Kurt

Mesut GÜNSEV

  Bu gün 20 Temmuz…Barış ve Özgürlük Bayramı…Mutlu ve Kutlu olsun…Yanlış hatırlamıyorsam, son 10 yıldır Temmuz ayına denk gelen dergi ,gazete yazılarımda ve  tv yayınlarımda  ana konu; 20 Temmuz 1974 te gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatında, benim de bir mensubu olarak katıldığım, adaya ilk çıkan birlik olan Amfibi Deniz Piyade Alay’ında  yaşadığımız olaylar, çoğunda da ilk kez okurlarla buluşan, anılar,değerlendirmeler ,fotoğraflar  oldu. Bunun bir amacı da tarihe not düşmek, o tarihi günlerde yaşananların sadece yaşayanların anılarında kalmamasını sağlamak.   Rahmetli hocamız ,değerli araştırmacı yazar Turgut Özakman üstadımızın  bir rekora imza atarak bir milyondan fazla okura ulaşan “ Şu Çılgın Türkler” kitabından sonra “yazmasaydım eksik kalacak, rahat uyuyamayacaktım “dediği serinin üçüncü ve son cildi, kendisinin de son eseri olan” Şu Çılgın Türkler –Kıbrıs “kitabında  yayınlarımızdan alıntı yapması,Kıbrıs harekatına katılan savaş hemşirelerimizle ilgili Türk basınında ilk yazıyı gene bu sayfalarda yayınlamamız ve bu yayından sonra savaş hemşirelerimizin temsilcilerinin TC Genel Kurmay Başkanlığının 30 Ağustos  Zafer Bayramı resepsiyonuna  onur konuğu olarak çağrılmalarındaki “gazetecilik”payımız, bu seri yazılardaki övünç  nedenlerimiz de olmuştur. Geleneği bu yıl da bozmadık…ve sizleri “Kurt”un öyküsü ile buluşturduk: “Asıl adını hiçbir zaman öğrenemedik. Duruşundan, yapısı ve görünüşünden safkan bir Alman kurt köpeği olduğu belliydi. O yüzden adı hep “Kurt “oldu. Kurt ve Deniz Piyade Teğmen Bülent Alkan; ki burada Teğmen Alkan için bir parantez açmalıyım (1974 Kıbrıs Barış Harekâtında 20 Temmuz’un şafağında, şimdiki adını şehit tank üsteğmen Yavuz Sokullu’dan alan “Yavuz Çıkarma Plajı” -o zamanki adı ile Pladini-’ndan adaya ilk adımı atan, Amfibi Deniz Piyade Alayı’nın seçkin ve gözüpek subaylarından, çıkış sonrası ise Rum Milli Muhafız Ordusunun  (RMMO) tank hücumunu durdurarak kıyıbaşının tutulmasında çok önemli rollerden birini oynayan kişilerden biridir Teğmen Alkan). Ada’da kaldığımız on ay boyunca beraber yaşadılar, beraber yattılar, uyudular, her yere beraber gittiler, kumanyalarını aynı mevzilerde paylaştılar. Gerçek bir hayvansever olan Teğmen Alkan, Kurt’u harekâtın ikinci günü kumanda ettiği keşif koluyla gittiği Beşparmak dağlarının eteklerindeki bir villanın bahçesinde aç, susuz bağlı, neredeyse ölmek üzereyken bulmuştu. Belli ki sahipleri  telâş ve karmaşa içinde onu kulübesinde bağlı olarak unutmuşlardı ama o  bitkin hâliyle bile evini korumaya çalışıyor, kimseyi bölgeye yaklaştırmamak için var gücüyle havlıyor, etrafına saldırıyor, atılıyor, ipini koparmaya çalışıyordu. Askerler artık onu tam vurmaya karar verdiklerinde Bülent’le  Kurt göz göze geldiler. Ve o göz göze gelişle birlikte dostlukları da başladı…. Zaten güçlü bir köpek olan ve Almanca’dan başka komut anlamadığı belli olan Kurt, kısa zamanda hem Teğmen Bülent’e, hem de birliğe alıştı. İkinci harekâttan sonra Gazimagusa- Derinya bölgesinin sınır korumasına verilen birliğin artık hem bir parçası, hem de maskotu olmuştu Kurt… 1975’in Mayıs ayında Yunanistan’la Ege adaları ve kıta sahanlığı krizi çıkınca gizli bir mesaj emri ile Kıbrıs’a ilk çıkan amfibiler, törensiz adadan ayrılan ve Türkiye’de de törenle karşılanmayan tek gazi birlik olarak anavatana döndüler. Önce İskenderun’a, oradan İzmir-Poligon’a, oradan da hâlâ bulundukları bölge