Tarihi Perspektif
Kıbrıs Adası Doğu ve Batının kesişme noktasındadır. Stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca birçok medeniyet tarafından istila edilip yönetilmiştir. – Ada Asurlular, Mısırlılar, Persler, Romalılar, Araplar, Tapınak Şövalyeleri, Lüzinyanlar, Venedikliler, Osmanlı İmparatorluğu olarak 1571’den 1878’e Türkler ve 1878’den 1959’a kadar Birleşik Krallık tarafından yönetilmiştir.
Osmanlı yönetiminde Rum Ortodoks inancı iade edilmiş ve Başpiskopos Ada’daki Rum Ortodoksların lideri olarak kabul görmüştür.
1821’deki Yunan Bağımsızlık Savaşıyla Kıbrıs’ta Rum-Yunan Milliyetçiliği yükselişe geçmiş ve Megali İdea olarak bilinen Elenizm’i tekrar canlandırma fikri başlatılmıştır.
1878 Kıbrıs Konvansiyonu tahtında Ada Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası kalmakla birlikte Birleşik Krallık yönetimine geçmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşına katılınca 1914 tarihinde Kıbrıs Birleşik Krallık tarafından ilhak edilmiştir.
1925’te Kıbrıs resmen Birleşik Krallık, Kraliyet Kolonisi deklare edilmiştir. 1931 tarihinde Kıbrıslı Rumlar Ada’daki Birleşik Krallık mevcudiyetine karşı ayaklanmış, 15 Ocak 1950 tarihinde Rum Ortodoks Kilisesi Ada’nın Yunanistan tarafından ilhakı hususunda plebisit düzenlemiş ve 1 Nisan 1955’te Kıbrıslı Rumlar Yunanistan ile işbirliği içerisinde bu hedef doğrultusunda silahlı mücadele kampanyası başlatmıştır.
Kıbrıs Rum terörist organizasyonu EOKA şiddet olaylarında bulunarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı için ENOSİS’i önplana çıkarmıştır. Kıbrıslı Rumlar’ın ENOSIS istenci Ada’nın Yunanistan’a ilhakı fikrine karşı çıkan Kıbrıs Türkleri tarafından reddedilmiştir.
1959 itibariyla Ada’daki durum Birleşik Krallık için de dayanılmaz bir hal almıştır. 1959’da Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla bir uzlaşı sağlanmış ve 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların ortaklığı esasında iki uluslu bir devlet olarak kurulmuştur. Bu uzlaşıyla Ada bağımsızlığını kazanabilmiş aynı zamanda Birleşik Krallık da iki askeri egemen üs elde edebilmiştir.
1960 Cumhuriyeti iki toplumlu bir Ortaklık Devleti olarak Ada’nın siyasi eşitliği olan Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halklarını yeni Cumhuriyetin Kurucu Ortakları olarak tanımıştır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasası esasen fonksiyonel bir Federasyon için tasarlanmıştır. Doğumlar, ölümler, evlilikler, okullar, futbol kulüpleri, çöp toplama ve Belediye vergileri gibi toplumsal işlevler her toplumun yerel idareleri tarafından ayrı olarak ifa edilmiştir. Uluslararası düzeyde 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek hukuki kimliği söz konusu olmuş ve BM’ne üye olunmuştur.
Ne yazık ki, 1960 Ortaklık Cumhuriyeti sadece üç kısa yıl sürebilmiştir. Ada’nın Yunanistan’a ilhakını öngören ve BM belgesi olarak da (A/33/115) yayınlanan Akritas Planı Rumlar tarafından terkedilmemiştir. Dolayısıyla, Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türkler açısından kendilerini eşit ortak statüden bir azınlığa indirgeyen Anayasal tadilatlar yapılması teklifinde bulunmuştur.
