Çoğunlukla hepimiz günlük yaşamın telâşı ve koşuşturması ile öyle meşgulüz ki, etrafımızdaki olayları çoğu zaman fark etmeyiz. Hatta bazen kendimizi bile unutur; kendi öz değerlerimizi, potansiyelimizi fark etmeden, öylece yaşayıp gideriz. Birey olarak duygularımızın, düşüncelerimizin, davranışlarımızın sorumluluğunu üstlenmek, kendimiz hakkındaki gerçekleri bilmek, kişiliğimizi tanımaya çalışmaktır bir bakıma farkındalık. Kendi yaratıcı yeteneğimizi, kapasitemizi, yarattığımız olumsuzlukları görebilmek, hissedebilmek, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek, her anın hakkını vererek, kendi duygu ve düşüncelerimizi keşfederek kendimizi tanımaktır.
Gerçek anlamda insan olmanın en temel kuralı kendimizi iyi ve kötü yönlerimizle tanımaktan geçer. İnsanın kendini tanıması aslında sanıldığı kadar kolay değildir. Bazen benzer olaylar karşısındaki farklı tepkilerimiz de bunun bir kanıtıdır. Öyle durumlardaki farklı davranışlarımız bile daha önce keşfedemediğimiz bir huyumuzu ortaya çıkarır ki, kendimiz bile buna şaşarız.
Hal böyleyken etrafımızda olup bitenleri fark edebilmek, olaylara duyarlı olmak ve tepki göstermek ne kadar mümkün olabilir ki? Yaşadığımız ortamdaki olumsuzlukların haddi hesabı yok. Halkın ihtiyaçlarına, isteklerine kulaklarını tıkayıp onları kendi yağlarında kavrulmaya terk edenler, adayı tümden gözden çıkaranlar, menfaat uğruna her gün bu topraklardaki değerleri peşkeş çekenler, adayı casinolar, bet ofisler, gece kulüpleri, uyuşturucu cennetine dönüştürenlerin acaba ne kadar farkındayız ve bu konuda vatandaş olarak ne yapıyoruz? Günlük tepkilerimiz olsa da ne acıdır ki kısa süre sonra tevekküle dalıyor, hemen unutuyoruz. Bu güne bakmayıp kafamızda hep gelecek plânları kuruyoruz. Bu tutuma müdahale etmezsek bir geleceğimiz olamayacağının bilincine varamıyoruz bile. Bu da sanırım kendimizi bile tam olarak tanımadığımızdan, potansiyelimizi, gücümüzü, neler yapabileceğimizi bilmemekten kaynaklanıyor.
Kendi kendimizi sorgulayıp nasıl bir kişiliğe sahip olduğumuzu; kendimizde en çok sevdiğimiz, sevmediğimiz yönlerimizi, yeteneklerimizi, ilgi alanlarımızı, eksikliklerimizi, başarı ve başarısızlıklarımızı ve bunların sebeplerini, inançlarımızı, önem verdiğimiz değerleri vb. dürüstçe ve tarafsız olarak sorgulayıp kendimizi tanımadığımız sürece karşımızdakileri tanımamız ve olayları doğru değerlendirmemiz olası değildir.
Plânlarımız, ideallerimiz genelde kişisel veya ailesel çıkarlara dayalı. Son zamanlarda bir “ bana ne?” cilik ve “bana ilişmeyen yılan bin yaşasın” zihniyetiyle etrafımızda olup bitenleri görmezden geliyoruz. Oysa yılan günden güne büyüyor ve biz kişisel olarak onunla baş edemeyeceğimizin farkında değiliz. Toplum ve birlikte hareket etme bilincimizi ne acıdır ki uzun zamandır yitirdik. Bu adanın ve halkının ne olacağını düşünen ve kendini bu uğurda adeta paralayan birkaç vatansever ve ekmek parası peşinde koşan insanlar dışında herkes hep kişisel menfaat peşinde. Kimi gayrı meşru yollardan nasıl köşeyi döneceğinin, kimi nasıl makam kapacağının, kimi de adını nasıl duyurup “meşhur!..” olacağının hesabında. Hele bu son gruba akıl sır erdirmek mümkün değil. Şaibeli geçmişlerine, düzensiz yaşantılarına, hırsızlıklarına, güvenilmezliklerine rağmen, yalanlarıyla insanların beynini yıkamaya, kaos yaratmaya çalışmaktan geri durmuyorlar. Üstüne üstlük de dillerine doladıkları küfürlü sözleri meziyetmiş gibi bolca harcamaktan kaçınmıyorlar. Yadırgamıyorum. Muhakkak ki bu tavırları ve sözleri derin bir aşağılık kompleksinin, tatminsizliğin, hayattaki başarısızlıklarının, huzursuz yaşantılarının bir tezahürü olsa gerek diye onlara kızamıyorum bile. Bunun yerine onlar da keşke geçmiş hatalarının, yanlışlarının farkına varsalar da kendilerini onlardan arındırsalardı. Keşke kendi kendileriyle kavgadan vazgeçip barışmayı deneselerdi. Hiçbir şey için geç olmadığını, bir yerden başlamak gerektiğini kavrayabilselerdi. Her farkındalığın yeni bir “ ben” yarattığının bilincine varabilselerdi. Çünkü kendimizin farkında olmak, kendimizi çözebilmek; olayların, dünyanın ve başkalarının da farkında olmak demektir. İnsanın kendi ile yüzleşmesi, kendi varlığının farkında olmasıdır. Kendi kendimizle yüzleşmek demek, egomuzu ön plandan geriye çekip tarafsızca değerlendirme yapmak demektir. Egomuz sürekli bizi korumaya çalışan kalkan gibidir ve çoğu zaman gurur, haklılık, haysiyet gibi kavramların arkasına gizlenip bizi haklı çıkarmaya çalışır. Oysa kendimizi, öteki’nin yerine koyup tarafsız düşünmek ve karar vermek gerekir. Çünkü her farkındalık, yeni bir “ben” yaratır.
Farkında olmaya başladıkça içimizde yeni bir enerji, yeni bir hayat hissederiz. Bu yeni enerjinin yarattığı güçle bizi baskılayan pek çok şey de çözülüp gider. Artık kendimizin farkındayız ve bu duygu bizde bir merkez yaratır. Bu; dinginlik, sessizlik ve hâkimiyet merkezidir ve içsel bir gücün ifadesidir ki, bu duyguyla kendimizi daha güçlü ve güvenli hissederiz. Enerjimiz yoğunlaşır ve “öz” doğar. Gerçek öz doğarken sahte bir öz duygusu olan “ego” geri plâna itilir. Ego, var olmayan bir şeyi var saymaktır aslında. “Öz” se dengeli bir merkez demektir ve bu merkez her anın farkında olarak yaratılır.
İnsan, her zaman iki imkânsız şeyi yapmaya çalışır. Ya geçmişi yeniden düzenlemek ya da geleceği kurmak ister ama geçmiş artık gerçekleşmiş ve bitmiştir. Geçmişe dönebilmek mümkün değildir. Geleceği kurmak da mümkün değildir çünkü gelecek, henüz olmamış olan demektir. Bu yüzden yaşadığımız her anın farkında olarak hayatı öyle değerlendirmek en doğrusudur.
Ne demiş asırlar önce Mevlâna “ Dün bitmiştir, yarınsa meçhul, şimdi yeni şeyler söylemek zamanıdır.”