Mustafa Kemal Hakkında Bilinmesı Gereken 30 Özel Şey

Mesut GÜNSEV

1. "ATA" LAFINI SEVMEZDİ "Atatürk" hitabını ilk kez dönemin Türk Dil Kurumu Başkanı bir konuşmasında kullanmış, Mustafa Kemal de çok beğenerek soyadı olarak almıştı. Kendisine Ata" diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı. 2. EN SEVDİĞI YEMEK Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldı. Tatlıya düşkün değildi ama canı istediğinde çok sevdiği gül reçelini tercih ederdi. 3. EN BÜYÜK HAYALİ DÜNYA TURUNA ÇIKMAKTI Ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp Türk Dili ve Tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi. 4. BAŞUCU KİTABI "ÇALIKUŞU" YDU. Binlerce kitabı vardı. Ama bunların arasında bir tanesini hayatı boyunca hatta cephede bile başucundan ayırmadı. Reşat Nuri Güntekin'in ünlü “Çalıkuşu” romanını hep yanında taşır, her gün rastgele bir yerinden açar, birkaç sayfa okurdu. 5. KABUL SALONUNDAKİ AT YAVRUSU Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. "Fox" adını verdiği köpeği, Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesinin Çankaya Köşkü kabul salonuna getirilmesini bile emretmişti. 6.TAM BİR SALON ADAMI En sevdiği dans valsti. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu. Klasik Batı müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi. 7. GÖMLEKLERININ TÜMÜ BEYAZDI Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçre`de özel olarak dikilirken sonra yerli malı kullanma kampanyasına öncülük edebilmek için Beyoğlu’nda bir terziye diktirilmeye başlanmıştı. 8. DOLABINDA LACİVERTE YER YOKTU Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizerdi. Lacivert takım giymeyi sevmezdi. 9. ÖLÇÜLERI Boyu 1.74 idi. Hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının İlerlemeye başlamasıyla 46'ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan Ayakkabı giyerdi. 10. RUMELİ ŞİVESİ Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi. 11. HAZİN BİR HİKÂYE Hayatında bir dönem çok önemli yer tutan ancak Mustafa Kemal`in evlenmesinden sonra yaşamına trajik bir şekilde son veren Fikriye Hanım`ın mezarının nerede olduğu bilinmiyor. 12. CUMHURBAŞKANLIĞINDAN SIKILIYORDU. Hayatının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyor; çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünüyordu. 13. PAPA`NIN TEMSİLCİSINE ELBİSE Kıyafet Kanunu çerçevesinde tüm din adamlarının dini kıyafetleriyle sokağa çıkmaları yasaklanınca, Monsenyör Roncalli`ye kendi terzisi Kemal Milasli eliyle bir koleksiyon hazırlattı. 14. KENDİSİ TRAŞ OLMAZDI. Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi. Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi. Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı. 15. DÜZEN TAKINTISI VARDI Evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi. 16. HOŞGÖRÜLÜ LIDER Köylünün biri, gazete kağıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanmış, "Alın bunu kendi içsin" diyerek Atatürk`e küfretmişti. Mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin" dedi. 17. SİGARA PAZARLIĞI Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuş, Atatürk "sekiz" demişti. Doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap vermişti:"Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım". 18. "BU NASIL HALKÇILIK?" Bir sabah milletvekilleri ile trene binmişti. Kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına şaşırmış nedenini sormuştu. Trenlerin, milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş, "Ne de güzel halkçılık ama" demişti. 19. "LAİKLİK ADAM OLMAKTIR" İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermişti: "Adam olmak demektir hocam, adam olmak!" 20. KURBANLARI BAĞIŞLARDI Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz böyle durumlarda sırtını döner ya da kesilmelerini engellerdi. 21. YABANCI DİLE MERAKI Askeri lisede öğrenmeye başladığı Fransızcayı sonraki yıllarda geliştirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardı. Konuşurken araya Fransızca sözcükler de eklerdi. 22. FASULYESINE POKER Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı. Oyun Sonunda kazandıklarını iade ederdi. 23. KAN GÖRMEYE DAYANAMAZDI Cephelerde düşmanla göğüs göğse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği Savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı. 24. KULAKLARI DUYAN TEK KİŞİ. Fransız tarihçisi Herriot Ankara`ya geldiğinde Gazi`nin kulaklarının duyuyor olmasına şaşırmış anılarında bunu esprili bir dille anlatmıştı:"T.C`de bir tane kulakları duyan kişi var onu da Cumhurbaşkanı yapmışlar". 25. BİR RİCASI BAŞ AÇTIRDI Bir gün halk arasında dolaşırken çarşaflı bir kadına rastlamış, "Hafız Hanım benim hatırım için başındaki örtüyü açar mısın?" diye sormuştu. Kadın başörtüsünü açarak, Atatürk`ün önünde eğildi ve ellerini öptü. 26. BILARDO VE YÜZME Sportmen kişiliği vardı. Her gün at biner, yüzmeye gider ve bilardo oynardı. 