Yaşanılan korkunç bir olay, hayatınızın bundan sonraki sürecinde büyük etki sahibi olabiliyor. Öyle ki bu etki psikiyatrik rahatsızlıklar olarak geri dönüyor.
Peki, savaş, göç ya da doğal afetler gibi toplumu dolayısıyla bireyi derinden etkileyen olaylar sadece o anı yaşayanlarda mı yoksa sonraki nesillerde de iz bırakabilir mi? Bu sorunun cevabını merak eden bazı bilim insanları bilimsel bir yanıt için araştırmalara başladı. Buldukları sonuçlar ise oldukça ilgi çekici.
Yapılan araştırmalardan biri de Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeydi.
Türkiye’de yaşanan hayli trajik olaylardan olan 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremleri araştırmanın konusu olarak seçildi.
Depreme maruz kalmış annelerin çocuklarını inceleyen çalışmada aranan cevap travmaların nesilden nesile aktarımının somut deliliydi.
Nesilden nesile travma aktarımı mümkün mü?
Beynin hafıza ve korku ile ilgili bölümleri incelendiğinde çarpıcı sonuç ortaya çıktı. Depreme maruz kalan annelerin çocuklarının beyinlerindeki ilgili bölümlerde de hacim kaybı olduğu saptandı.
Aslında araştırmanın amacına böylelikle ulaşılmış olundu. Çünkü yaşanan kitlesel travmanın psikolojik etkilerinin yalnızca travmayı yaşayan nesilde değil sonraki nesilde de olabileceği kanıtlandı. Ayrıca bu davranışsal olarak değil biyolojik olarak bir aktarım.
Öte yandan, çalışmanın kapsamı çocuklara kadar olan nesli içeriyor. Zira, bu tür çalışmalar 20'inci yüzyılda başladıkları için ulaşılabilen soyağaçları da henüz geniş çaplı olmuyor.
Yapısal bir beyin görüntüleme çalışması
Çalışmanın sahipleri ise Radyoloji Uzmanı Dr. Ahmet Kürşat Karaman, Çocuk Psikiyatr Enes Sarıgedik, Radyoloji Uzmanı İbrahim Feyyaz Naldemir ve Radyolog Prof. Dr. Hasan Baki Altınsoy…
Araştırma makalesinin alanında saygın bir dergi olan Psychiatry Research: Neuroimaging’de de yayınlandığını belirtelim.
Dr. Ahmet Kürşat Karaman ile çalışmalarını daha detaylı konuştuk.
"Travma yaratan bir olayın sonraki nesildeki etkisini inceledik"
Son zamanlarda travmatik olayların nesiller arası aktarımı aslında oldukça popüler bir konu. Dr. Karaman, konuyla ilgili araştırmaların 20’inci yüzyılda başladığını belirtiyor. Bilinen en popüler araştırmanın ise Yahudi Soykırımı’na uğrayan kişiler üzerinde yürütüldüğünü söylüyor.
“Çalışmamızda amaç özellikle bireysel ve toplumsal hafızada derin izler bırakan, kişilerde psikolojik travma yaratan bir olayın sonraki neslin beyin yapılarındaki etkisini araştırmaktı. Dolayısıyla ciddi sonuçları olan bir travmatik olay seçmemiz gerekiyordu. Ülkemiz için de 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinin etkileri düşünüldüğünde bizim için en uygun seçenek oldu.
Bu çalışma sadece depremin etkisini ele alsa da diğer doğal afetler için de tabi ki emsal oluşturabilir. Hatta bireylerde psikolojik travma oluşturan göçe ve savaşa maruziyet, soykırım gibi büyük toplumsal olayların etiklerine de emsal oluşturabilir. Çünkü burada anahtar nokta travma ve bu travmanın büyük yıkıcı etkiler bırakan cinsten olmasıdır.”
“Travmalar tek etmen değil”
Yaşadıkları travmatik olayların ardından psikiyatrik sorunlarla uğraşan kişiler, bunu çevresine de yansıtabiliyor. Çocuklar bu konuda en çok etkilenenler arasında. Dr. Karaman, bu çalışmayla ulaşmak istedikleri hedefin bu durumun tek etmeni olmadığını söylüyor.
“Bizim dikkatimizde olan konu travmanın nesiller arası aktarımıydı. Bilim çevreleri erken dönemde buna şüpheyle yaklaştılar. Yapılan çalışmalarda bir miktar destekleyen bulgular vardı. Desteklemeyen yanları da vardı. Ve bunun şuna bağlı olabileceği düşünülmüştü başta, travmaya uğrayan kişiler zaten kendileri psikiyatrik bazı sorunlara boğuştuklarından dolayı bunu çocuklarına yansıtabilirler. Ve doğal olarak çevresel bir etkilenim olabilir. Bu da doğal bir sonuç olarak bir sonraki nesilde çocuklarında ortaya çıkabilir şeklinde bir görüş vardı. Fakat devamındaki çalışmalar bunun tek bir etmen olduğunu fakat tek mekanizmanın bu olmadığını gösterdi.
