Dün yine Ankara, cehalet deryasında yüzenler yüzünden kana boyandı. Kana susamış canilerin elleri yine, onca masum insanın kanına bulandı. Ölenlerin hiç birinin, olanlarda suçu yoktu. Ne ırklarını, ne kökenlerini ne de, dünyanın cani siyasetini kendileri seçmediler. Onlar sadece işlerini, kendilerine verilen görevleri yerine getirip, yaşamaya çalışıyorlardı. Terörü, onlar yaratmadığı gibi, belki de ,terörü tırmandırarak, yaratanlar kadar suçlu olan bu zihniyete oy bile vermemişlerdi. Gerçi oy vermiş olsalar ne olacak? Bu köhne zihniyeti besledikleri için, ölmeleri mi gerek? Hükümetin, birinci görevi değil midir, kendisine oy verenin de vermeyenin de, Kürt’ün de, Türk’ün de, Alevi’nin de Sünni’nin de, vatandaşın da, sığınmacının da, can güvenliğini sağlamak? Her bir bireye, eşit hizmet götürerek, teröre meydan vermemek? Öyleyse, birinci derecede suçlu, bu hükümettir. Eğer, bu ülkenin Başbakan’ı, bundan 5 ay önceki Ankara katliamında; “Canlı bombaları tek tek tanıyoruz, ama eylem gerçekleştirmedikleri için bir şey yapamıyoruz” diyerek, başka katliamlara olanak tanıyorsa suçludur. Hele ki, bir miting esnasında cüzdanını çaldıran kişi; “Hırsız var” diye bağırdığı için, Cumhurbaşkanına hakaretten göz altına alınabiliyorsa. Evet canlı bombaları, teröristleri bildiği halde önlem almadığı için suçludur. “Ergenekon”, “Balyoz” gibi kumpaslara olanak sağlayarak, savunma gücünün zayıflamasına neden olduğu için suçludur. PKK terör örgütüyle, masaya oturduğu için suçludur. “Çözüm süreci” adı altında başlatılan süreçte, gerçekten, ayrılıkları ortadan kaldırıp, insan haklarının herkese eşit uygulanacağı ortam yaratmayıp, aksine terörü meşrulaştırdığı için suçludur. Kürtleri destekleyip, sorunlarını çözmek yerine, PKK’yı alkışlayıp, ırkçılığı daha da derinleştirdiği için suçludur. Ülkenin doğusunu, ekonomik anlamda geliştirmeyip, eğiterek bilinçlendirmeyip, geri bırakarak, teröre malzeme yaptığı için suçludur. Cumhuriyete olan kinin, ırkçı ve gerici yaklaşımlarla, etnik köken ve inanç üzerinden alınmasına izin verdiği için suçludur. Yönettiği ülkenin halkının, din, dil, mezhep, köken gibi suni ayrımlarla ayrışmasına ve her parçanın, bir diğerine düşman olmasına olanak tanıdığı için suçludur. Gezi olaylarında, internet aracılığı ile haberleşen gençleri bile teknoloji sayesinde bir günde bulduğu halde, onca aydının, onca canın faillerinin meçhul kalmasına göz yumduğu için suçludur. Oysa ki, teknolojik olarak herkesin nefesini bile kontrol edebilecek bir ülkede, olaylar “faili meçhul” kalabiliyorsa, failleri belli demektir. Hadi diyelim bu ülkede bir çok olayın faili bulunamıyor. Halkı olaylardan haberdar edip, bilinçlendirmeye çalışan gazeteciler, “cumhuriyeti yıkmak” ve “devletin güvenliğini tehdit” suçları ile içeri atılıyor. Halk terör konusunda bilinçlendirilmiyor. Terörü bitirecek, ne ekonomik, ne kültürel ne de, stratejik önlemler alınmıyor. Ayrılıkçı yaklaşım yerine bütünleştirici eylem ve söylemde bulunulmuyor. “Peki, yayın yasağı” niye? Halkın, kendi kendini bilinçlendirmesine niye engel olunuyor? Yandaş medya, zaten olan, bitenle ilgilenmeyip, “evlenme programları” ile pembe dizilerine, ya da Acun’un saçma sapan yarışmalarını yayınlamaya devam ediyor. Muhalif medya deseniz, O da, verilecek cezayı almayı göze alarak, “yayın yasağına” uymuyor. Öyleyse, kimden, neyi saklamaya yarıyor bu yasak? Kimin, neyi görmesi istenmiyor ki, ekranlar ve gazete sayfaları karartılıp, radyoların sesleri kıstırılıyor? Yoksa olan biteni vicdanlarından mı saklıyorlar? E, o da yok! Kimden ne saklanıyor o zaman? Kim bilir belki de amaç sadece, diktatör bir anlayışın varlığını hissettirmektir. Ya da, failler meçhul değil, bellidir? Kim bilir? Yetkililer, şeffaf davranmayıp, suçluları bulmadıkça, Bu sorunu çözmedikçe, Bu soru hep var olacaktır. “Kim Bilir?”