19 Mayıs Atatürkü Anma Gençlik ve Spor Bayramı hem Türkiye’de hem KKTC de anlamlı tören ve etkinliklerle kutlandı. Ama beni en çok duygulandıran Ankara Anıtkabir’e Atatürk e ziyarete ellerinde bayrakları ile akan binlerce insan ve Nobel ödülünü Atatürk e adayan Prof.Dr. Aziz Sancar’ın madalya ve beratını ödülünü alırken söz verdiği gibi bu anlamlı günde Ata ya sunması idi.
Bu haftanın pazartesi öyküsü ise hem 19 Mayıs’ın bayramlaşması hem de Beşiktaş’ın Türkiye de kupayı müzesine götürmesi ile de örtüştüğünden gazeteci büyüğümüz tanınmış spor yazarı İlker Sarıer‘in yıllar, yıllar önce Sabah Gazetesindeki Polemik adlı köşesinde yayınladığı benim de televizyonlarda birkaç kez seslendirdiğim ”Kardelen “ bu hafta sayfamızda sizlerle buluştu… Cumhuriyete kan ve can verenlere selam olsun…Kutlu ve mutlu olsun…
“Fethinden 500 yıl sonra İstanbul, kansız savaşsız İngilizlere teslim edilmişti bir mayıs sabahı. Dolmabahçe önünde son silahlı birlik de silahlarını teslim ediyordu.
Yüzbaşı Şeref ve birliği manga, manga tüfeklerini ve tabancalarını İngiliz subaylarına teslim ediyordu. Birliğin sonu geldiğinde İngiliz çavuş, Şeref Yüzbaşı’ya bağırdı:
Sör! Tabancanız...
Şeref hiddetle döndü, elinin tersiyle çavuşa vuracak oldu. İngiliz Binbaşı araya girdi ve “Tabancanız kalsın, mermileri boşaltınız yüzbaşı” dedi. Şeref hiddetle beline asıldı, “altıpatlar”ını çekip gökyüzüne çevirdi, tambur pimini çekti, pirinç kovanlı ve uçları çentikli altı mermiyi yere boşalttı. Kabzası laz işi, baba yadigarı tabancasını kılıfına soktu, asker dönüşüyle birliğinin karşısına geçti. Hazırolda bekleyen 120 asker yumrukları sıkılı, dişleri kenetli, Galiçya’dan Hicaz’a, Trablusgarp’tan Fizan’a peşinden gittiği o mert adamın ağzının içine bakıyordu. Bir emir verse, bir avuç züppe İngiliz’i elleriyle boğabilirlerdi.
Şimdi dağılıyoruz arkadaşlar. Sizleri 10 yıldır sabırla bekleyenlerin yanına gidin. Ama unutmayın bu iş daha bitmedi, bu millet esaretini yenmek için sizin gibi yiğitlere ihtiyaç duyacaktır. Hakkınızı helal eder misiniz?
Bir an sessizlik oldu. Elleri cebinde ve cebinde tuttuğu yuvarlak metal çerçeveli gözlüğü olduğu halde bekledi. Bekledi, bekledi... Birliğin çavuşu bir adım öne çıktı: Bizim helalimiz seninle şehit düşmektir komutanım.
Şerefin gözlerinden, hiç de istemediği halde iki damla yaş süzüldü, ellerinde tuttuğu gözlük tuzla buz olmuştu. Avuç içi kanıyordu.
Yağmur yağıyordu. Kan damlaları Dolmabahçe’den Beşiktaş’a doğru aralıklarla Şeref’i takip ediyordu. Dolmabahçe Sarayı Harem Dairesi ardındaki duvarın altında omuzundaki yıldızlı apoletleri söküp elini sardı. Kanı emen apoletin ipek örtülü yıldızlan kıpkırmızı oluverdiler.