Anayasa ve diğer iki toplumlu konulardaki anlaşmazlık birçok Kıbrıslı Türk sivilin hayatını kaybettiği 1963’ün trajik olaylarına neden olmuştur. Bu noktada Kıbrıslı Rumlar silah zoruyla 1960 Ortaklık Cumhuriyetini gaspederek Kıbrıslı Türkleri tüm devlet organlarından dışlamış ve Anayasaya aykırı olarak Anayasanın temel hükümlerini tek taraflı olarak değiştirmiştir.
Bunun neticesinde Başkent Lefkoşa’da nüfusun fiziki olarak ayrılığı Yeşil Hat ile belirlenmiştir. Hüküm süren iki toplumlu çatışma Mart 1964’de BM’nin Kıbrıs’a BM Barış Gücü göndermesini gerektirmiştir. Kıbrıs Rum saldırıları karşısında hayatta kalan Kıbrıslı Türkler Ada yüzölçümünün %3’üne tekabül eden küçük yerleşim bölgelerine sığınmak durumunda kalmışlardır.
1963’den bu yana Ada’da Kıbrıs’ın bütününü temsil edecek ortak merkezi bir idare bulunmamaktadır. Kıbrıs Rum tarafı “Kıbrıs Hükümeti” olduğunu iddia etmekle birlikte Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar 1963’den beri kendilerini ayrı olarak idare etmişlerdir. 1960 Ortaklık Cumhuriyeti’nden dışlanmalarından itibaren Kıbrıslı Türkler kendilerini yönetmek ve halkının günlük işlevlerini düzenlemek adına bir takım idari mekanizmalar tesis etmiştir. Önce, 27 Aralık 1967’ye kadar görev yapan Genel Komiteyi kurmuşlardır. Bilahare, ihtiyati Kıbrıs Türk Yönetimi adı altında yeni bir idare tesis edilmiştir. Daha sonra, 21 Aralık 1971’de Kıbrıslı Türkler “ihtiyati” kelimesini kaldırarak yönetimlerini Kıbrıs Türk Yönetimi olarak adlandırmıştır. Kıbrıslı Türkler için 1963 ve 1974 arasındaki dönem yoksulluk, izolasyon, ulaşım sıkıntısı, korku ve güvensizlik dönemi olmuştur.
15 Temmuz 1974’te ENOSİS’in hemen hayata geçirilmesi hedefiyle Yunanistan’daki cunta Kıbrıslı Rum EOKA unsurlarıyla işbirliği içerisinde Kıbrıs’ta bir darbe gerçekleştirmiştir. Ada’da daha fazla kan dökülmesi tehlikesi karşısında Türkiye 1960 Garanti Anlaşmasının 4. maddesine dayanarak askeri müdahalede bulunmuştur. Türkiye’nin müdahalesi Ada’da daha fazla şiddet ve can kaybına engel olmakla kalmamış aynı zamanda Ada’nın Yunanistan’a ilhak edilmesine engel teşkil etmiştir.
Başpiskopos Makarios bile 19 Temmuz 1974 tarihinde Güvenlik Konseyine yaptığı konuşmada kayda geçerek darbenin Atina’daki askeri rejim tarafından organize edildiğini ve Rum Milli Muhafız Ordusunda görev yapan Yunan subaylarınca yürütüldüğünü söylemiştir. Makarios 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan’ın Kıbrıs’ta organize ettiği olayın bir devrim teşkil etmediğini “Cumhuriyetin bağımsızlığını ve egemenliğini ihlal eden bir istila” olduğunu belirtmiştir.
2 Ağustos 1975’te Viyana’da gerçekleştirilen toplumlararası görüşmelerde üzerinde mutabık kalınan Nüfus Mübadelesi Anlaşmasıyla BM’nin yardımı ile güneydeki Kıbrıslı Türkler kuzeye, kuzeydeki Kıbrıslı Rumlar ise güneye transfer edilmiştir.
