Cumhurbaşkanı Akıncı son günlerde sürekli olarak basın aracılığıyla hangi amaca hizmet ettiği belli olmayan, net olarak anlaşılamayan mesajlar veriyor…
Kendisinin Kıbrıs Türkü’nün seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak Kıbrıs’ta bir çözümün federasyon modelinden geçtiğini ve bunun da BM kararlarında yer aldığını, dolayısıyla başka maceralara atılıp da zaman kaybetmenin amaca hizmet etmeyeceğini dile getiriyor.
İyi niyetinden şüphemiz yok, ama iyi niyetle kaş yapayım darken neden göz çıkardığını ve kendisini bu hallere düşürdüğünü de öncelikle yine kendisinin sorgulaması lazımdır.
Diğer taraftan önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki “rakibi” Kudret Özersay da başka telden çalıyor, Kıbrıs’taki tarafların çözüm olmadan işbirliği yapması için kimsenin aldırmadığı, sırf reklamlar içerikli bir çağrı yapıyor, olmayacak duaya milletin amin demesini bekliyor, eline geçirdiği her kozu “reklamlar” temelinde kullanıyor, kendine Cumhurbaşkanlığı için zemin hazırlıyor.
Cumhurbaşkanı Akıncı da “rakibinin desteksiz ama taciz ve yıpratma amacı güden atışlarına” karşılık temkinli savunma atışlarıyla karşılık veriyor, sözcüsünün son yaptığı evlere şenlik açıklamadan sonra kendisi işi ele almış, dikkatle kendini ifade etmeye çalışıyor, satır aralarında gaf yapmamaya, pot kırmamaya çalışıyor…
Sn. Akıncı farkındadır ki Cumhurbaşkanılığı koltuğuna oturdu oturalı bir arpa boyu yol alamamıştır, Kıbrıs sonlandırıp da tarihe geçme misyonunu başaramamıştır, ipleri elinden kaçırmıştır, Türkiye Dışişlerinin gölgesinde kalmıştır, bu yüzden de tam bir hayal kırıklığı olmuştur.
Bunun da tek bir sebebi vardır, Cumhurbaşkanı seçildiği gün itibarıyle ipleri eline alamamış, kendisine Rum tarafını temsil eden rakibinin ekibi çapında bir ekip oluşturamamış, Cumhurbaşkanlığı’nı ulusal amaca hizmet edecek nitelikli elemanlarla değil, kendine bile hayrı olmayan ahbap çavuşlarıyla doldurmuş,karşısındakilerin de bu feci partizancı tavrını görmeyeceğini, zayıflıkları ve zaafiyetleri görmezden geleceğini sanmıştır.
Manzara buyken de Türkiye anında kendi kafasına göre boşluğu doldurmuştur.
Bu durumu herkes gibi farkeden amma ve lakin ilk başlarda yakaladığı rüzgarın artık arkasında olmadığını ve dibe doğru çekildiğini farkeden Kudret Özersay da son bir hamle ile nihai emeline, yani Cumhurbaşkanlığı mevkisine ulaşmak için ter ter tepinmektedir, eline geçen her kozu kullanmaya çalışmaktadır.
