KKTC’DE SİYASET VE ADALET KURUMLARI ARASINDAKİ GÜÇ KAVGALARI

Ahmet İşcan

Kıymetli okuyucularım ,

ülkemizde yıllardır siyaset ve adalet ilişkileri hususunda çeşitli değerlendirmeler, çeşitli görüş ve düşünceler hep söylene gelmiştir.

İzninizle bir kaç örnek vermek istiyorum.

Birinci örnek Cumhuriyet Meclisinin ülkemizde faiz belirleme yetkisini merkez bankasına devretmesi konusudur

İkinci örneğimiz ise ,

dün İskele mahkemesinin eski kaymakam Kemal Yılmaz hakkında vermiş olduğu iki aylık cezaevine gönderme konusudur.

Daha bir çok anomalileri çoğaltıp örnekleme yapabiliriz.

Bu çerçevede yazımı şekillendirebilmek için bazı kavram ve anlamları irdelemeye başlayalım.

Siyaset kelimesi,

dilimize Arapçadan gelmiş anlam olarak ta at eğitimi manasındadır.

Daha sonraki süreçlerde bu kelime zamanla anlam genişlemesine uğrayarak Ulus yönetimi Ulusu yönetme anlamında da kullanılmıştır.

Politika ise,

yunanca polis kelimesinden türemiş anlamı ise İDARE ETMEK demektir.

Devlet ise,

belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan üstün siyasal otorite tarafından yönetilen siyasal örgütlenmeye denir.

İktidar ise,

egemenliği elinde bulunduran ve yönetme gücüne sahip siyasal topluluktur.

 Meşrutiyet ise,

yapılan işin ve eylemin pozitif hukuka uygun olma durumudur.

 

Belirtmiş olduğum bu birkaç kavram ve yüklenilen anlamlarını aşağıda yazımın içerisinde irdeleyeceğim.

 Pragmatik anlamda birbirinden tamamen bağımsız olması gereken siyaset ve adalet dağıtıcı kurumlar,

gerçekte hiçbir zaman tam anlamıyla birbirlerinden ayrı olamamışlardır.

İktidarların yani siyasi erkin bazen yapacağı faaliyetlerde AYAK BAĞI olacağına inandığı yargı müesseselerini denetlemek istemekte,

 YARGISAL İKTİDAR ise muktedirliğini sürdürebileceği güç savaşlarında ,

BENDE VARIM diyerek siyasi erke direnme eğilimlerini de görebilmekteyiz.

Bu iki unsur arasında sürekli bir çatışma ve çekişmeden söz etmek anlamsız olur kanısındayım.

Çünkü özellikle siyaset kurumu adalet dağıtıcı kurumlar ile birbirlerini tamamlayıcı ve bütünleyici ilişkilerin geliştirilmesini görmekte gayet mümkün olabilmektedir.

 Ülkemizde de bazen rastladığımız örneklerde de gördüğümüz üzere siyasetçiler üstesinden gelemeyeceği yada gelinmek istenmediği bir hadiseyi adalet kurumlarına havale ederek sorumluluktan kurtulmaya çalışılır.

Bu tür deneme ve girişimlerin siyaset kurumu tarafından yapılması genelde,

 MEŞRULUK veya HADİSELERİN ZORLUK DERECESİNDEN kaynaklanır.

Bu iki unsur arasındaki güç mücadelesinden iki önemli sonucun çıktığını görebiliriz.

Birinci sonuç ,

siyaset kurumu kendini adalet dağıtan kurum yerine koyar.

İkinci sonuçise,

adalet dağıtan kurumların siyasete müdahalesi neticesinde SİYASETİN YARGISALLAŞMASI sonucu ortaya çıkmış olur.

Bu iki sonuçta da,

 yönetmede kuvvetler ayrılığı ilkesi gereği SİYASAL İKTİDARLARI DENETLEYEREK VAR OLAN ADALET KURUMLARININ ,

o ülkede yaşayan tüm yurttaşların anayasa ve yasalardan kaynaklanan haklarını ve özgürlüklerini eşit bir şekilde koruma görev ve sorumluluğunu yerine getiremeyen ADALET DAĞITICI KURUMLARDA meşruluk krizi baş gösterir.

 Tüm bu kavgaların kökeninde aslında yönetimde egemen olma kavgaları yatmaktadır.

 Bu çerçevede değerlendirmelere devam edersek altı çeşit egemenlik türü olduğunu görebilmekteyiz.

Bunlara baktığımızda

1-MONARŞİK EGEMENLİK

2-OLİGARŞİK EGEMENLİK

3-TEOKRATİK EGEMENLİK

4-DEMOKRATİK EGEMENLİK

5-SOSYALİST EGEMENLİK ve

6-KAPİTALİST EGEMENLİK

 

olarak görülmektedir.

 Bu yönetim biçimlerinin kendi ülkelerinin adalet kurumlarıyla ilişki biçim ve ilişki yöntemleri çok büyük farklılıklar arz etmektedir.

 Sonuç itibarı ile,

devlet toplumsal yapının sağlanmasında gerekli bir kurumdur. Herkese eşit mesafede yaklaşması ancak tek bir otoritenin var olmasıyla mümkündür.

 İnsan toplumsal bir varlıktır.

Toplum içerisinde yaşamak ise belirli kuralların var olmasıyla mümkündür.

Bunu sağlayacak olan da DEVLETİN TA KENDİSİDİR.

 Ülkemiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne baktığımızda hukuk yani adalet kurumu devletin amaç ve çıkarlarına karşı kayıtsız kalmamakta ve her zaman kendi devletinin yanında yer aldığını görebilmekteyiz.

Yani ülkemizde kısaca SİYASET VARDIR.

Ve ne yazık ki hukuka yön vermeye çalışmaktadır.

ADALETİN YÖNETİMİN DIŞINDA ve ÜSTÜNDE OLDUĞU iddiası ve tezi sadece bir masaldan ibarettir… Özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde siyaset ve adalet kurumlarının birbirini tamamlaması ülke insanımızın aidiyat duygusunun kökleşmesi ve toplumsal bakış açılarının gelişimi için çok önemlidir.