KKTC medyasında adı iyi bilinen değerli bir dostum “Hayırdır, Kıbrıs sorunu son derece kritik bir dönemece girdi, sen Cenevre süreci ile ilgili bir tek kelime yazmadın, sadece televizyonda biraz verdin veriştirdin…” deyiverdi…
Doğrudur, yazmadım, sadece biraz “verdim veriştirdim”…
Neyini yazayım, neyine yorum yapayım?
Manzara tas gibi ortada duruyor, sadece süreci öfkeyle izliyorum, hepsi bu...
Birileri vakt-i zamanında Kıbrıslı Türklerle Rumların eşeğini kaybettirdi, elli senedir de eşeği bulmaya çalışıyoruz, halen bulamadık, amma ve lakin, güya bulmaya yaklaştık!
İşte bu yazılmış-çizilmiş senaryoların hesaplı-kitaplı ve programlanmış arayışları içinde Rum tarafı hukukçular, uluslar arası ilişkiler, kamu yönetimi, tapu kadastrocu, tarımcı, jeolog, vesaire tam bir uçak dolusu uzman ile Cenevre’ye gitti, yetmedi, Rusya, AB ve ABD içinden de Rum-Yunan lobisine aktif destek veren gruplardan profesyonel destek aldı, tüm süreci de milimine kadar kontrolü altında tutuyor ve yönlendiriyor…
Zaten 4 Mart 1964, 189 sayılı BM kararından beri ipleri elinde tutuyor.
Türk tarafı ise, tam da kendine yakışan şekilde, bildik ahbap-çavuş takımı ile masaya gitti, Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı lütfedip de siyasi parti başkanlarını da Cenevre’ye davet ettiği için, onlar da dostlar alışverişte görsün misali, tuttu yolu Cenevre’ye gitti, biraz İsviçre havası soludu, hepsi o kadar…
Türk tarafı olarak işimiz gücümüz bu tiyatroda senaryo gereği rolümüzü oynamak, günün sonunda da, eğer atılacaksa, imzayı atmak!
Bu süreçte başrolü oynaması gereken Türkiye ise, sanki son zamanlarda terörden yaşadığı felaketler ve kararan geleceği yetmezmiş gibi, bir de endek göndek meselelerle siyasetin katledilmesine, devlet yapısının mahvedilmesine, ekonominin tamamen çökmesine, Meclis’in milletvekilleri tarafından darmadağın edilmesine tanık oluyor.
PKK ve IŞİD gözlerine kestirdikleri her yeri havaya uçurdu, kırdı geçirdi, Fetöcüler Meclis’i uçakla bombaladı, yetmemiş olacak ki, AKP, CHP ve MHP milletvekilleri ise tarihte görülmemiş bir siyasi kokuşmuşluk ve seviyesizlik örneği sergiliyor ve PKK’lıların, IŞİD’cilerin, Fetöcülerin bombalarından arta kalanları tamamlıyor, Meclis’in altını üstüne getiriyor, Meclis’i savaş alanına çeviriyor, ısırıyorlar, yumrukluyorlar, küfrediyorlar, saksılar ve sandalyeler havada uçuşuyor, masalar yerinden sökülüyor, devriliyor, sokaktaki sarhoş kavgasını aratmayacak kavgalar Meclis’te rutin hale getirilirken ekonomi ise çöktükçe çöküyor, döviz uçtukça uçuyor, bütün bu rezaletin arasında da, güya anayasa değiştiriyorlar ve fırsat buldukça, esip gürleyerek, Kıbrıs meselesine de bakıyorlar…
Hele CHP ve MHP’nin Kıbrıs meselesine bakış açıları, en dellenmiş faşizane yaklaşımlarından daha da faşizane, Musollini’yi, Franko’yu bile gölgede bırakan cinsinden…
Hele CHP uzantıları, sanki Kıbrıs Türkünü zora sokan, yerin dibine batıran BM kararlarına imza atan zamanın CHP hükümeti ve İnönü değilmiş gibi, Kıbrıs sorununun temelinde yatan sebeplerden bihaber atıp tutuyor, öyle ki, en değme faşistlere ve şövenistlere taş çıkartıyor…
Atatürk’ün mirasının içine eden CHP aklı, sanki Türkiye’nin onca sorununu mamur etti de, geriye Kıbrıs’ı mamur etmesi kaldıydı…
Alemin akıllısı bunlar, gerisi ahmak!
Hal buyken, rezillik diz boyuyken, kim takar sizin masadaki rolünüzü, ya da, kim takar sizin yapacağınız yorumu!
Bu durumu yakından izleyen dünya, özellikle de Türkiye ve Kıbrıs’ın birçok konuda paydaş olduğu kesimler, emin olun ki bize poposuyla gülüyordur!
Emin olun, “Yiyin birbirinizi, yokedin birbirinizi, bizim yapamadığımızı siz kendi kendinize tamamlayın, bize iş bırakmayın bari” diyorlardır!
İşin doğrusu, temkinli de olsa, Cenevre’den umutlarım vardı, en azından Cenevre’yi bu lanet olası Kıbrıs meselesinin son perdesinin olabildiğince adilane bir şekilde oynanacağı bir oyun sahnesi olarak görüyordum, ama özellikle Türkiye’de yaşanan son gelişmeler bir anda umutlarımı suya düşürdü…
Karşı taraf, eline bunca sağlam kozu geçirmişken, süreci istediği gibi yönlendirirken, rakibin durumu da acınası bir haldeyken, niye rakibinin istediklerini dikkate alsın ki!!!
Üstelik de süreç sürekli olarak Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin aleyhine işlerken…
Hem zaten, BM Genel Sekreteri de ağzından baklayı çıkarıverdi: “Çok hızlı bir çözüm aramıyoruz” deyiverdi…
Tabi ya, 50 kusur sene geçti, hıza ne gerek var!
El alem ötekinin eşeğini türkü çağıra çağıra arar, Kıbrıslıların kaybolan eşşeği için de daha çok ama çok türküler çağrılır!