Eğer bir tarlanız varsa, size ait bölgenizi ayırmanız normaldir. Evinizin bahçesinin etrafını da telleyebilirsiniz. Ekeceğiniz ürünleri korumak, köpeğinizin kaçmasını engellemek için tellerle kendinize ait alanı belirleyebilirsiniz. Mesela, ektiğiniz lahananın yoldan geçen yabancılar tarafından çalınmasını engellemek için bunu yapabilirsiniz. Bedelini ödeyerek aldığınız ve ürettiğiniz tarlanın ürününü karşılıksız olarak paylaşmak zorunda değilsiniz. Bunu yapmaya zorlayana karşı tepki de koyabilirsiniz. Hatta çok canınızı sıkarsa polisi arayabilir, cezai işlem talep edebilirsiniz.
Buraya kadar hepimizin hemfikir olduğundan eminim. Ancak söz konusu, Kıbrıs’ın kuzeyinde çektiğimiz çizgi olunca bir anda anlayış değişiyor. Bir anda dünyevi değerler de değişiyor. Toprak kutsal bir hazine gibi anlatılmaya başlanıyor. “Kan döktük, bir garış bile vermeyik” denilebiliyor. Herşeyin üstünde olan insan hayatı bir anda emlak borsasına düşüyor.
Ölüm üzerinden siyaset yapanlar bir anda dökülen kanının piyasa değerini buluyor. Kandamlalarını çarpıp bölüp bir anda mülk haline döndürebiliyor. İnsan acısını kendi biçtiği “vatan” kıyafetine giydirirken, birileri bunun “ganimet” olduğunu hatırlatması gerek, yani bir anlamda “Kral Çıplak” diyebilmek gerek.
Ben hiç savaş görmedim. Birkaç sokak çatışması, siyasi eylem, biber gazı gibi şeyler dışında da kanlı bir şiddet deneyimim yok, mesela yanımda hiç bomba patlamadı. Bir yakınımı da savaşta kaybetmedim. Kaybetmeyi de hiç istemem. Ancak, Kıbrıs’ta 1974’de mücahit olan tanıdıklarım var, hatta EOKA tarafında mücadele edenlerle de tanışıp sohbet ettiğim de oldu ve tabi ki birinci derecede yakınını kaybedenlerle de tanıştım. Hem Kıbrıslı Türk hem de Kıbrıslı Rum toplumundan…
Çok kez aklımı kurcaladı ancak hiç soramadım; gerçekten şehitler üzerine onlarca söz söyleyenler konuyu “vatan kıyafetiyle” toprak ve mülke indirgediğinde yakınlarını kaybedenlerin aileleri hiç rahatsız olmaz mı? Avazı çıktığı kadar bağıran “Bir garış vermeyükcüler”, şehit kanlarının sahiplenerek onu siyasi propaganda aracına dönüştürürken, hayatını bu ülkede var olabilmek için verenler, acılarının bir gelecek kavgasının değil de arsa ve parsa kavgasına meze olmasından rahatsız olmazlar mı?
Kıbrıs’ın acı tarihi boyunca çeşitli nedenlerle hayatını kaybedenlerin aileleri için bu ucuz söylenceleri dinlerken kendilerini bu meselenin öznesi olduklarından belki de zaman zaman düşüncelerini dile getirmelidirler. Sırf birilerine karşı çıkmak için değil, sadece ve sadece bahsedilen dökülen kan “vatanın” değil önce ve sadece evlatlarının, annelerinin ya da babalarının olduğu için…
Zihin tutulması yaşayanlar ve milliyetçi hezeyandan faydalanarak kariyer yapmak isteyenler insani bir gelecek talebine karşı, avazları çıktığı kadar, “bunlar Ruma yama olmak isteyenlerdir, çok istiyorlarsa gitsinler öbür tarafta yaşasınlar” şeklinde pervasızca bağırabildiği bir Kıbrıs’ta yaşıyoruz. O taraf ile bu taraf arasındaki çizgiye, en başta “Maison Dickson” denilmişti, daha sonra “Yeşil Hat” ismi verildi. Bugünlerde toplumlararası sosyal aktivitelerin merkezi olan yer Kıbrıslı Türklere göre “Ara Bölge”, Kıbrıslı Rumlara göre “Ölü Bölge” ve Birleşmiş Milletlere göre “Tampon Bölge”.
Adına ne denirse denilsin, bu hattın kuzey tarafı “offside” da kaldığı kesindir. 2016 yılının tamamlanmasına bir kaç ay kaldı. Ayrımcılığın yasaklandığı, nefret söyleminin suç sayıldığı yıllardayız. Teknolojik gelişmeler hayal dünyamızın ötesindeyken, Kıbrıs’ın “bir garışı verilmeyen tarafında” makbül olan bayrağın ışıklısı…
Silkinip gerçeklerle yüzleşmekte yarar var. Kuzey Kıbrıs Akdeniz’in incisi falan değildir, bana soracak olursanız bu ülkenin çoğunluğu hala daha “bir garış toprak bile vermeyük” dediği sürece ülke olması da mümkün değildir. Bu haliyle Kuzey Kıbrıs olsa olsa bir lahana tarlasıdır… Bir ülkeyi dikenli tellerle bölünmesine kayıtsız kaldığımız sürece dağa işlenen ışıklı tabellalarla egemenlik kuramayız ve ülke falan da yaratamayız.
Şarkımız, duyulmasın ve dillere pelesenk olmasın diye avazı çıktığı kadar bağırıyor bu ülkede geçmişe hapsolmayı seçenler. Yine de onlara inat söylemeliyiz barış şarkılarımızı. Çünkü biliyoruz, olmayan bir ülkenin içinden sınırlar geçen kentlerinde, sınırsız hayaller kurabilmenin ilk varsayımıdır Kıbrıs’ta barış…