Türkiye’nin müdahalesi Yeşil Hattı genişleterek bugünkü sınırın çizilmesiyle Ada’nın iki kesimliliğini, Nüfus Mübadelesi Anlaşmasıyla nüfusların bölgesel gruplaşması sağlanarak öngörülen anlaşmanın iki kesimli karakteri tanımlanmıştır. 15 Kasım 1983’te KKTC Kurucu Meclisi oybirliğiyle Bağımsızlık Deklarasyonunu kabul etmiştir. Deklarasyonda açıkça Kıbrıs Türk tarafının “Kıbrıs’taki iki halkın yanyana yaşamasının mukadderat olduğu ve eşitlik temelinde yürütülecek müzakerelerle barışçıl, adil ve yaşayabilir bir çözüm bulunması gerektiği inancında” olduğu ifade edilmektedir. İlaveten, KKTC’nin ilanıyla Ada’daki iki halk arasındaki Ada’daki ortaklığın yeniden tesis edilmesi ve sorunun diplomatik kanaldan çözülmesi hedeflenmektedir.
Bu süre zarfında, Kıbrıs Türk Lideri Mehmet Ali Talat ve Kıbrıs Rum Lideri Tassos Papadopoulos, 8 Temmuz 2006 tarihinde, dönemin Siyasi İşlerden Sorumlu BM Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Gambari huzurunda biraraya gelerek, “iki toplumlu, iki kesimli ve siyasi eşitliğe dayalı bir federasyon” temelinde kapsamlı bir çözüm bulunması ve de Kıbrıs sorununun özlü konularını görüşmek üzere çalışma grupları ile insanların hayatını kolaylaştıracak gündelik konuları ele almak üzere teknik komitelerin oluşturulması hususunda mutabık kalmıştır. Bu bağlamda, Liderler tarafından görevlendirilen temsilciler, çalışma grupları ile teknik komitelerin kurulmasına ve tam teşekküllü müzakerelerin başlamasına yönelik görüşmeye başlamışlardır. Ancak, 8 Temmuz süreci olarak da bilinen bu süreç, Papadopoulos liderliğinin uzlaşmaz politikalarından dolayı bir sonuç vermemiştir.
Kıbrıs Rum tarafında Şubat 2008’de gerçekleşen başkanlık seçimlerinde, seçim kampanyasını Kıbrıs sorununun çözümüne dayandıran Hristfoyas’ın yeni Kıbrıs Rum Lideri seçilmesiyle birlikte, tam teşekküllü müzakerelerin başlamasına giden yeni süreç başlamıştır.
İki Lider, ilk olarak, 21 Mart 2008 tarihinde biraraya gelerek, 21 Mart Mutabakatına imza atmıştır. 21 Mart Mutabakatı uyarınca, çalışma grupları ve teknik komitelerin kurulmasına ve bunların sonuçları kullanılarak tam teşekküllü müzakerelerin başlamasına karar verilmiştir.
16 Nisan 2008 tarihinde ise, Yönetim ve Güç Paylaşımı, Ekonomik Konular, AB Konuları, Mülkiyet, Toprak ve Güvenlik ve Garantiler başlıklarında altı çalışma grubu ile Çevre, Sağlık, Kriz Yönetimi, Ekonomik ve Ticari Konular, Suç ve Suça İlişkin Konular, İnsani Konular ve Kültürel Miras başlıklarında yedi teknik komite ilan edilerek çalışmalarına başlamıştır.
21 Mart 2008 tarihinde gerçekleşen görüşme sonrasındaki ilk kaydadeğer gelişme, 3 Nisan 2008’de Lefkoşa’da yayalar için geçişi sağlayan Lokmacı kapısının açılması olmuştur.
23 Mayıs 2008 tarihinde iki Lider ikinci kez biraraya gelerek, üzerinde mutabık kaldıkları ortak vizyonu ilan etmiştir. Buna göre; iki kesimli, iki toplumlu ve ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarında tanımlandığı şekliyle siyasi eşitlik temelinde bir federasyon kurulacağı ve bu ortaklığın tek uluslararası kimliğe sahip bir Federal Hükümeti’nin yanı sıra eşit statüye sahip bir Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ile bir Kıbrıs Rum Kurucu Devleti’nin olacağı hususunda mutabık kalınmıştır.