Kudret Özersay’ın ta başından beridir buram burak reklam ve siyasi şov kokan ve ne hikmetse şu ana kadar amacına da ulaşmasına vesile de olan şu desteksiz atış konusunu biraz daha açayım…
Kim hangi akılla, hangi vasfına dayanarak bu beyfendiyi önce Saray’a sokup, sonra da Cumhurbaşkanı adına görüşmeci yaptıysa (burası meçhuldur, ben biliyorum da birileri bize içini döktüğü gibi meydana çıkıp da resmi ağızdan bu sürecin neden ve nasıl başladığını, kimler tarafından başlatıldığını ve bugüne kadar desteklendiğini açıklayana kadar da “sözde” meçhul kalacaktır), bu beyfendi ta o günlerde siyaset sahnesine girdiğinden beri bir söylediği öteki söylediğini tutmamış, dediğiyle yaptığı arasında tam anlamıyla 180 derece açı farkı oluşmuştur…
İktidara gelmeden önce ve geldiği günden beri sadece laf üretmiş, toplum menfaatine olacak şekilde bir tek ciddi icraata imza atmamış, özellikle partisinin uhdesinde olan Ulaştırma Bakanlığı’nın yediği haltlar ve ortaya koyduğu beceriksizlikler çatır çatır can ve mal kayıplarına neden olmuş, 1974’den beri Kıbrıs Türk tarihinin gördüğü en büyük ekonomik krizin ve devlet eliyle halka atılan en büyük kazığın da baş mimarlarından biri olmuş, hesap soracağım diye geldiği iktidarda resmen hesap sorulacak hale gelmiştir…
Son “reklamı” bir dernek başkanı edasıyla gittiği Amerika’da ahbap çavuşlarıyla hoşbeş etmek, kapı kapı dolaşıp da halkın cebinden harcadığı paralarla reklam uğruna boş beleş işlerle uğraşmak, bu boş beleş işleri de kendini adam yerine koydurttuğunu göstermek için medyada kullanmak olmuştur…
Kendisine Amerika’daki hoşbeş işlerini kimlerin ayarladığını, bu işler için devletin cebinden kaç para çıktığını, kendisine sağladığı reklam faydası haricinde topluma ne faydası olduğunu da bir zahmet açıklasa, çok memnun olacağız…
Ha, bu arada, neden hep Amerikalılarla hoşbeş ettiğini, bu canciğer dostane ilişkilerin nerden kaynaklandığını, diğer taraftan Rusya, Çin gibi BM’nin Güvenlik Konseyi’nin üyesi olan “devlerin” saray kapılarından içeri girmek ve bir mevkidaşı ile görüşmek için neden kılını bile kıpırdatamadığını, AB’nin en büyük gücü Almanya’nın saray kapılarında “derdini anlatmak için” neden dolaşmadığını, ya da dolaşamadığını, neden bir mevkidaşı ile değil de önemsiz, ulusal ve uluslar arası siyasette hükmü mahalle bakkalının hükmünü ancak geçen tiplerle hoşbeş ettiğini da bir zahmet açıklasa, memnun olacağız…
Ayrıca, bu beyfendi uzun yıllardır işin içinde olmasına ve görüşmecilik görevinde de bulunmasına rağmen bugüne kadar Kıbrıs sorununun ideal çözümünün ne olması gerektiği konusunda tek bir net kelime etmemiştir, keza partisi de bu konuda ortaya tek bir tanecik olsun net görüş ortaya koymamıştır.
Şimdilerde ise laf olsun torba dolsun mantığıyla “hade Rum tarafıyla işbirliği yapalım” diyor…
Şu andaki iki Cumhurbaşkanı adayının durumu bu…
Kısacası manzara felaket ve kendini bulunmaz Hint kumaşı sananlar var!
Gelelim şu “işbirliği” hikayesine…
Kardeşim kendini adam yerine koydurtmak ve herhangi bir konuda işbirliği yapabilmek için önce ciğerinin kaç okka bastığına bakacaksın, ekonomik anlamda grak grak ediyorsun, maaşları ödeyebilmek için halkı tarihte görülmemiş vergilerle, zamlarla soyuyorsun, bir avuçluk memleketinin her köşesi yozlaşmış, kokuşmuş, çürümüş, ne ekonomin kalmış, ne doğru dürüst eğitim ve sağlık sistemin, ulaştırma sistemin tam anlamıyla çürümüş, çökmüş, tam bir ölüm tuzağına dönüşmüş durumda, uyuşturucu ve adli olaylar ülkeyi bir ucundan öteki ucuna sarmış durumda, nefes alabilmek için Türkiye’nin yardımına ihtiyacın var, kapısında resmen dileniyorsun, her yönünle tam anlamıyla komaya girmiş bir durumdasın, daha doğrusu, ülkeyi tam anlamıyla komaya sokmuş durumdasın…
Diğer taraftan ise, hükümeti dostlar alışverişte görsün misali, bir saadet zinciriyle yürütüyorsun, kendine bile hayrın yok…
Kendine bile hayrın yokken kimle işbirliği yapıp da kime hayrın dokunacak, ya da bu halinle kimi kandıracaksın…
Manzara buyken bir sen akıllı, el alem ahmak…
Seni bu şartlarda kim adam yerine koyar da seninle işbirliği yapar!!!
Rum mu seni adam yerine koyacak!!!
Siz en iyisi Maduro gibi mağduro edebiyatına devam edin, bugüne kadar tuttu, bugünden sonra da belki tutar…