[caption id="attachment_24470" align="alignleft" width="100"] DR. KIVANÇ BUHARA[/caption] Yan yana, İç içe, Ayni köyde, ayni mahallede yaşıyorduk Rum komşularımızla… Biz Müslümandık, onlar Hristiyan… İlkokulda, öğretmenimiz her Cuma günü bizi camiye götürürdü. Namaz kılar, dua ederdik. İmam, namazın sonunda , Atatürk’ün ruhunu şad eder, rahmetle anar, biz hep birlikte, yüksek sesle, “ Amiiin” diye bağırırdık. Rum çocukları, Pazar günleri, anne ve babaları ile birlikte, kilisenin çanı çalındıktan sonra, güzel giyinmiş, saçları düzgün taranmış olarak yanımızdan geçerken bize el sallarlardı. Kiliseden sonra “pirilli” oynamaya geleceklerini, işaret ve orta parmaklarını üst üste koyarak anlatmaya çalışırlardı. Hristaki, Yannis’ten daha açıkgözdü. Çizgi kenarına dayanan enek pirillinin su içip içmediği konusunda, bizimle saatlerce tartışır, sonuçta cırlar, oyun yerinden uzaklaşırken Rumca bir şeyler mırıldanırdı. Birkaç gün küs kaldıktan sonra, dayanamaz, oynadığımız yere yaklaşır, oyuna katılmak için bizden işaret beklerdi. Biz, onu oyuna davet etmekte naz ederdik. Babasının bahçesinden elma getirmesi karşılığında onu oyuna kabul ederdik. Güzel günlerdi. Kavga nedir bilmezdik. Sonra; bir gün, büyük kamyonlar içinde, İngiliz askerleri geldiler. Dağın eteğine çadır kurdular. Uzun tüfekleri vardı. Nedense hepsi kısa pantolonluydu. Dağlarda EOKAcıları arıyorlarmış… Maşera Ormanları’nda çatışma çıkmış; EOKAcılar vurulmuş, İngiliz askerleri, araçları ile birlikte yanmışlar… İngilizlere EOKAcıların yerini gösterenler Kıbrıslı Türklermiş… Neler oluyordu böyle? Enosis ne demekti? İngilizlerden sonra, sıra neden bize gelecekti? Cumhuriyet kurulunca, dedem içinden derin bir “ohh” çekti. “ Bundan sonra Rumlarla kavga olmaz” dedi. Oraktan yaptığı ince, uzun kılıcı samanlığa sakladı. Fakat bu arada, köyümüzde bulunan birkaç Rum aile öldürülecekleri korkusu ile yakındaki Rum köyüne göç etmişlerdi. Hristakis ve Yannis’i bir daha göremedik. 23 Aralık, 1963. Dedem, samanlığa sakladığı uzun, ince kılıcı çıkardı; gece yatarken başucuna koyuyordu. Rumlarla Türkler arasında çatışma haberleri geliyordu. Birçok insan göç etmiş, daha güvenli köylere yerleştirilmişti. İlk tokadı o zaman yedik. Sonradan anladık ki, İngilizler ve Amerikalılar; Yakın ve Uzak Doğu’nun yol başında, güvenli bir ara istasyon olan Kıbrıs’ı ortadan bölerek, sorunsuz bir Ada hedeflediler. 20 Temmuz 1974’te, ikinci tokadı Rumlar ve Yunanistan’daki cunta yedi. Enosis hayali onlara pahalıya mal oldu. Biz, Kıbrıslı Türkler kurtarıldık. Artık bütün korkular bitmiş, Anavatanımızın güçlü ve şefkatli kolları arasında güvende olacaktık. İşte, o güven ve şefkat duyguları içinde, Anadolu’dan ne kadar uzakta olduğumuzu anladık. Yaşadıklarımız bize, “ keşke kurtarılmasak, hepimiz geberip gitseydik” dedirtti. Çünkü, Kıbrıs Türkü yıllarca uzak kaldığı Anadolu’nun örf ve adetlerini unutmuş, İngilizler ve Rumlarla bir arada, iç içe yaşamaktan edindiği yeni kültürleri benimsemiş, dini bağnazlıkları ve zorlamaları kabul etmemiştir. 1974’ten sonra gelenler ise, Kıbrıslı Türklerin, uzun yıllar içinde geçirdiği evrimi kabul etmediler, edemediler. Bu nedenden dolayı değil midir ki Kıbrıslı Türklere ‘İngiliz, Rum artığı’ yakıştırılması yapıldı. Gelenler, yerleştirildikleri modern evlerdeki alafranga tuvaletleri kırıp, abdest alabilmek için “ hela” yaptılar. Kıbrıslı Türklerle yapılan evliliklerin çoğu hüsranla bitti. Kimse kabullenmek istemiyor, ancak bu durum, bir arada yaşamaya çalışan değişik kültürlerin “ çatışmasından” başka bir şey değildi. Gerçekleri göz önüne alarak, " Kıbrıslı Türklerin, 20 Temmuz, 1974 öncesi ve sonrasında yaşadığı toplumsal travma, psikolojik yıkım Anadolu’dan gelen kitlelere anlatılmadı, Kıbrıs’la ilgili hiçbir ön bilgilendirme verilmedi. “Savaş ganimetinden ne kaparsak” zihniyeti egemen oldu. Herkesten; gelenlerden, gidenlerden çok daha hoş görülü, yumuşak başlı, paylaşımcı, eşitlikçi ve adaletli olan Kıbrıslı Türkler; bu meziyetlerinden dolayı ; Soydaş, Yandaş, Yoldaş, Ve akraba bildiklerinden; İngiliz emperyalistlerinden, Rum faşist ve fanatiklerinden görmediği aşağılanmayı görmüştür. Bu aşağılanma ve hakaretin en son versiyonu “ETİ, 250 GRAM ONURSUZ KAHPE” sözleridir. Kerhane o...pusuna bile, apış arasının kaç dirhem olduğunu haykırmak ve ona kahpe demek suçtur. Bu sözleri sarf eden beyefendi; Kıbrıs’ta nefreti değil sevgiyi, çatışmayı değil barışı egemen kılmak istiyorsa, hiç gecikmeden tüm Kıbrıslı Türklerden ve özellikle, her türlü demokratik eylem haklarını kullanmakta kendilerini özgür hisseden hanımlardan özür dilemelidir. Özür dilemenin bir erdem ve büyüklük olduğunu, beyefendiye hatırlatmak herhalde gereksizdir. Bekliyoruz…