1 Temmuz 2008 tarihinde üçüncü kez biraraya gelen iki Lider, 1 Temmuz Mutabakatı uyarınca, tek egemenlik ve tek vatandaşlığı prensipte kabul ederek, içeriğinin ve uygulamaya ilişkin detayların bilahare müzakerelerde tartışılmasına karar vermiştir.
25 Temmuz 2008’de ise Liderler, 1 Temmuz 2008 tarihinde varılan mutabakat uyarınca, çalışma grupları ve teknik komitelerin çalışmalarını son bir kez gözden geçirmiş ve 3 Eylül 2008’de müzakerelerin başlayacağını ilan etmiştir. Mutabakatta ayrıca, tam teşekküllü müzakerelerin amacının, Kıbrıs sorununa, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların temel ve meşru hak ve çıkarlarını koruyacak karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm bulmak olduğu ve üzerinde uzlaşılan çözümün eş zamanlı ayrı referandumlara sunulacağı da teyit edilmiştir.
Bu süre zarfında, 21 Mart Mutabakatı uyarınca kurulan çalışma grupları ve teknik komiteler çalışmalarına devam etmişlerdir. Teknik komitelerde alınan ve Liderler tarafından onaylanan kararlar ilan edilmiş olup, çalışma grupları da üzerinde yakınlaşma sağlanan ve yakınlaşma sağlanamayan konulara ilişkin raporlarını Liderlere sunmuşlardır.
Dört yıllık aranın ardından, tam teşekküllü müzakereler, 3 Eylül 2008 tarihinde, BM Genel Sekreteri’nin Özel Danışmanı Alexander Downer’ın da katılımıyla başlamıştır. Kıbrıs Türk tarafının inisiyatifiyle, ilk aşamada, Yönetim ve Güç Paylaşımı, AB ile Ekonomik Konular başlıkları altında ele alınan tüm konularda ortak metin çalışması yapılmıştır. Bu amaçla, Liderlerin Temsilcileri başkanlığında yürütülen toplantılarda, uzlaşılan konular ve üzerinde daha fazla tartışılmaya ihtiyaç duyulan konular tespit edilerek, üç ana başlık için toplam 30 ortak metin hazırlanmıştır. Mülkiyet, Toprak ile Güvenlik ve Garantiler konularında tarafların pozisyonlarında herhangi bir yakınlaşma sağlanamamasından dolayı ise ortak metin çalışması yapılamamıştır. 10 Eylül 2009 tarihinde başlayan ikinci aşamada ise, Liderler bazı temel uzlaşmazlık noktalarını ele alırken, Temsilciler seviyesinde bu uzlaşmazlık noktalarının teknik boyutu daha detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Bu aşamada, Mülkiyet başlığında da malların kategorileri hususunda ortak bir kağıt üretilebilmiştir. Ocak 2010’da ise iki tur yoğunlaştırılmış müzakereler gerçekleştirilmiştir.
Şubat 2010’da ise BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon adayı ziyaret ederek, hem Liderlerle ayrı ayrı görüşmüş, hem de ortak bir toplantıda bir araya gelmişlerdir. BM Genel Sekreteri, bu ziyaretinde, geçen zamanın bir çözüm bulunmasına katkı sağlamadığının altını çizerek çözüm yönündeki çabaların artırılması gerekliliğine işaret etmiştir.
KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde, 30 Mart 2010’da Talat ve Hristofyas son kez biraraya gelerek, gerek duyması halinde Liderlerin müzakerelerde gelinen aşamaya ilişkin kendi toplumlarını bilgilendirebilecekleri yönünde mutabık kalmışlardır. Bu doğrultuda, Kıbrıs Türk Lideri Talat, 1 Nisan 2010’da geniş katılımlı bir bilgilendirme toplantısı düzenlemiştir.
