Bir süredir İstanbul’dayım.Son yaklaşık otuz yıldır ilk defa bir KKTC kuruluş bayramının kutlama heyecanını adada yaşayamıyorum…Aslında geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz ve bazı ortak anılarımız olan sevgili sanatçı Levent Kırca,Duayen Gazeteci –Yazar Çetin Altan ve Türkiye’nin yaşayan en büyük şairi kabul edilen Gülten Akın’la ilgili birkaç satır yazacaktım..Ana notlarım da yanımda değil…Bu nedenden bu günkü “Pazartesi Öyküleri” sayfamızda gene geçtiğimiz günlerde ölüm yıldönümünde andığımız , Ecevit’le ilgili anılarımı paylaşmak istedim..
Dün, KKTC’nin kuruluş yıldönümü idi… Böylelikle iki büyük lider ve iki dost Kurucu Cumhurbaşkanımız Denktaş ile Ecevit’ i ve cumhuriyete tüm kan ve can verenleri de hatırlamış-anmış olalım..
Türk Mukavemet Teşkilatının kurucularından isimsiz kahraman Kemal Tanrısevdi’yi dava arkadaşı Burhan Nalbantoğlu’ nun adını taşıyan hastanede hastalığının son günlerinde ziyaret etmiştim… Derin uykudaydı ama benim “veda” mı hissettiğine inanıyorum…
Genç TV nin başarılı Haber Müdürü sevgili Fatma Kişmir’in oğlu da kısa süre tedavi görüyordu…Tanıdığım en yardımsever ve temiz kalpli insanlardan biri olan Fatma Kişmir,Kemal Tanrısevdi nin hiçbir şey yiyip içemediğini,kimsenin de pek ilgilenmediğini görünce oğluna ziyaretlerinde Kemal Tanrısevdi için evde hazırladığı çorba,meyve püresi gibi yiyecekleri de getiriyor uyandırıp Kemal abiye yediriyordu…Bana aktarmıştı sevgili Kişmir,”bir ara gözlerini açtı ve Allah bu milleti devletsiz bırakmasın dedi ve gözlerini kapattı” diye…Bu son sözlerinden biriymiş Kemal abinin…
Bu anlamlı günde ve görüşmelerin devam ettiği süreçte bu cümleyi de hatırladım…Tekrar ”selam ve rahmet olsun Tüm Cumhuriyete kan ve can verenlere” deyip Ecevit’ le ilgili anılara dönelim:
“Kıbrıs Türk halkının kalbinde çok önemli bir yeri olan 1974 mutlu barış harekatının Başbakanı, Türk siyasi yaşamının duayen ismi Bülent Ecevit, Ankara GATA da yaşam savaşı veriyor. Ecevit, bu satırları yazdığım pazar öğleden sonrasına kadar uyutulmaya devam ediliyordu.
Çok hasta olduğunu biliyorduk... Ama aynen son mermisine kadar mevzisini savunarak şehit olan bir mücahit, bir asker gibi -tüm itirazlara, tüm ikazlara rağmen- adaletin kalbine yapılan saldırıda şehit olan Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in cenazesine katılmadan, son görevini yapamadan edemedi Ecevit... Belki de hayatı bahasına bu görevi yerine getirdi.. Zaten gerçek liderleri, gerçek devlet adamlarını diğerlerinden ayıran bu ve buna benzer olgular değil mi?
Yıllarca önce 25 Nisan 1999 tarihli Hürriyet Kıbrıs’taki köşemde şunları yazmışım;
“Bu notları Jasmine Court Hotel’in lobisinde yazıyorum. Başbakan Ecevit ve eşi biraz önce otele geldiler ve istirahate çekildiler.
Yıllar gözümün önünden geçmeye başladı. 1974’ün son ayları... Daha savaşın izlerinin silinmediği Girne’de, Ecevit gene Kıbrıs’ta Dorana Hotel’de ağırlanıyor.
Ancak bu kez Başbakan değil, ana muhalefet partisi lideri... Deniz Amfibi Birlikleri’nin kurucusu ve harekatta Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Oramiral Kemal Kayacan emekli olmuş, parlamentoda Ecevit’in partisinden milletvekili.
Kayacan, Amfıbi birlikleri kurdurttuğu ve adaya ilk çıkan alayın komutanı olan Albay Neşet İkiz ve tabur komutanı Binbaşı İlhan Aloğlu ile hava karardıktan sonra Dorana’da buluşuyorlar. Bizlerin ise o bölgeye gitmesi kesin olarak yasak.
