Ünlü ve usta gazeteci Mete Akyol yönetiminde Başkent Ünivesitesi Kültür yayınları arasında Türkiye de aylık yayınlanan ve en çok satan dergiler arasında da yer alan “Bütün Dünya “ nın sürekli yazarlarından Nuray Bertoschek’ in epeydir yeni yazısın alıntılamamıştık.
Uzuun bir “bayram tatili” bitti…Hem Anavatan Türkiye’de hem de Kıbrıs ta yürek yakan trafik kazaları bayram sevincine gölge düşürdü.Kavuşmalar oldu hasretler sürdü.Telefon mesajları, e mailler devredeydi her zaman olduğu gibi…
Nuray Hoca da derginin şubat sayısında yayınladığı bu yazısının girişine yazmış “başlığı aldanmayın “ dercesine…
İnsanlığın küresel soğuması” na karşı birbirimizin ellerini ısıtamaya devam edelim her şeye rağmen ..Ve unutmayalım “bazı insanlar size gülümseyemeyecek kadar yorgundurlar,biz onlara gülümseyelim…
“Yazımın başlığını görünce “ Acaba bir yazım hatası mı?” diye düşündüğünüzü tahmin edebiliyorum. Hayır, bir yazım hatası değil, Küresel ısınma yerine yanlışlıkla küresel soğuma yazmadım.
Son yıllarda hep küresel ısınma sorunu ve çözümleri üzerine yazılar yazıldı oysa ben asıl sorunun küresel ısınma değil, küresel soğuma olduğuna ve en kısa zamanda çözüm bulamazsak bu sorunun insanlığın sonuna neden olabileceğine inanıyorum. Küresel soğumanın ne anlama geldiğini gelin hep birlikte irdeleyelim.
Haberleri izlerken, okurken sizin de yüreğiniz sıkışıyor, ruhunuz daralıyor ve alıp başınızı uzaklara kaçma isteği duyuyor musunuz? Uzaklar mı dedik? Uzaklarda yaşananlar gerçekten çok mu farklı?
Açlıktan ölenler, özgürlüğe kaçmaya çalışırken denize dökülen canlar, dünya liderlerinin kendilerini sadece ülkelerinin değil, neredeyse evrenin sahibi duyumsadıklarını düşündüren, insanlığı yok etmeye yönelik egoları, hırsları…
Hem, o denli kolay mı öyle alıp başını gidebilmek bir başka ülkeye? Bu gezegen hepimizin elbette ama tapusu güçlü ülkelerin elinde ne yazık ki! Seyahat özgürlüğü, vizelerin başladığı yere kadardır.
Kırık şemsiyeleri, tencere saplarını bile tamir ettirdiğimiz günlerden kırık kalpleri onarmaya bile hiç çaba göstermeden hızla yeni ilişkilere yelken açılan günlere geldik.
Aynı okul önlüğü ve okul kitaplarıyla birkaç çocuğun –kompleksiz, aşağılanmadan, insanca – okuduğu yıllardan , ellerinde son teknolojik oyuncakları, mutsuz, sürekli sızlanan, sitem eden, sahip olduklarından daha fazlasını isteyen doyumsuz çocuklar ve gençlik dönemine tanıklık ediyoruz.
Hiç tanımadığımız , selamımıza bile karşılık vermeyen “ komşu komşunun külüne muhtaçtır’ ya da ‘Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır’ sözlerinin anlamını bilmeyen, aynı apartmanda, aynı mahallede yaşadığımız komşularımız, komşuluklar…
İki göz odalı , tek katlı evlerde , soba başında yapılan sohbetler, sıcacık aile ilişkilerinden , en yoğun yalnızlıkların yaşandığı , çok odalı, çok kalabalık , çok lüks, en gelişmiş ısınma araçlarının bile ısıtamadığı, soğuk, mesafeli , yapay ilişkilerin yaşandığı mekanlara geçiş.
En yakın arkadaşlarımızın etnik kökenini, inancını, kimliğini, cinsiyetini sorgulamayı aklımıza bile getirmeyip , insana insanca yaklaştığımız yıllardan , neredeyse en yakınlarımızı bile ötekileştirdiğimiz, sevgi, saygı ve hoşgörü sözcüklerinin yerini ego, saygısızlık ve şiddetin aldığı günlere tanık olmak.
Ya yaşam biçimimiz? Adeta hızlandırılmış bir film izler gibi yaşıyoruz, hiçbir şeye zamanımız yok değil mi? Sabah bir koşu başlıyoruz güne ve akşam yorgun seriliyoruz yatağa. Kendimiz için yapmak istediklerimizi sürekli ertelemek zorundayız çünkü tüketim toplumunda yaşamanın bedeli var. Daha çok almak, daha çok tüketmek, daha çok yok etmek için daha çok çalışmalıyız! her yeni güne bir önceki günden borçlu girdiğimiz için “Yapılacaklar “ listemiz giderek uzuyor.
Büyük şehirlerde , yeşil alanların hızla beton yığınlarına dönüştüğü ara sokaklarda dolaşırken , başınızı yukarı kaldırdığınızda bir avuç gökyüzüne bakıp siz de kendinizi modern bir cezaevinde duyumsuyor musunuz?
İşte tüm bu nedenlerle, savaşların, şiddetin, hoşgörüsüzlüğün, sevgisizliğin , bencilliğin giderek baskın olduğu günümüzde ben küresel ısınmadan değil, küresel soğumadan söz edebilirim ancak.
Evet, dünya soğuyor giderek. Biz soğuyoruz. Yürekler buz tutuyor, insanlık ölüyor sevgisizlikten.
Seçim bizim : Ya televizyonlarımızın başında , ruhumuz, beynimiz, yüreğimiz uyuşmuş bir biçimde aptalca programları izlemeye devam ederek, hayatımızın iplerini tüketim sistemine bırakarak, sevgimizi pahalı armağanlarla göstererek, kendi yalnızlığımızda tutsak olacak, kendi ellerimizle yok edeceğiz insanlığı
Ya da, inadına sevgi, inadına barış, inadına hoşgörü diyerek insanca , içtenlikle , sevgiyle , farkındalıkla kucaklayacağız birbirimizi küresel soğumaya karşı.
Sevgi gününde yüreklere dokunabilmek ve insanlığımızı anımsamak, anımsatabilmek dileğiyle…”