18 Nisan 2010 tarihinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Dr. Derviş Eroğlu, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a göndermiş olduğu 23 Nisan 2010 tarihli mektubunda, müzakerelere kalmış olduğu yerden devam etmeye hazır olduğunu belirterek, Kıbrıs Türk tarafının daha önce varılan yazılı yakınlaşmalara bağlı kalacağını ifade etmiştir.
Eroğlu ve Hristofyas, ilk görüşmelerini 26 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleştirmiştir. Sürecin ilerlemesiyle birlikte, BM Genel Sekreteri, müzakerelerde öne çıkan bir takım zorlukların aşılması için Liderleri bir dizi üçlü görüşmeye çağırmıştır. Bu bağlamda, taraflar arasında gerçekleştirilen beş üçlü görüşmenin ilki 18 Kasım 2010’da New York’ta, ikincisi 26 Ocak 2011’de Cenevre’de, üçüncüsü 7 Temmuz 2011’de Cenevre’de, dördüncüsü 30-31 Ekim 2011 tarihlerinde New York, Greentree’de ve beşincisi de 23-24 Ocak 2012’de yine New York, Greentree’de yapılmıştır.
18 Kasım 2010’da New York’ta gerçekleştirilen üçlü görüşmeler, Kıbrıs sorununun ana başlıklarına ilişkin görüş alışverişi yapılması üzerine yoğunlaşmıştır. Ayrıca, müzakere sürecinin hızlandırılması gerektiği yönünde karar alınmıştır. BM Genel Sekreteri’nce görüşmeden sonra yapılan açıklamada, Liderlerin, üzerinde uzlaşıya varamadıkları ana konuları aşabilmek amacıyla pratik bir plan oluşturmak için önümüzdeki günlerde temaslarını yoğunlaştırma hususunda mutabık kaldıkları belirtilmiştir.
1 Kasım 2011’de Greentree’de gerçekleştirilen dördüncü üçlü görüşmeyi müteakip ise BM Genel Sekreteri, tarafların cesaret verici ilerleme kaydettiğini ve Liderlerin müzakere sürecinin sonuna gelinmesi için daha fazla çaba sarfedilmesinin büyük önem arz ettiği konusunda mutabık kaldıklarını kayda geçirmiştir.
Genel Sekreter, Liderlere gönderdiği 6 Ocak 2012 tarihli mektuplarda, sürecin son aşamasına girilmiş olduğunu beyan ederek, çok taraflı konferans düzenlenmesinin son aşamanın önemli bir unsuru olacağını belirtmiştir. Ayrıca, Kıbrıs Rum tarafının 1 Temmuz 2012 tarihinde Avrupa Birliği Başkanlığı’nı üstlenmesiyle müzakerelerin başarılı bir şekilde sonuçlandırılması fırsatının zayıflayacağı yönündeki endişesini ifade etmiştir.
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, 25 Ocak 2012 tarihinde New York’ta gerçekleşen zirvenin ardından yapmış olduğu açıklamada ise, “sınırlı ilerleme kaydedildiğini” ifadeyle, nihai bir anlaşmaya varılması için liderlerin kararlı adımlar atması çağrısında bulunmuştur. Genel Sekreter, Özel Danışmanı Alexander Downer’in Mart ayı sonunda hazırlayacağı değerlendirme raporu ışığında Nisan veya Mart ayında çok taraflı bir toplantı çağrısında bulunma niyetini ortaya koymuştur.
Ancak, Rum Yönetimi’nin 1 Temmuz 2012 tarihinde AB Dönem Başkanlığı’nı üstlenecek olmasından dolayı ayak diretmesi nedeniyle müzakerelerde Kıbrıs Türk tarafının arzu ettiği oranda bir ilerleme kaydedilememiştir. Rum liderliği, müzakerelerin son aşamasını tamamlamak için hakemlik, arabuluculuk, zaman çizelgesi ve adadaki iki taraf ile Garantör ülkelerin (Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık) katılımıyla gerçekleşecek bir üst-düzey toplantı dahil olmak üzere sürecin önünü açabilecek unsurların hayata geçirilmesini reddetmeye devam etmiştir. Şubat 2013’de Rum tarafında gerçekleştirilecek olan Başkanlık seçiminin yaklaşmasıyla da birlikte, özlü müzakereler bir duraksama dönemine girmiştir.