Şeref Bey, Beşiktaş’a vardı. Kıyıda soluklanıp teknesinin altını onaran bir balıkçıyı seyre daldı. Ama sanki oralarda değildi. Sırtına dokunan elle irkildi. Genç denizci bir şeyler söylüyordu.
Asker ağa, asker ağa ? Okun yazman var mıdır?
Evet. Hayrola?
Ağam be, teknenin adını yaz olur mu?
Tamam. Nedir teknenin adı?
Kardelen...
Sevgilinin adı mı?
Hee.. Nerden bildin?
Harp Okulunda aldığı “Hat” dersi ilk kez işine yarıyordu. Şeref, Osmanlıca ve bir kardelen şekline benzer motifle yazdı tekneye genç denizcinin sevgilisinin adını: “KARDELEN”
Sonra “nerelisin” diye sordu denizciye...
İneboluluyum. İstanbul’daki Rum meyhanelerine tuza basılmış torik getiririz. Rumlar lakerda mı ne diyorlar. Fener’i dönerken tekne altını vurdum. Burada onarıyorum. Kısmetse öğlen namazı tekneyi indirip İnebolu’ya yelken basacağım.
Yüzbaşı Şeref, Akaretler Yokuşu’ndan Osmanoğlu Konağı’na yürüdü. Konağın kapısını müstahdem açtı.
Şeref Beyim, hoş gelmişsin... BJK Divan Kurulu Üyesiydi Şeref. Eskrim takımında kılıç hocasıydı ve futbol takımında de kalecilik yapıyordu. Şeref, konağın ahşap merdivenlerini hışımla çıkıp çatıdaki malzeme deposuna girdi. Kısa çatı camının altına oturdu. Tabancasını çıkardı. Cepkeninde enfiye kutusunu eline aldı. Kutuyu, kulağına götürüp iki salladı. Sedef kakmalı enfiye kutusu tıkırdamaya başlardı. Kutuyu açtı, içinden pamuğa sarılmış gümüş bir kurşun çıktı. Kurşunu çizme derisine süre süre iyice parlattı. Sonra tabancasının tamburuna sürdü, tamburu hızla çevirip kapattı. Kırlaşmaya başlayan şakaklarına götürdü. “Affet” dedi.
TIK... boş, TIK... boş. TIK… yine boş...
Şeref Yüzbaşı, intihar etmeye çalışırken yakın dostu Ahmet Fetgeri girdi içeri. Şeref’in elindeki silahı kaptı. Koltukaltından tutup Şeref’i aşağıya indirdi. Sade kahve ile birer sigara içtiler.
“Herşey bitti” dedi Şeref.
“Daha değil” dedi Fetgeri.
“Dün akşam Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul’u terk edip Anadolu’da mücadeleyi başlatmak için gemiyle Samsun’a doğru yola çıktılar”
Gözleri parladı Şeref’in. Bir kuş olup o gemiye yetişmeyi geçirdi aklından.
“Nasıl giderim ben de?” dedi.
“Çok zor. Salmazlar seni İstanbul’dan.” dedi Fetgeri. Çaresizlik hissederken bir anda “Kardelen” geldi Şeref’in aklına...
Fetgeri’ye Kardelen’i anlattı. Artık Şeref’i durdurmanın imkanı yoktu. Yukarı çıktı, üç beş parça eşyasını bez asker torbasına sıkıştırdı, iki dost sarıldılar.
“Ha, unutmadan bu torbayı da al, lazım olur belki” dedi Fetgeri.
“Nedir bu?” diye sordu Şeref.
“Denize açılıncaya kadar sakın açma” cevabını aldı.
Kardelen denize inmiş, yelken açmaya hazırlanırken bir sesle irkildi denizci: Tayfa lazım mı? Buyur ağam, dedi denizci.
