Ekonomist İrfan Çelik’in notlarını okurken, hayret duygularım en üst seviyeye çıkıyor. Vahşi kapitalizmin ya da daha modern ismiyle “liberalizmin” nimetlerini(!) daha da iyi anlıyor ve hazmediyorum… Bakalım katılacak mısınız? “… Dünya ekonomik burhanında yaşananlar ve aralıklarla devam eden ekonomik krizler nedeni ile devletin; hukuki ve/veya regüle edici düzenlemeler yoluyla, ekonomiye ve/veya iş sözleşmelerine müdahalesinin zorunlu olduğu, ABD’nin, AB’nin ve FİNANS SAĞLAYICILARININ arkasına sığındığı, liberalizmin temel ilkelerine ve serbest piyasa ekonomisinin kurallarına aykırı bir şekilde, bir yandan bankaların batmasını önlemek için, bankaların sermayelerine yaptıkları katkılar ile diğer yandan finans kullanıcılarının zayıflığını istismar eden; adil olmayan bir faiz oranı uygulamaları ve finans kullanıcısını YANILTAN ve ZARARA SOKAN kredi sözleşmelerinden dolayı, devletin mali kuruluşlarının, finans sağlayıcılarına yağdırdığı milyarlarca dolar CEZALAR neticesinde net bir şekilde anlaşılmıştır. Bu yıllardan itibaren başlayan ve gelişen süreç içerisinde, sermayedarların yaptıkları sözleşmelerde, kendilerini aşırı koruyucu bir tutum içerisine girmeleri “sosyal devlet” ilkesinin kabulü ile birlikte, sadece devlete karşı değil, kendileri arasındaki ilişkilerde de korunması gerektiği sonucu hâsıl olmuştur. Günümüz sosyal devlet anlayışı içerisinde şekillenen çağdaş sözleşme hukuku ilkeleri, sözleşme ilişkilerinde adaletin sağlanması bakımından, yargıçlara “sözleşme içeriğine müdahale” edebilme imkânı vermektedir(Lloyds Bank Ltd v Bundy davasından). Alman Anayasa Mahkemesi de; bu gibi sömürü, aldatma ve hileli davranışlara kayıtsız kalmamış, 1994 yılında verdiği bir kararla; “Sözleşmenin içeriği taraflardan biri için “aşırı derecede mağduriyete” sebep oluyorsa ve MENFAATLAR DENGESİ açıkça kurulamamışsa, mahkemeler “sözleşme sözleşmedir” tespiti ile yetinemezler. Aksine, sözleşmede yer alan düzenlemenin taraflar arasındaki pazarlık gücünün eşit olmamasına dayanıp dayanmadığını tespit edecek ve buna göre mevcut özel hukuk düzeninin çerçeve hükümleri yoluyla müdahale edecektir.” demektedir. İngiltere ve Almanya yanında Türkiye’de de durum pek farklı değildir.
- Yargıtay Hukuk Dairesi, Esas 2006/10269, Karar: 2007/3205 İçtihat şöyle demektedir: “Kural olarak tacirin sözleşmede kararlaştırılan cezai şartın tenkisini isteme hakkı yoktur. Lakin akitteki cezai şart tacirin mahvına sebep olacaksa bu durum ahlak ve adaba aykırı olacağından TAMAMEN veya KISMEN iptali gerekir.” Bu karar, TC. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun “Ne var ki, borçlu tacir olsa bile, cezai şart iktisaden mahvına mucip olacak derecede ağır ve yüksek ise adap ve ahlaka aykırı sayarak tamamen veya kısmen İPTAL edilmesi gerekir” şeklinde özetlenen 1974 tarihli ve 1053/222 sayılı kararına dayandırmıştır.
Gelelim KKTC’DE durumun ne olduğuna… 4/2006, D/2007 sayılı Anayasa Mahkemesi kararı bir ders niteliğinde olup günümüze kadar hiçbir siyasi parti tarafından dikkate alınmamıştır. Ekim 1997 tarihinde edinilen bir borç 31 Aralık 2006 tarihine kadar tamı tamına 4 trilyon 920 milyar 382 milyon 799 bin 7 kuruş bakiye borç yaratmıştır. 9 sene içerisinde 39 bin 363 misli artan bir borç!” Borçlanılan para miktarı sadece 125 milyon TL. idi. Hade gelin de çıkın işin içinden. Bunun adı vurgun mu? Soygun mu? Tefecilik mi? Hırsızlık mı? Aymazlık mı? Ne derseniz deyin yakışan lafı bulamazsınız. Yasalarımızda ve uygulamadaki haksızlıklar ve haksız nemalanmalar, hakların tek taraflı olarak kötüye kullanılması, borçların ödenemez bir yapıya sokulması, özerk bir irade oluşmadan veya oluşamadan imzalanan sözleşmelerin hukuk korumasına alınması, özerk iradenin oluşması için bilinçlendirme ve farkındalık yaratılması çok acil sağlanarak bu tasarım kusurlu SÖZLEŞMELER yırtılıp çöpe atılmalıdır. Yargıya güven en üst sıralardadır. Daha da artması temennisiyle…