Şubat 2013’te Güney Kıbrıs’ta gerçekleşen seçimlerde, DISI lideri Nikos Anastasiades yeni Kıbrıs Rum lideri olarak seçilmiştir. Anastasiades, Dr. Derviş Eroğlu’nun seçilmesinin akabinde yaşanan sürecin aksine, müzakerelere kaldığı yerden süratle başlamaya hazır olduğu yönünde bir taahhüt altına girmekten kaçınmıştır.
BM, 2008 yılından itibaren taraflar arasında varılan tüm yakınlaşmalar ile kısmi yakınlaşmaları içeren 77 sayfalık bir yakınlaşma belgesi hazırlamış ve Nisan 2013’te ilgili taraflara dağıtmıştır. Bahsekonu yakınlaşmalar, mevcut müzakere sürecinin temelini oluşturmaya devam etmektedir.
Kıbrıs Türk liderliği tarafından müzakerelerin kaldığı yerden bir an önce başlaması yönünde yapılmış çok sayıda çağrıya rağmen, müzakerelerin yeniden başlaması neredeyse bir yıl sürmüştür. Kıbrıs Rum tarafı, iç ekonomik zorluklar, Kıbrıs Rum Ulusal Konseyi ile istişare etme ihtiyacı ve müzakereci atanması gibi bir çok mazeret öne sürdükten sonra, müzakerelerin yeniden başlayabilmesi için iki tarafın bir Ortak Açıklama üzerinde mutabık kalması gerektiğini ileri sürmüştür. Yaklaşık 5 ay süren görüşmeler ve diplomatik girişimlerden sonra sonra, Kıbrıs Türk liderliğinin yapıcı adımları sonucunda 11 Şubat 2014 tarihinde Ortak Açıklama metni üzerinde mutabakata varılmıştır.
Kıbrıs Türk tarafı yapıcı, yaratıcı ve esnek öneriler sunarak Ortak Açıklama metnindeki anlaşmazlıkların giderilmesine ve metnin son halini almasına katkı koymak sureti ile çözüme olan inancını ve bağlılığını bir kez daha sergilemiştir.
İki Lider, Ortak Açıklama ile hedeflerinin iki kurucu devletin siyasi eşitliğine dayalı iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon oluşturmak olduğunu, bu federasyonun BM Sözleşmesi’nin öngördüğü şekilde ve tüm BM üye devletlerinde olduğu gibi tek egemenliğe sahip olacağını ve bu egemenliğin Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlardan eşit olarak neşet edeceğini kararlaştırdılar. Ayrıca, kurulacak federasyonun Avrupa Birliği’nin bir üyesi olacağı ve tek bir uluslararası kişiliği ve tek vatandaşlığı olacağı, öte yandan federal vatandaşlığın yanı sıra tüm vatandaşların Kıbrıs Türk kurucu devletinin veya Kıbrıs Rum kurucu devletinin de iç vatandaşları olacağı öngörülmektedir. Birleşik Kıbrıs federasyonunun eşit statüye sahip iki kurucu devletten oluşacağı, kurucu devletlerin bir diğeri üzerinde otorite ve yetkisi bulunmadığı, federasyonun iki kesimli ve iki toplumlu karakteri ile AB’nin üzerine inşa edildiği ilkelerin korunacağı, federal hükümet tarafından kullanılacak yetkilerin Anayasa’da belirtileceği, artık yetkilerin ise kurucu devletlerde olacağı Ortak Açıklama’nın açıklığa kavuşturduğu hususlar arasındadır.