“Evlatlarım”, diye hitap ettiği ve amfibideki tüm subay ve astsubayların isimlerini tek ,tek bilen Kayacan Paşa’nın elini öpmek için izin alamıyoruz. Ada’nın kuzeyinde ise inanılmaz bir heyecan var. Bölüğüm ise harekattan sonra Yılan Ada’sındaki lojistik iskeleyi emniyete almakla görevlendirilmiş. Askerler beni sıkıştırıyor, “Komutanım, Karaoğlan Ecevit gelmiş, bizi ziyaret eder mi? Göremeyecek miyiz?”. Sabah sporunda yasak olmasına rağmen koşu güzergahını değiştiriyorum, hem koşuyor hem şarkılar söylüyoruz.
Dorana ‘yi gören yokuşun başına geldiğimizde harekatta büyük başarılara imza atmış mangal yürekli Bölük Çavuşu Atilla Uzankuşlar’a işaret ediyorum..
“Karada, havada, denizde, Kıbrıs’ta, her zaman, her yerde amfıbi, sağol” söylemini başlatıyor. Her kelime yüze yakın yürekten çıkan sesle Girne sokaklarında yankılanıyor. Tam yokuştan inerken Ecevit balkona çıkıyor ve bizi eliyle selamlıyor. Yüzündeki vakur, mutluluk ifadesini bugün bile hatırlıyorum. Ben de bölüğe bağırıyorum “İşte Karaoğlan!...” Mutluluktan uçuyoruz, koşuya devam ederek arka yoldan bölüğe dönüyoruz. Bölge komutanı Borataş Paşa’dan fırça gelecek mi diye bekliyorum. Gelmiyor...
Neşet Albay o her zamanki yürekliliği ve hoşgörüsü ile “Mesut; spor güzergahını pek değiştirme” diyor, çok sonra gülümseyerek... 1980’li yıllar ... Bülent Ecevit gene Başbakan. İstanbul Boğaz Komutanlığı’nda görevliyim. Tabur komutanı beni çağırıyor: “Çok önemli bir konuğumuz olacak Başbakan Ecevit, bayramı Boğaz Komutanlığı’nın Anadolukavağı’nda yer alan bizim misafirhanede geçirecek. Emniyeti sen sağlayacaksın” diyor.
Komandolardan bir timi hemen hazırlıyorum. Gece yarısına doğru Ecevit ve eşi gelip, komutanlık binası olarak kullanılan tarihi Marko Paşa Köşkü’nün önünde yer alan son derece mütevazi misafirhaneye yerleşiyorlar, yukarıya taşınan iki valizin yanı sıra Koruma Müdürü Mümtaz Karaduman’ın koltuğunun altında bir portatif daktilo ile Türk Dil Kurumu’nun kalın Türkçe sözlüğü dikkatimi çekiyor.
Sabah Boğaz’ın dar sahil şeridinde mayın depolarının olduğu bölgedeki patikada Ecevit’ler el ele yürüyüşe çıkıyorlar. Kurt gazeteci, harekatta beraber çok macera yaşadığımız Ergin Konuksever, kiraladığı bir balıkçı motoru ile Ecevit’leri görüntülüyor. Kritik yerlerdeki keskin nişancıların yanı sıra ben de uzaktan Ecevit’ler’i izliyorum. Bir ara “Bayramınız kutlu olsun yüzbaşım, ama biz burada emniyetteyiz. Yorulmayın.” diyor.
Korumayı daha da hissettirmeden yapmaya çalışıyorum ve Boğaz balıkçıları aynı şiirinde yer aldıkları gibi Ecevit’lere takalarından el sallayarak allı yeşilli geçiyorlar...
İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’dan gelen bir telefon bu zaten kısa olan tatili daha da kısaltıyor. Ecevit’ler Ankara’ya dönüyorlar.
Yaklaşık yirmi-yirmi beş yıllık anılar... Şimdi gazeteci olarak gene Ecevit’leri izliyorum ancak bu kez otomatik silahlarım yerine elimde kalemim var… Ve devlet adamının tatilinin bizim bahriyede çok yaygın olan “bahriyede izin, güvertede gezin” tanımına ne kadar benzediğini düşünüyorum. Zaten gemi de bir memleket gibi değil mi?..”
Aradan gene yıllar geçti.. O günkü yazımı “Hoş Geldin Ecevit” diye bitirmişim.
Bu yazını başlığı ise “Dayan Ecevit”.
Siyası yaşamda inişler çıkışlar liderlerin bazı yanlışları olabilir ama bunlar yürekli, dürüst, halkını düşünen gerçek “devlet adam”lıklarına gölge düşüremez.
Ecevit yaşayan “örnek” devlet adamlarından biridir.
Dayan Ecevit...
Ne yazık ki bu sunuştan birkaç gün sonra Ecevit’i kaybettik. Kaybettiğimizin ertesi günü TV de sunduğum bu anı- öyküyü yeniden ama “Güle güle Ecevit” cümlesi ile bitirdim. Güle güle Karaoğlan…
(Mesut Günsev – 20 Temmuz 1974 Şafak Vakti Kıbrıs)