Arslan Mengüç’ ün 672 sayfalık kapsamlı çalışmasından bir öyküyü sizinle paylaşmak istedim ,ama her biri birbirinden ilginç,ders verici ve yaşanmışlık taşıyordu ki doğrusu bir ayırım yapamadım ve rastgele bir yeri açıp o sayfada yer alan bir kadınımızın öyküsünü sizlerle paylaşmaya karar verdim.Kitabı rastgele açtım .Karşıma Gazi Mağusa’lı efsanevi Türk Mukavemet Teşkilatının üyesi Melek Doğan ‘ın anısı çıktı.İşte Kırmızı Kravat”ın öyküsü: VİTRİNDEKİ KIRMIZI KRAVAT 1958 yılında, o zamanlar nişanlım olan Fahri Doğan’la deha birbirimizin teşkilat içindeki varlığından haberimiz olmaksızın yemin etmiştik. Ne o benim yaptıklarımı bilirdi, ne ben onunkileri. Zaten ne gecemiz, ne gündüzümüz vardı.Kapı çalarken ,iki zil eşimin,üç benim arandığımızın şifresi idi. 1962 yılında evlenince kendimize çarşının ortasında bir dükkan açmış, adını da Londra’daki Türkler den çok duyduğumuz Picadilly koymuştuk. Halkın içinde olduğum için Teşkilat bana olup bitenleri ve Rumlardan duyduklarımı bildirmemi istemişti. Aramızda bir çeşit haberleşme sistemi oluşturulmuştu. Eğer bildirmem gereken bir haber olursa, vitrinini bir köşesine kırmızı erkek kravatı koyardım. Onu gören Teşkilat adamları da, dükkanımın oldukça sakin olduğu akşam üstleri içeri girer, kendilerine duyduklarımı aktarırdım.Bu sisten uzun süre sorunsuz çalıştı. Ancak bir hafta sonuydu eşimle birlikte kayınvalidemin köyüne gidecektik. Ben de yeni bir haber olmadığından, yola çıkmazdan evvel vitrini toparlamıştım. Orada pazartesi gününe kadar kaldıktan sonra Mağusa ya döndüğümüzde her kesin beni aradığını fark ettim. Sancaktarlık vermek istediğim haberi duymak istiyordu. Bu duruma şaşırdım; çünkü onlara verebileceğim bir haberim yoktu. Bana “nasıl olur, vitrinde kırmızı kravat duruyor!” diye yanıt verdiler Dönüp baktığımda, kırmızı kravat yerinde duruyor! Tabii çok üzüldüm; ama yapacak bir şey yoktu. Meğer eşim Fahri, sık sık vitrinimizi süsleyen kırmızı kravatın yerinde olmadığını fark edince, onu alıp,benden habersiz,yerine koymuş! Diyeceğim o ki, ikimiz de Teşkilatta olmamıza rağmen, birbirimizden ne yaptığımızdan haberimiz yoktu. ARSLAN MENGÜÇ’ÜN BEKLENEN KİTABI “KIBRIS’IN KADINLARI” Geçtiğimiz günlerde Türkiye deki çalıştığım ajanslara yazdığım haber; “Bu yıl Şubat ayı başında geçirdiği beyin kanamasından sonra Nisan ayından itibaren İsveç, Stockholm’da kızlarının yanında bir bakımevinde kalan araştırmacı yazar – televizyoncu – öğretim üyesi Arslan Mengüç’ün “Kıbrıs’ın Kadınları – tarihe tanıklık” adlı kitabı seçkin kitabevlerinin raflarındaki yerini aldı. Kitapta, 94 yerleşim yerinden 229 Kıbrıslı Türk kadınının, varoluş mücadelesi dönemine ait anıları, o günlerdeki ve bugünkü fotoğraflarıyla yer alıyor. Yıllar süren yoğun ve özverili bir çalışmanın ürünü olan kitap, Arslan Hoca’ya da yeni yıl armağanı olarak gönderildi. Kitabın basımı; Arslan Mengüç’ün kızlarının, dostlarının başkanı olduğu KKTC Dış Basın Birliği ve Yönetim Kurulu Üyeliği yaptığı Kıbrıs Türk Basın Konseyi’ nin katkıları ve çabalarıyla gerçekleşti. Kıbrıs Türk Halkının yakından tanıdığı sanatçı Yasemin Kumral ‘da ABD den gönderdiği katkı ile basımın