Kısacası, Ortak Açıklama ile Kıbrıs sorunun nasıl çözümleneceği, ortaya çıkacak devletin şekli ve yapısını yanı sıra, iki tarafın siyasi eşitliği ve statüleri gibi temel konular üzerinde mutabakat sağlanmış ve tarihi bir belge ortaya çıkmıştır.
Ortak Açıklama’nın yarattığı olumlu havanın ilk somut sonucu ise prensip olarak önceden anlaşılan Liderlerin Özel Temsilcilerinin 27 Şubat 2014 tarihinde Ankara ve Atina’ya yapacakları ziyaretlerin gerçekleşmesi olmuştur. Bu “çapraz” ziyaretler ile on yıllardır devam etmekte olan Kıbrıs müzakerelerinde iki tarafın temsilcileri, ilk kez, karşı tarafın anavatanı ile doğrudan diyalog kurabilmişlerdir.
Beklentimiz, Ortak Açıklama mutabakatında da yer aldığı üzere, müzakerelerin sonuç verecek şekilde yapılandırılması, tarafların tamamen sürece odaklanmaları ve en kısa sürede belirlenen çerçeve içerisinde adil ve kalıcı bir çözüme ulaşılmasıdır. Bu bağlamda, müzakerelerin kaldığı yerden devam edecek olması şüphesiz ki süreçte zaman ve ivme kaybını önleyecek en önemli unsurlardan biridir.
Ortak Açıklama’da mutabakat sağlanan bir diğer önemli husus ise Güven Artırıcı Önlemlerdir. Kıbrıs Türk tarafı, Güven Artırıcı Önlemlere her zaman önem vermiş ve Güven Artırıcı Önlemleri, kapsamlı çözüm çabalarının önüne geçmedikleri ve müzakerelere ivme kattıkları sürece de desteklemiştir. Bu bağlamda, 11 Şubat 2014 tarihinde iki yıl aradan sonra ve yoğun çabalar sonucunda yeniden başlayabilen müzakere sürecini kapsamlı çözüm hedefinden saptıracak ve ciddi bir zaman kaybına neden olacak önerilerden kaçınılması önem arz etmektedir.
Kıbrıs sorununun çözümü için uluslararası toplumun desteği çok önemlidir. Bu bağlamda Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso ve AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy’in, iki tarafın onayı ile elde edilecek kapsamlı çözüm antlaşmasının AB müktesebatına dahil edileceği yönündeki yerleşmiş AB tutumunu tekrarlamaları Kıbrıs Türk tarafınca memnuniyetle karşılanmıştır. AB’nin çözüm sürecine olan desteği ışığında, Kıbrıslı Türklerin 2004 yılından itibaren Kuzey Kıbrıs’ta askıda bulunan AB müktesebatına uyum sağlamasını teminen Avrupa Komisyonu’nun Kıbrıslı Türklere vermekte olduğu mali ve teknik yardımın hızlandırılması ve artırılmasını beklemekteyiz. Böylece, çözüm sonrası adanın kuzeyinin AB müktesebatına uyumu için gerekecek geçiş dönemlerinin de en kısa sürede tamamlanması mümkün olacaktır.
Komisyon tarafından tasarlanan Mali Yardım Tüzüğü Kuzey Kıbrıs’taki alt yapının iyileştirilmesinde olumlu sonuçlar doğurmasının yanısıra, ülkemiz mevzuatının AB müktesebatı ile uyumlaşmasına da yardımcı olmuştur. Ancak, Tüzüğün uygulanmasında belirli nedenlerden ötürü birtakım zorluklar yaşanmıştır. Daha da önemlisi şimdiye kadar hayata geçemeyen Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün uygulanmaya konması, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar arasındaki ekonomik farkın giderilmesine yardımcı olacak ve Kıbrıslı Türklerin daha hızlı bir şekilde Avrupa’ya entegre olmasına katkı sağlayacaktır.