Kardelen, Anadolu Feneri’ni geçip Karadeniz’e yol alırken, Şeref erguvanlara son kez baktı. Yaralı elini Karadeniz’in az tuzlu temiz sularında yıkadı. Temiz bir bez parçası aradı sarmak için. Fetgeri’nin verdiği torbanın düğümünü açtı. İçinde beyaz bir beze sarılı yuvarlak bir şey vardı. Bu bez olur diye açtı bezi ve Kardelen’in içine bir futbol topu yuvarlandı. Gözlerine inanamadı. Bu top mahalli ligde gol yemeden şampiyon oldukları ve hatıradır diyerek sakladıktan “Ertolhd” marka, içten lastikli pahalı futbol topuydu. “Ah be! Fetgeri” dedi, içinden ve güldü.
Birinci gece, Ağva limanında demirlediler. Lakerdanın satılmamış kısmıyla, mısır ekmeği, erik rakısıyla akşam yemekleriydi. Ertesi gün Kardelen, Pazarbaşı burnunu almış, Karasu’ya doğru yelkenleri doluyordu. Dördüncü gün, Amasra limanı çıkışı denizci hayıflandı.
“Hava patlayacak ağam” dedi.
Teknedeki topun bir o yana, bir bu yana gidişini seyreden Şeref, başını kaldırdı. Deniz tarafı tamamen kararmıştı. Bir süre sonra yağmur eşliğinde öyle bir fırtına başladı ki, Şeref’in midesi allak bullak oldu.
“Yelken ipinden uzak dur ağam, ayağına dolanmasın” dedi genç denizci.
Bir büyük dalga geçti üzerlerinden. Sonra bir daha, bir daha. Şeref yelken ipini tutmaya çalışsa da bir süre sonra direk kopup, denize düştü. Denizcinin çığlığı bardaktan boşalırcasına yağan yağmura karıştı: “Ağam ipi sal!”
Şeref duyamadı, tekne boyunun beş katı bir dalga sancak tarafından tekneyi alabora etti. Dalga çukurunun dibindeki tekne denizin altında kaldı. Denizci büyük bir çeviklikle kendini yukarı itip sudan çıktı.Yüzbaşı Şeref su çekmiş asker üniformasının ağırlığı ve çizmesine dolanan yelken ipiyle tekneye bağlı, karanlık dibe doğru hızla batıyordu. Yarım dakika dibe hızlı gidip, ayağından çözülen iple durdu. Artık tekneden kurtulmuştu ama üzerindeki ağırlık yüzeye çıkmasına mani oluyordu. Bulanık denizde gözleri açık çırpınırken, yanından geçen beyaz birşey gördü. Bu, yukarı doğru hızla çıkan futbol topuydu.
BJK’nın gol yemez kalecisi “Panter” Şeref topa doğru uzandı, uzandı...
Kerempe Burnu’nda baygın yatan genç denizci ve yanında Ertolhd marka futbol topu dalgalarla birlikte salınıyordu. Genç denizci yüzünü paramparça eden kayalıkların üzerine çıkıp bağırdı:
“Ağam! Ağam!”
Yüzbaşı Şeref hayatının golünü Karadeniz’in soğuk sularında yemişti.Topa yetişememiş ve karanlık sular onu dibe doğru sürüklemişti.
Mustafa Kemal’in ardından kurtuluş mücadelesinde yer almak için Anadolu’ya geçen Yüzbaşı Şeref’ten tam 17 yıl sonra 19 Mayıs 1936’da Şeref’in takımı BJK, 19 Mayıs’ta kutladığı spor gününün her yıl “Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı” olarak milletçe kutlanması için önerisini Atatürk’e sundu ve kabul edildi, öneriyi BJK adına veren Ahmet Fetgeri Bey’di.
Ahmet Fetgeri’ye 1924 yılında bir hanım gelir ve bir torba bırakır. Ahmet bey kadının getirdiği torbadan çıkan topa bakar ve kadına sorar:
Nedir bu bacım?
İstiklal savaşında şehit düşen kocamın vasiyetiydi, size vermemi istedi. Ahmet bey sorar:
Adın ne bacım?
Kadın cevap verir:
Kardelen...”