gerçekleşmesine yardımcı oldu. Tarihsel süreç içinde sıra takip eden söyleşilerdeki anıların canlılığı ile eski ve yeni fotoğrafların zenginliği, 670 sayfalık bu kitabı her zaman başvurulacak bir arşiv hazinesine dönüştürmüş. “Bizi Bu Günlere Taşıyan Kıbrıs Türk Kadınlarına” ithafıyla yayınlanan kitabın kapak ve grafik düzenlemelerini Erdoğan Uzunahmet yaptı. Okman Printing tarafından basılan kitap, Mengüç’ün çalışmalarının birinci cildi olarak yayına hazırlandı. Arslan Mengüç Hoca’nın “Kıbrıs’ın Kadınları – Tarihe Tanıklık” adlı kitabı, Işık Kitabevi, Rüstem Kitabevi ve başlıca kitabevlerinden sağlanabilir.”şeklindeydi. Sevgili dostum Arslan Mengüç, 400 den fazla kadınımızla konuşarak ve yıllarca emek vererek tarihe de not düşecek bu belgesel eseri hazırlamaya çalışmış, son rötuşlar yapılırken geçirdiği ağır rahatsızlık sonrası İsveç’te yaşayan kızları tarafından Başkent Stockholme götürülmüştü. Arslan Hoca şimdi bir rahabilitasyon merkezinde… Hafta sonları kızları eve çıkarıyorlar.Durumu maalesef stabil .Ama tüm konuşulanları anlıyor.Ortanca kızı Elin bir ay kadar önce gönderdiği mesajla “babasının kitabı basılmış halini gördüğünde ,çok büyük bir yaşam motivasyonu kazanacağını ”bize iletince dostları bir araya geldik,görev yaptığı kuruluşların ,dostlarının ve kızlarının destekleri ile kitabı gün ışığına çıkarmayı başardık .Ama bu hizmette en büyük pay Araştırmacı-Yazar-Mütercim Nazif Bozatlı’nın dır.Başından beri operasyonu yüklendi,onca işinin arasında yakın takibi ile bu mutlu sonuca ulaşılmasını sağladı. Kitabın ilk cildi 16 kasım 1967 ye kadar olan süreçteki kadınlarımızın tanıklığına ayrılmış..Bunu 1976 ya kadarki süreci anlatan ikinci cilt izleyecek. Hoca bu kitabı niçin yazdığını ön sözünde şöyle anlatmış. “Yıllar önce ,Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde ders verirken ,bir öğle zamanı meslektaşlarımla dışarıda döner yemek istedik Gazimagosa’da Özgürlük Anıtı ‘nın hemen yanındaki dönercide kebaplarımızı yerken bir münasebetsizlik yaptım. “Acaba şu surlarda ne acılar yaşanmıştır “dedim. Şimdilerde Uludağ Üniversitesinde Ekonomi Profosörü olan,Nermin Ener hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.Nice sonra,kendine geldiğinde bize şöyle bir açıklama yapmak zorunda kaldı. “Buralarda bir tünel vardı.1974 savaşının en zor gecesinde bütün bir mahalle halkı tek sıra halinde o tünelden geçip surların içine sığındık. Yoksa hiç birimiz hayatta kalmayacaktık!” O an ölümden kaçan çocukları, yaşlıları, kadınları düşündüm. Sonraları rahmetli İsmet Kotak ‘tan o tünelin Sancaktar’lıktaki görevlilerin sekiz yıllık çok gizli çalışması sonucu kazıldığını öğrendim. Kim bilir Neriman Hoca ve niceleri neler çekmişti? İlmiye Gazier de Yayla Köyü’ nün düşmesi halinde,1964 te Rumlar tarafından pusuya düşürülüp vurulan ve kötürüm kalan eşinin öldürüleceği endişesi ile yaşadığı korkuyu anlatmıştı. İşte adanın birbirine tamamen zıt iki köşesindeki yaşanmışlıkların belleğimde kazıdığı izlenimlerden yola çıkarak, henüz vakit varken,o kadınların anılarını toparlamam gerektiğini düşündüm.Yoksa ecel bize pılımızı pırtımızı toplattığında çok geç kalmış olacaktık.”