Dahası özellikle 1990’dan sonra genetik değerlendirmenin, özellikle genetik analizlerin daha detaylı olarak yapılabilmesinin ardından özellikle hayvan çalışmaları bu konuda yapılmaya başlandı. Hayvan çalışmalarında ise bunun DNA üzerine çevresel etkilenim olduğu ortaya çıktı. Yani DNA'yı etkileyen farklı mekanizmalar ile kalıtsal olarak travmatik etkinin bir sonraki nesle aktarılabileceği ortaya kondu. Bu çalışmalar özellikle bilim dünyasında travmanın nesiller arası geçişiyle alakalı.”
Nöro görüntülemeyle somut etkileri aradıklarını da belirten Dr. Karaman, “Travmaya uğrayan insanların bir sonraki neslinde bazı gözlemler var. Fakat bunu somut olarak görülebilmesi için somut etkilerinin olup olmadığını değerlendirmek gerekiyor” diyor.
Neden anneler seçildi?
Travmanın nesiller arasındaki etkisini göstermek için yapılan çalışma için belli bir kurguda planlama yapıldı. Dr. Karaman, özellikle annelerin seçilmesinin genetik geçiş özelliklerinden dolayı olduğunu da vurguluyor.
“Biz de bir çalışma kurgusu yaptık. Beynin limbik sisteminindeki hipokampüs ve amigdala bölümleri ön plana alındı. Travmanın nesiller arası geçişi çerçevesinde çalışma olduğu için anne ya da babalar aklımıza geldi. Özellikle literatürde genetik geçişin kadınlar yoluyla daha mümkün olabileceğine dair kanıtlar olduğu için ve travmatik etkinin yani travma sonrası psikiyatrik değişikliklerin, kadınlarda görülmesinin daha fazla olabileceğiyle ilgili teoriler olduğundan anneleri seçtik.”
“Beynin bir bölümünde belli bir farklılık var”
Etik onayın alınmasının ardından çalışmalar başladı. Dr. Karaman, bu hususta çocukların MR görüntülemelerine dikkati çekiyor ve beyinde incelenen bölümde hacim farklılığı bulduklarını söylüyor.
“Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nden etik kurul onayı sonrasında hastanede MR çekimi yapılan tüm çocukları veri tabanından değerlendirmeye aldık. Beyin MR’ı normal olan çocukların annelerine ulaştık telefon yoluyla. Burada önemli olan depreme maruz kalıp kalmamalarıydı tabi ki. Ve bu çocukların annelerine tek tek çalışma dizaynımızla alakalı sorular sorduk. Daha sonra iki grup dizayn ettik. Sonuçta elimizde travmaya maruz kalmış olan annelerin çocuklarının beyin MR görüntüleri ve travmaya maruz kalmayan annelerin çocuklarının MR görüntüleri oldu. Travmaya uğrayan ( depreme maruz kalan) annelerin çocuklarında amigdala hacimleri anlamlı olarak daha küçük bulundu. Bir fark bulmak kesin olduğu anlamına gelmiyor ama bir beyin bölgesinde somut bir etkilenimi göstermesi bakımından oldukça önemli. Ayrıca hipokampüs bölümünün sağ ve sol tarafı arasında da belirgin bir farklılık vardı. Sonrasında beynin hipokampüs ve amigdala bölgelerindeki hacim değişimlerini inceledik. Bir fark bulmak da kesin olduğu anlamına gelmiyor. Fakat hipokampüs bölümünün sağ ve sol arasında belli bir farklılık vardı.
Çalışmayı yaparken dikkat ettiğimiz başka bir durum da başka bir travmanın yaşanmamasıydı.”
“Çocuklarda psikiyatrik semptomlar değerlendirilmedi”
Çocuklarda psikiyatrik anlamda bir değerlendirme yapılmadığını da belirten Dr. Karaman, asıl amacın bu olmadığının altını çiziyor. Lakin bu çocukların hayatlarının bir döneminde bulguların ortaya çıkması da mümkün.
“Çalışmanın dizaynı gereği çocukları psikiyatrik muayene açısından değerlendirmedik. Fakat anneleriyle psikiyatrik muayene şeklinde telefon üzerinden bir görüşme yapmıştık. Yani anneleri ayrıntılı olarak değerlendirdik. Fakat çocuklarda psikiyatrik semptomların olup olmadığını değerlendirmedik. Bu çocuklar psikiyatrik davranış göstermeseler bile hayatlarının belli bir döneminde bu bulgular ortaya çıkabilir. Literatürde bunu destekleyen çok sayıda çalışma var. Önemli olan burada bu travmatik etkilenimle alakalı beyin bölgelerindeki değişikliği somut olarak göstermekti. Bunu da ortaya koymuş olduk.”