Dün akşam geç saatlerde Mont Pelerin’de yapılan görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlandığı duyuruldu.
Bu noktaya nasıl gelindi.
11 Şubat tarihinde karşılıklı olarak imzalanan belgedeki Altı madde üzerinden görüşmelerin başlanması için KKTC’deki başkanlık seçimi beklendi ve hemen sonrasında bu görüşmeler başladı.
Seçimlerden sonra Çözüm vizyonunu ortaya koyan Akıncı ile Annan planına evet diyen iki lider arsında başladı.
Enteresandır bu görüşmeler çok çok uzun süre çözüme çok çok yaklaşıldığı şekilde taraflarca açıklanmasına rağmen sonuçta Annan planı seviyesine gelinemeden görüşmeler sonlandı.
Hâlbuki yola çıkılırken iki Liderin ortak hedefi yabancı bir plan yerine her iki tarafın da evet diyeceği bir plan ortaya çıkarmaktı ve planın da ismi Akıncı-Anastasiyadis planı olacaktı.
Neden olmadı.
Herkesin gözünden kaçırdığı bir önemli unsur vardı. Çözümün mümkün olabilmesi için Kıbrıslı Rum ve Türklerin anlaşması yeterli değildi.
Bir taraftan garantör olarak 15 Temmuz 1974’de garantör olduğu anayasal düzene karşı İhtilal yapan Yunanistan diğer tarafta garantör olarak anayasal düzeni korumak için 20 Temmuz 1974’de adaya çıkarma yapan Türkiye. Kaldı ki 1974’de anayasal düzeni sağlamak için adaya geldiği halde aradan 42 yıldır bu düzeni sağlamak yani Kıbrıs Cumhuriyetine anayasal işlerlik kazandırmak yerine başka çözümler arayan bir Türkiye.
Türkiye adanın Kuzeyini elinde tutmak uğruna ne BM kararlarına karşı çıkmış. Ne Avrupa birliğine Kıbrıs Cumhuriyetinin tek taraflı alınmasına karşı çıkmış. Ne de Annan planında Evet deyip Uluslar arası hukukun içine girmiş bir KKTC’nin bu hukuk içinde kalmasını benimsemiştir.
Ancak aradan geçen 42 yılda adadaki hem nüfus hem toprak hem de sermaye yapısını değiştirmiştir. Artık KKTC’de Kıbrıs’a Kıbrıslıya ait bir şey kalmamıştır.
Aradan geçen bunca yıla rağmen TBMM’de Kıbrıs konusunda alınan savaş kararı değiştirilmemiştir. Bu nedenle bizim anayasamızdaki geçici 10.ncu maddenin kaldırılması teklif bile edilemez durumdadır.
Merkez bankamızın başkanı, Sivil savunma başkanı, polis, itfaiye özetle tüm önemli kurumlarımızın başında Kıbrıslı Türk olamaz tek gerekçesi da Kıbrıs Türk’ünün saf kan Türk olmaması gösterilmektedir.
Bütün bunlara sebep 42 yıldır bizi yöneten hükümetlerdir. Her dönem sandığa gidip bizi yönetmeleri için oy kullandığımız partiler maalesef kimisi milliyetçilik kimisi da solculuk adına bizleri sömürerek Türkiye’nin talimatlı memuru olmuşlardır. Tümünün görevi Kıbrıslıya ait ne varsa yok etmek üzerine kurulmuştur. Talimata uyan Hükümette uymayan muhalefete sistemi yürütülmüş sadece bu hükümetler avanta sağlayacak yandaşlar yaratmakla meşgul olmuşlardır. Unutmayın hükümette kalmak uğruna bir akşamda birkaç milletvekili birinden birkaç diğerinden milletvekili ayarlanarak bir parti kurulmuş ve daha onaylanmadan hükümete ortak edilmiştir.
KKTC’nin tüm makamları göstermeliktir. Hiçbir zaman itaat etmeyen bir hükümet oluşmamıştır. Hiçbir parti ben hükümette iken Kıbrıs halkının hakkını hukukunu koruyacak yasal düzenlemeler yaptım iddiasında olmasın.
Gelinen noktada ne 1974 sonrası kalan fabrikalarımız var, ne ihracat kapımız var. ne alt yapımız var, ne hava ve yer ulaşımımız var, ne Türkiye sermayesine karşı kendimi koruma altına alacak sermaye yapımız, Turizm sektörümüz var. Yer altı ve yer üstü kaynaklarımızın kontrolü da bize değildir.Hukuk yapımız dahi Anglosakson hukuku olmaktan çıkarılmış Türkiye hukuku ile birlikte karmaşık bir hale dönüştürülmüştür.
İşte bizim hükümetlerimizin yarattığı tablo budur.
Bu tablo ile çözüm yapmamız mümkün mü? Diğer yazımda bunu irdeleyeceğim.