olan Foça’ya intikal ettiler. Bu arada Gazimagusa Limanı’nda yükleme-bindirme yapılır, birlikler adaya vedaya hazırlanırken, gemi ikinci komutanı ile o Ağustos’ta Üstteğmen olmuş Bülent Alkan arasında sahilde bir tartışma yaşanıyordu. Gemi İkinci Komutanı kurallar gereği gemiye hayvan alınamayacağını, bu nedenle Kurt’un sahilde bırakılması gerektiğini söylüyordu. Bu konudaki bütün ricalar geri çevrilmişti. O hüzünlü tabloyu, o günü yaşayan askerler hiç unutmamışlardır. Limanda Kurt’la Üsteğmen Bülent sarmaş dolaş...  Kurt, Bülent’in ellerini yalıyor, gözlerine bakıyor, daha sonra üstün cesaret ve feragat madalyası ile taltif edilecek olan, tartışmasız birliğin en yiğit subaylarından olan Üstteğmen Bülent resmen ağlıyor.  İnzibat Komutanı Kurt’a “çok iyi bakacağını, merak etmemesini” söylüyor, onu teselliye çalışıyor,  bütün mürettebat gemi güvertesinden bu hazin ayrılık tablosunu gözleri nemli izliyordu. Bülent’le Kurt son kez birbirlerine sarıldılar. Gemiye son binen personel Bülent oldu. İskele alındı, halatlar fora edildi. Kurt, terk edildiğini anlamış; yalvaran gözlerle bakıyor, havlıyor, tasmasından sıkı sıkıya tutan inzibat çavuşu onu zapt etmeye çalışıyordu. Makineler önce tornistan yaptı, sonra koca gemi ağır yolla yavaş yavaş rıhtımdan ayrılmaya başladı. Neredeyse artık  herkesin gözü nemlenmiş, gemi ise sahilden iyice açılmaya başlamıştı. Tam o sırada sahilden gemiye bakan Kurt son bir silkinişle yeni bakıcısının elinden kurtuldu. Fırlayarak koştu rıhtımdan denize atladı ve çılgın bir çaba ile ayrılan gemiye doğru yüzmeye başladı… Geminin köprü üstünde ise filmin kopmasına ramak kalmıştı. - “Hayıır!” diye haykırdı Bülent…Yüzü bembeyaz kesilmiş, heybetli vücudu titriyordu. Eli belindeki 11,43’lük “Cold” tabancasına gitti . Kılıf kilidini çözdü... İşte tam o sırada gemi komutanının gür sesi adeta bir top mermisi gibi köprü üstünde patladı: - ”Makineler stop!.. Köpeği gemiye alın!” Geminin tek hakiminin emrine zaten hiçbir itiraz gelemezdi… *** Kurt artık hep bizimleydi. İskenderun’dan İzmir-Poligon’a geçtiğimiz günlerdi, ancak Kurt’ta değişiklikler başladı. O canlı, güzelim hayvan önce sessizleşti, sonra halsizleşti, daha sonra arka iki bacağı kötürüm oldu.  Sürünerek ilerleyebiliyor, yemek yemiyor, sadece acı ve hüzün dolu gözlerle bakıyordu. Başta Bülent olmak üzere hepimiz üzülüyorduk. Sanırım süreç içinde yapılamayan aşıları veya bir başka neden onu yavaş yavaş bizden koparıyor; zaman zaman inleyen, ağlayan o asil kurt, gözümüzün önünde adeta ızdırap çekiyordu… O sabah aslında hepimizin aklından geçeni, iyi de bir komando olan harekâtın ilk günü sahile hücum çıkışı sırasında üç yerinden ağır yaralanan tabur komutanı binbaşının yerine en kıdemli subay olarak komutayı alan ve tüm harekâtın kalan kısmını başarı ile yöneten bölük komutanımız ,  Bülent’e: -  “Bu hayvan büyük ızdırap çekiyor, bizim de paylaştığımız bu acısını durdurmak lazım” dedi… Hepimiz anlamıştık, Bülent öneriyi onaylarcasına sesini çıkarmadı yaşlı gözlerle Kurt’u öptü…Daha sonra yatakhanelerin arkasındaki ağaçlıklar bölgesinden sadece tek bir silah sesi geldi…! Bülent , o yiğit asker ağlıyordu…Bizim de sanki içimizden bir şeyler kopmuştu…Ama harekat bizim için artık o gün tam olarak bitmişti…. Kurt’un nereye gömüldüğünü hâlâ bilmiyoruz… Ama aradan 41 yıl geçmesine rağmen, Bülent Alkan’ı  ve onun adeta silah arkadaşı, can yoldaşı gibi olan Kurt’u hâlâ  özlem ve sevgi ile anıyoruz…. “