Çocukluğumda, her ramazan ayında, çarşıda sadece bir tane iftar çadırı kurulurdu.
Ama öyle, şimdiki gibi masalar falan, şatafat, gösteriş yoktu.
Altlarında, odun ateşi yanan kocaman kocaman kazanlar ve torbalar dolusu da ekmek vardı.
Kazanlardan buharla beraber mis gibi yemek kokuları yayılırdı.
Çocukluk işte, her akşam üstü iftara doğru, ramazan pidesi almaya giderken, gelen yemeklerin kokusuyla, oradan yemek almaya çok özenirdim.
Ama ailem izin vermezdi.
O yemeklerin, maddi durumu iyi olmayan, ihtiyaçlı insanlara ait olduğunu söylerlerdi.
O çadırlarda yemek, yemek hiç nasip olmamıştı ama her gün kokusunu duyup, anneme söylediğim yemek, bir ay boyunca annemi, ertesi gün “ ne pişireceğim” derdinden kurtarmıştı..
O dönemin insanları, o kadar onurlu ve gururluydu ki; bırakın ihtiyacı olmayanın o çadıra gitmesini, ihtiyaçlılar bile yapılan yardımları sıkılarak alırdı.
Gerçekten de, ihtiyaçlı insanlar, getirdikleri kaplarla yemeklerini ve ekmeklerini alıp utana, sıkıla evlerine giderlerdi.
Hem yemek alanlar utanırdı hem de yemek dağıtanlar yaptıkları işi afişe etmezlerdi.
Yapılan hayrın, dillendirilerek reklam edilmesi, ayıp sayıldığı kadar; dinen de günah sayılırdı.
Büyüklerimiz hep, “ sağ elinle yaptığın hayırdan , sol elinin bile haberi olmamalı” derlerdi.
Oysa şimdi öyle mi?
Kurulan çadıra gelenlerin bir çoğu, üniversite öğrencisi.
Tabi ki , ailesinden uzak ya da gerçekten maddi sıkıntı çeken ,üniversite öğrencilerinin, böyle bir şeyden yararlanmasına karşı değilim.
Ancak sabah bet salonlarında gördüğünüz öğrencileri, akşam da iftar çadırında görmek biraz düşündürücü.
Ha bir de beleşçiler var tabi.
Oruçla, hiçbir ilgisi olmadığı halde bedava yemek bulunca gelenler.
İnşaat işçilerinden tutun da, sokak çocuklarına kadar ihtiyacı olsun olmasın; bir çok kişi gidiyor o çadıra.
Bunların içerisinde en mutlu olduğum ise sokak çocuklarının gidiyor olması.
En azından, senede bir ay da olsa , midelerine sıcak yemek giriyor.
Aslında utanç duyacağımız bir olay ama yine de sevindiriyor beni doğrusu.
Tabi ki, iftar çadırlarına giden, insan profilinin değişmiş olmasından çok, bu işin yapılış şeklinin değişmiş olması asıl vahim olan.
Kurulan çadırların şeklinden tutun da, reklam edilip, siyasi malzeme yapılarak; adeta bir şova dönüştürülmesi, dinin, siyasete alet edilmesinin en çirkin ve en belirgin göstergesi.
İnsanların , gözüne soka soka, dini vecibelerin , yerine getiriliyormuş gibi gösterilmesi, hedeflenen gerici toplum ve “İslami” yönetim anlayışının da alıştırma basamaklarıdır kanaatimce.
Eskinin onurlu iftar çadırları, sanki şimdinin birer, hisseli harikalar kumpanyası….
Aslında, insan onuruna yapılan bu saygısızlıktan dolayı, yapanlara kızmamak lazım.
Asıl kızılması gerekenler, insan onurunun, ayaklar altına alınıp, insani değerlerin yok edilmesine izin verenler..
Cahil olan, sorgusuz sualsiz, söylenene inanırsa; “aydın” olan da kandırana da, kandırılana da ses çıkarmayıp, seyirci kalırsa ; karanlığın çökeceği de kaçınılmaz olur.
Kaldı ki, aydın, ya da ilerici saydığımız bir çok kişi de bu iftar yarışına girmiş durumda.
“Onlar iftar ziyafeti verir de ben geri i kalacağım” mantalitesiyle, gericiliğe hizmet ediyorlar adeta.
Oysa ki, iftar yemeğini verenlerin sayısının çoğalması kadar, bir yemeğe muhtaç olanların sayısının daha hızla çoğalıyor olması dile getirilmeli.
Aradaki uçurum sorgulanmalı.
Bir kereye mahsus ya da bir ay boyunca yemek verenlerin, 11 ay boyunca da bu insanları sömürerek nasıl daha da fakir hale getirdikleri dillendirilmeli.
Öyle yarışa girip, 11 ay boyunca sırtından para kazandıkları insanlara yemek vererek vicdanlarını rahatlatanlara ortak olunmamalı.
Karanlık yollarla kazanılan para ile yapılan şovların arkasına takılıp gidilirse,
Aydın olan, aydınlatmaktan kaçınırsa, karanlıklar nasıl çıkar aydınlığa?