Sevgül Uludağ’ı nasıl bilirsiniz? Huysuz, aksi, suratsız, ters kadın, diyenlerin olduğunu duyar gibiyim… Aslında Sevgül Uludağ’ı gerçekte ne kadar tanıdığımızı sormak gerek. Belki, yukarıdaki kelimelerden hepsinden biraz var... Oysa, yüreği ortaya koyduğumuzda, bu huysuz gözüken, aksi, lafını esirgemeyen kadının cesaretini, ruhunu, savaşını fark edebiliyor insan. Sevgül, kocaman yüreği, dik duruşu ile hiç kuşkusuz bu topraklarda yaşayan her gazetecinin örnek alması gereken bir aydın insan figürüdür benim için. Gazeteciler, günün koşuşturmacası içerisinde, her gün birçok haber yaparken, çoğu zaman görevimiz bilgisayardaki “kaydet” ve “gönder” düğmelerine bastığımız anda sonlanıyor. Ardından yeni bir haber, yeni bir gündemin telaşı başlıyor. Zaman zaman yaptığımız işin tatminsizliği, okuyucuların vefasızlığı, haber içeriğine bağlı olarak “olsa da olur olmasa da” şeklindeki psikoloji ile boğuşuruz. Oysa bazı haberler, bazı konular ateşten gömlek gibidir. Dokunsanız acıtır. Dokunmasanız içiniz daha da yanar. Sevgül Uludağ öyle zamanların gazetecisidir aslında. Bu topraklar üzerinde kanla sıvanan hayallerin, barut kokusunun, bomba seslerinin, gözyaşlarının içimize işlediğini görmek zor değil. “Domuzdan dost, gavurdan post olmaz” söylemi ile “en iyi Türk ölü Türk’tür” söylemi arasında hiçbir fark yoktur aslında. Yanlış mı peki bu yaklaşım? Çekilen acılarda, göçüp giden insanlarda, toprağın, dinin, kültürün veya diğer nedenlerin ortaya çıkardığı savaşlarda birçok acı hala taptaze duruyor. Barışın dili olmak kolay değildir. Üstelik istikrarı korumak, sürekli okumak, araştırmak kolay değildir. Suskun, acı dramlar vardır bu garip ada üzerinde. Hiçbir zaman yazılıp çizilmez bazı hikayeler. Yazılamaz ve yazılmayacak. Kaç kadın tecavüze uğradı dersiniz bu topraklarda? Kaç farklı Bel Cola şişesi hikayesi vardır? Dramlarla dolu bu topraklarda savaş gerilerde kaldı diye düşünülürken küçücük tabutlar taşınmaya devam ediyor yeşil hattan. Sınırın kuzey ve güneyine giden kemik parçaları şanssızlıkların belki de son şans halkası olarak ulaşır ailelerine. Biz daha kendimizi aklayamadık. En temiz olduğunu iddia edenlerin bile eline kan bulaştı. Din, dil, ırk önemli değil. Kendimizi temize çekmemiz için yüzleşmemiz gerek geçmişimizle. İşte böyle bir zamanda o huysuz kadın yüz akımız aslında. Kayıpların dramları sıcaklığını koruyor. Hiç kuşkusuz “İncisini Kaybeden İsdiridyeler” gibi, umutla umutsuzluk arasında telaşlı bekleyiş var. Kayıpların ağıtları hala rüzgarda, başak sesleri arasında yankılanıyor. Unutulan, terk edilen, toplu mezarlarda güneşi bekleyen ruhların birçoğu huzura kavuşamayacak. Biliyorum. Keşke bizim Sevgül gibi cesur, istikrarlı 1-2 yazarımız daha olsa. Ancak işte o zaman aklar, Kıbrıs Türk ve Rum halkları geçmişlerini.