Müzakere süreci beni yordu. Ama şu sıralar, garip bir heyecan, bir de temkinli bir iyimserlik içindeyim. Mustafa Akıncı'nın Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrasında yaşanan süreç, Eroğlu'nun yarattığı müzakerelerdeki yıkım ve tükeniş ortamı, hatta Talat'ın referandumun gazını arkasına alması ve toplumu “evet”in getirebilecekleri yönünde afyonlaması, sonrasında acı gerçekle yüzleştirmesi “Kıbrıs’ta Barış Engelenemez” nidalarında bile kuşkulara neden oldu. Halkın Akıncı'yı göreve getirmesinde bu başarısızlıklar, umutsuzluk ruh hali ve yeni bir lider arayışı oldukça etkili oldu. Üstelik Akıncı’nın seçilmesinin daha dördüncü ayında, biz olası bir referandumun 6 ay zarfında gerçekleşebileceği ihtimalini konuşuyoruz. Ne acıdır ki, çözüm karşıtları yalan yanlış argümanlar ortaya ararken, bazı çözüm güçleri ise Akıncı'nın liderliğini sorgulatmaya çalışıyor. Üstelik ortaya konulan sözde argümanlar ile çatıştırıcı, sürece zarar veren ifadeler ile henüz 4 ayını bile doldurmayı başarmayan bir müzakere sürecinden şüphe duyulmasına neden olunmaya çalışılıyorlar. Dün, Yenidüzen Gazetesi'nden sevgilim dostum Mert'in yazısını okudum ve 2005 yılında, Hürriyet Gazetesi'nin manşetinde de yayınlanan bir fotoğrafım akılma geldi. O dönem, defalarca ara bölgenin iki tarafında da bulunmuştum. Lokmacı Sınır Kapısı ile ilgili, hükümetteki CTP’nin yanı sıra, Cumhurbaşkanı Talat'ın tükenmişliğini, ellerin kolların nasıl bağlandığını, yine bir türlü bu kapının açılması iradesinin ortaya konulamdığını, hatta köprü yapılmasına izin verilmesini, işin daha da sarpa sarmasını, köprün kaldırılmadını canlı canlı izledik. Sevgili Mert, siyasi liderlikten bahsederken ve Talat’a metiyeler düzerken, o süreç ile şimdiki Derinya Kapısı’nı karşılaştırmaya çalışırken, haksızlık yapıldığını düşündüm ve o eski resimleri de arşivlerden bulup çıkardım.