27. EN BAŞARILI DERS. Eğitim hayatı boyunca en başarılı dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayatı boyunca sürdü. 28. YAĞCILARA GEÇİT YOK Yağcılara çok kızardı. Bir akşam sofrasında kendisine gereksiz şekilde iltifat eden Abdülhak Hamit`e müdahale etti. 29. SON YILBAŞI GECESI 1937`yi 1938`e bağlayan son yılbaşı gecesini Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile baş başa geçirmişti. O gece dolabındaki bazı elbiseleri bakana hediye etmişti. 30. KÖŞKTEKI GÜVERCİNLİK Kuşları çok severdi. Çankaya Köşkü’nde özel bir bakıcının ilgilendiği güvercinliği vardı. ATATÜRK. ATATÜRK.. ATATÜRK… “Amca, sende eski donanma mecmuaları bulunur mu acaba?” “Yok! Ne yapacaksın eski donanma mecmualarını?” “Ben deniz subayıyım. Deniz tarihine de biraz merakım var. Onun için sormuştum.” Soğuk bir Aralık akşamı. Vitrin camında benim o zamana kadar ‘sahaf’ olarak bildiğim kelimenin ‘sahhaf’ olarak yazılı olduğu, içi kitaplarla dolu, Kadıköy‘deki Bahariye’ye çıkan Bademaltı Sokak’taki küçük dükkânın kapısında başlayan bu söyleşinin, yıllarca sürecek bir dostluğun başlangıcı olabileceğini tabii ki bilmiyordum. Hani derler ya en derin dostluklar, genellikle şans eseri gerçekleşen buluşmalardan doğarmış. “Bunlar satılık mı amca?” “Sadece şu raftakiler. Diğerleri benim kendi kitaplarım. Demek Deniz subayısın. Rütben ne?” “Teğmen amca.” “Çok memnun oldum, geç otur. Ben de emekli deniz subayıyım. Ferda Anaol, Emekli Albay,“ deyince ayıldım. Karşımda efsane denizaltıcı, eski Bonn Deniz Ataşesi, Kurmay Albay Ferda Komutan oturuyordu. Tabii ki ondan sonra ki hitaplarımda, “amca” sözcüğü, yerini “komutanım” a bıraktı. Nereden bu sahhaf işi diye düşünmeye başladığımı anlayınca, önce mangalda kızarttığı üzerine tereyağı sürülmüş bir dilim ekmeği uzattı. “Kitaba ve okumaya merak, tabii ki emeklilikte de devam etti. Oturmaya da alışmamışım. Kitapları buraya taşıdım. Evde de yer açıldı. Buraya ‘mürekkep yalamış’ insanlar gelir. Kitap bahane, sohbet eder, kızarmış tereyağlı ekmek yer, bazen de kitap alışverişi yaparız. Bu arada ‘mürekkep yalamanın nereden geldiğini biliyor musun?” ”Hayır efendim“ dedim. ”Bilmiyorum.” ”Eski hattatlar divit ve mürekkeple, özel kâğıtlara, bin bir emekle yazıları geçirip, istifliyorlar. Kalemler özel kamış. Bin bir itina ile yazı devam ederken, bazen kamış kalemden kâğıdın üzerine mürekkep damlayıveriyor. Güzelim yazıda istenmeyen siyah bir nokta. Elle ya da bezle silsen iz kalacak. İşte hattat, o zaman aharlı kâğıdın üzerindeki damlacığı dilinin ucuyla yalayarak temizliyor ve yazısına devam ediyor. Mürekkep yalamış olmak deyimi işte buradan geliyor.” Aradığım dergiler yoktu, ama zaman zaman içine su bile giren o eski denizaltıların kurtlarından biriyle tanışma ve onunla sohbetin ayrıcalığının farkındaydım. Daha sonra her izine gidişimde Ferda albayımı ziyaret ettim. Ben yurt dışında iken vefat ettiğini öğrendim. Son görevimi de yapamadım. “Bak oğlum“ dedi Ferda Albay, şu köşede duran çuval var ya, sahibi geçen gün öldü. Eşi gelip bıraktı. İçi Atatürk’le ilgili kitaplarla dolu. Tek,tek heder olmasın. Al bunları, hanımın bana bıraktığı fiyata vereceğim sana. Ha bilir misin? Bir kitapsever ölünce, genelde eşinin ilk elden çıkardığı şey kitaplar olur.” Çuvalı açtım. Tertemiz, yıpranmamış, çoğu ilk baskı, kenarlarına notlar alınmış, bazılarının içine kesik gazete kupürleri konmuş, altları itina ile çizilmiş satırlar… Bir hazine.. Yaşayan ve bir ömrün sevgi ve bağlılık işaretlerini taşıyan bir hazine. “Bayan otuz lira istedi. Ben pay almayacağım. Yeter ki dağılmasın, kadir kıymet bilir bir ele gitsin bu kitaplar.” Çok iyi hatırlıyorum. Ay sonu idi. Yanımda da 30 lira yoktu. Zaten nerde o gençlik yıllarında ay sonunda cepte para. ”Komutanım” dedim. “Ben annemden para alır, yarın akşam mesai çıkışında bu saatte gelir kitapları alırım. Benim için saklayın lütfen.” “Oğlum sen subaysın, verdiğin söz tamamdır, al çuvalı git yarın getirirsin parayı,” dedi Ferda Albay. “Komutanım ben yarın gelirim “ dedim ve ayrıldık. Ertesi günü sırtımda eve getirdiğim o hazine değerindeki 50 yi aşkın kitap, benim bugün iki binlere varan Atatürk Kitapları birikimimin ilk meşalesi oldular. Bu vesile ile Ferda Albayı rahmetle anıyorum. Nereden bu satırlarla girdim yazıya? Bugün 10 Kasım, Büyük Ata’nın ebediyete göçtüğü gün. Bugünkü benim sayfaya da onunla ilgili bir yazı yakışacaktı, her yıl yaptığım gibi. Kütüphaneye indim, kitaplara baktım. Atatürk’le ilgili ilginç bir kaynak arıyordum ki, aklıma Emekli General Kaya Konakkuran’ın geçen hafta gönderdiği mail geldi. Ata’yla ilgili pek bilinmeyen bazı bilgileri iletmişti paşa. İşte Türkiye’nin Kıbrıs’a iki müdahalesine, yani hem 8-9 Ağustos 1964 Erenköy, hem de 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtına katılan tek savaş pilotu olan Kaya Konakkuran Paşa‘nın o gönderisi