Dışarıdan usul usul yağan yağmurun ve kuytulara sinmiş serçelerin sesi geliyor. Sabahın erken saatlerinde uyanmak ve doğanın sesine kulak vermek insana huzur veriyor. Bu yüzden kalabalıktan uzak ortamlarda yaşamanın daha iyi olduğunu düşünüyorum bazen ama yaşadığımız zamanda bu da pek mümkün görünmüyor. Gerçi zaman zaman doğaya sığınmak bir ihtiyaç olabiliyor ama bunun sürekliliği ancak istisna bir durum olarak açıklanabilir ki bu da çok az insanın tercih edebileceği “inziva” denilen bir yaşam tarzıdır.
Toplumsan bir varlık olan insan elbette ki diğer insanlarla iç içe ve iletişim içinde olmak durumundadır. Sosyal hayatın en temel gereği de zaten budur. Eğer sadece doğa ile baş başa yaşasaydık hayatımız sadece temel ihtiyaçlarımızı karşılamaktan ibaret olur; dünya medeniyetleri var olmaz, insanlar arasındaki yardımlaşma, paylaşma, toplu hareket edip sorunların üstesinden gelme gibi kolaylıklar da olmazdı. Etrafımızdaki birçok canlıya baktığımızda onların da toplu yaşadığını görürüz. Meselâ koyun ve keçiler sürüler halinde, kuşlar göçleri sırasında kafileler halinde hareket ederler. Bundan çıkan sonuç da her varlığın hayatını sürdürebilmesi için etrafında kendi türünden birilerinin olmasına ihtiyacı olduğudur.
Toplu yaşamanın pozitif getirileri fazla olmakla beraber negatif yönleri de yok değildir. Bunların başında da insanlar arasındaki fikir ayrılıkları gelir. Bu yüzden insan, kendine daha yakın veya farklı düşüncelere sahip olsa da karşısındakinin inanç ve düşüncelerine saygı duymayı bilenlerle daha çok birlikte olmayı seçer. Arkadaşlıklar ve dostluklar da bu şekilde başlar.
Arkadaşlık ve dostluk toplumsal yaşamın bir ihtiyacıdır. Ancak herkesle dost olmak, dostluk kurmak ve bu dostluğu sürdürmek mümkün değildir. Hele kişisel çıkarların her şeyin önüne geçtiği, manevi değerlerin unutulduğu bu zamanda…
Kişiler arası ilişkilerde yaşanan anlaşmazlıklar ve sorunlar bir yana da; ya toplum olarak yaşananlar!..Toplumda yaratılan huzursuzluklar!… Bazı insanların toplumu içine sürüklediği karmaşalar!..
Bir toplumda değişik fikirlerin, görüşlerin olması elbette ki doğaldır ve kaçınılmazdır. Fikir çatışmaları esasen ortak yolu ve doğruyu bulmak için olmalıdır da ama kabul ettirmeye çalışılan görüşlerin arkasında toplumun aleyhine olan kişisel çıkarlar varsa!… Kişisel çıkarlar, maddi menfaat sağlamak olabileceği gibi kişinin karakter yapısına göre de başka sebeplere dayanabilir.
Kişiler arası uyum veya uyumsuzluklar aslında, kişilik ve karakter yapılarıyla yakından ilişkilidir toplumları da insanlar oluşturduğuna göre, toplumun yapısının oluşmasında da bu iki unsurun rolü büyüktür. Siyaset de dâhil, hayatın hangi mecrasından geçilirse geçilsin başarı veya başarısızlığa giden yolda insan kişiliğinin ve karakterinin çok büyük etkisi vardır. Bu yüzden öncelikle bu iki kavramın anlamını ve kendi hayatımızdaki yerini bilmek ve kendimizi tanıyabilmek gerekir
Çoğumuz kişilik ve karakter kelimelerinin ayni anlama geldiğini sanırız oysa onlar birbirlerinden çok farklıdırlar. Kişilik, insanları birbirinden farklı kılan ve oluşmasında genetik yapıya bağlı olarak doğuştan gelen bu yüzden de değişmesi zor olan; ancak aile, çevre ve eğitim şartlarıyla bu özelliğini az çok değiştirebilen bir yapı iken; karakter daha çok akla ve mantığa dayalı, hayattan alınan derslerle değişebilen, sonradan kazanılan bir şahsiyet özelliğidir.
Kişilik, insanın düşünce ve inancındaki kararlılığı ifade eder ki bu kararlılık ille de iyi yönde olacak anlamına gelmez. Haktan ve adaletten yana kararlı olunabildiği gibi haksızlık ve zulümden yana da kararlı olunabilir. Bu yüzden güçlü kişilik tanımı kişinin inancındaki azmi anlatmaktadır. İyi veya kötü anlamda güçlü kişiliğe sahip olmak, başarılı ve üstün gelmede önemli bir etkendir. Toplumda öne çıkanlar, güçlü kişiliklerdir. Onların iyisi çok iyi, kötüsü de çok kötü şeyler yapabilir. İyiler nasıl daima iyilik üretme peşinde koşarlarsa, kötüler de kötülük üretmek için büyük çaba harcarlar ve bunun için her yolu denerler. Önemli olan onların başarılı olması, bulundukları ortama egemen olmalarıdır. Karşılarında başka birinin öne geçmesine tahammül edemezler.
Karaktere gelince… Kişilikten farklı bir kavramdır o. Kişinin davranışlarında ve ahlakındaki tutarlılığı ifade eder. İnsan ilişkilerinde izlenen yol, uyarılar ve eleştiriler karşısında takınılan tutum, karakterle ilgilidir. Medeni veya ilkel davranışlarımız, çevremizdeki insanları memnun veya rahatsız eden davranışlarımız karakterimizi ortaya koyar. Bu da sağlam ve bozuk karakter olarak nitelendirilir. Sağlam karakter tutarlıdır ve çevresine güven verir. Sağlam karaktere sahip olmak, etki ve iz bırakmada önemli bir etkendir. Bozuk karakter, bencildir. Söz ve davranışları arasında tutarsızlık vardır. Onlar kimseye güvenmedikleri gibi kendilerine de güvenmezler. Zaaflara ve korkulara sahip böyle kişilerde ahlaki değerler de adeta tersine işler. Onlar güçlünün yanında yalakalığa varan davranışlar sergilerlerken, zayıfın yanında “küçük dağları ben yarattım” edasıyla kibirli bir havaya girerler. Mantıksal tutarlılığa ve çıkarlarına önem verirken vicdanlarına kulaklarını tıkarlar. O yüzden, bahane ve savunma mekanizmaları üretmelere, iğnelemelere, yalana başvurmalara ve asılsız suçlamalara sarılırlar ki bunlar da kötü karakterlerinin en bariz göstergeleridir.
Yazımı kimlere ait olduğunu hatırlamadığım şu sözlerle bitirmek, sanırım bu yazının içeriğinden çok daha fazla şey anlatacaktır. Tabii ki anlayana….
“Değeriniz; neye sahip olduğunuzdan ziyade, ne olduğunuzdan ibarettir”
“Hayata karakteri oluşmadan karışanlar, baş döndürücü bir hızla vicdanlarını da kaybederler”
.