Kıbrıs Türk tarafı için bir diğer önemli husus ise yaklaşmakta olan Avrupa Parlamentosu seçimleridir. Kıbrıslı Türklerin halen Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilemiyor olmaları AB değerleri ve demokrasi bakımından kabul edilemez bir durumdur. Avrupa Parlamentosu’nda Kıbrıslı Türklere ait olan iki sandalyenin Kıbrıslı Rumlar tarafından işgal edilmesine müsamaha edilmesi Kıbrıslı Türklerin AB’ye olan güvenini de sarsmaktadır. Beklentimiz, Avrupa Parlamentosu’nun bu duruma acilen bir çözüm bulması ve Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi örneğine benzer bir formül ile seçilmiş Kıbrıslı Türk temsilcilerin Avrupa Birliği çalışma ve aktivitelerine katılmalarına olanak sağlanmasıdır.
Kıbrıs Türk tarafı, uzun süren bir duraksama döneminden sonra müzakerelerin yeniden başlamasıyla önemli bir fırsat penceresinin açıldığını ve ilgili tüm tarafların istekli olması halinde, bu yarım asırlık sorunun daha fazla gecikmeden çözülebileceğine samimiyetle inanmaktadır.
Dışişleri Bakanlığı, Ortak Açıklama ile elde edilen tarihi fırsatın kaçırılmaması gerektiğine inanmaktadır ve Sayın Cumhurbaşkanımızı bu süreçte desteklemeye devam edecektir.
Kıbrıs adasında ve dolayısıyla bölgemizde barış, istikrar ve işbirliğini hakim kılmak için Kıbrıs Türk tarafı olarak müzakerelerde yapıcı olmaya ve siyasi irade göstermeye devam etmekte kararlı olduğumuzu bir kez daha deklere etmek isteriz. Kıbrıs Türk tarafı en kısa zamanda geçmişte elde edilen yakınlaşmalar ve yerleşmiş BM parametreleri çerçevesinde karşılıklı kabul edilebilir bir anlaşmaya varmaya hazırdır ve Kıbrıs Rum tarafından da benzer bir tavır sergilemesini beklemektedir.
Ortak Açıklama metninin kabul edilmesiyle müzakere sürecinin yeniden başlamasından altı ay sonra, iki taraf ancak özlü ana konuların tarama ve tartışılması ile önerilerin sunulmasını kapsayan müzakerelerin hazırlık aşamasını tamamlayabilmişlerdir. Süreci hızlandırmak için en başından itibaren yapılması gereken geçmiş yakınlaşmaların teyit edilmesiydi, ancak Kıbrıs Rum tarafı, müzakereleri ileriye götürecek, üzerinde mutabakata varılan yakınlaşmaları kabul etmeyeceğini beyan etmiştir. BM Genel-Sekreteri’nin yeni Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin de katılımıyla Liderler, 17 Eylül 2014 tarihinde “yapılandırılmış müzakerelerin bir sonraki aşamasına geçilmesi” hususunda mutabakata vardıklarını açıkladılar. Liderler, çözümlenmemiş özlü konulardaki görüş farklılıkları arasında köprü kurulmasını teminen müzakerecilerini aktif müzakereler yürütmeleri ve gerçekleştirmekte oldukları görüşmelerin hızını artırmaları konularında talimatlandırmışlardır. Liderler, ayrıca, “en kısa zamanda bir çözüme ulaşılması amacıyla sonuç-odaklı bir şekilde ve kazan-kazan yaklaşımıyla” müzakereleri sürdürecekleri hususundaki kararlılıklarını da yinelediler.
Özel Danışman, müzakere edilmiş bir anlaşmaya ulaşılması ve anlaşmazlıkların aşılması amacıyla üzerinde düşünülmesi için çözüm yolları önererek taraflara yardımcı olacak aktif kolaylaştırıcı rolü olduğunu belirtmiştir. Özel Danışmanın, yerleşmiş BM parametrelerini korumak ve müzakere sürecini kolaylaştırmaya yönelik aktif ve tarafsız bir rol oynayabileceğine dair inancımız tamdır.
Kaynak: KKTC Dışişleri Bakanlığı