bir şekilde yapılmaktadır. Hastanemizde DSA işlemleri, tüm modern radyoloji kliniklerinde olduğu gibi, ağırlıklı olarak tanıdan çok tedavi amacıyla kullanılmaktadır. Bu amaçla DSA cihazı kılavuzluğunda damarlara yönelik darlık veya tıkanıklıkları açma ( anjioplasti ve dilatasyon) ve bu açıklığın kalıcı hale getirilmesi (stent yerleştirme) gibi işlemler başarı ile uygulanmaktadır. Aynı şekilde beyin, böbrek veya bağırsaklara giden damarlardaki ileri daralma veya ani tıkanma durumlarında da anjioplasti veya stent ile darlıkları tedavi etme uygulamaları yapılmaktadır. Toplardamar sistemine yönelik olarak ise santral venöz kateter (Port) veya diyaliz hastalarına kalıcı tünelli kateter yerleştirilmesi gibi işlemler başarıyla gerçekleştirilmektedir. Bu sayede rahatlıkla kronik böbrek yetmezliği olan hastalar diyalize girebilmekte, kanser hastaları ise kemoterapilerini alabilmektedir.
Sonuç olarak aterosklerotik damar hastalığı hem dünyada hem de ülkemizde en sık görülen ve en sık kalıcı veya ölümcül hasarlara neden olabilen bir hastalıktır. Bu hastalığın erken tanı ve tedavisi ile bu kalıcı hasar ve ölüm riski çoğu hastada ileri derecede azaltılabilmekte, hatta bazı hastalarda ise tama yakın ortadan kaldırılabilmektedir. Bu nedenle vücudun diğer sistemleri gibi kalp ve damar sistemimizin de rutin kontroller ile takibi ve erken tanı konan lezyonların zamanlı tedavisi ile bu büyük risk ileri derecede azaltılabilir.
Bu işlemlerin YDÜ Hastanesi gibi donanımlı ve tecrübeli merkezlerde yapılması, tanı ve tedavideki hata olasılığını azaltacağı gibi çoklu klinik yaklaşımlar ile modern tıbbın gerektirdiği farklı tedavi seçeneklerinin sunulması zenginliğini de sağlayacaktır.