Mutlu Aşk Yoktur

Hatice İNTAÇ

Ne yazık ki rıhtımdaki sevgililer yok şimdi yerinde

Yok edilmiştir artık eski fotoğraflar bile

Erguvan hayallerin son bulduğu o yerde

İnce bir hüzündür geriye kalan kalpte        ( * )

 

 

 

Dünyada ve bizi en çok ilgilendiren küçük adamızda yaşanan olumsuzluklardan

ve en çok da hem iç hem dış politikalarda, söylemleriyle eylemleri arasındaki tutarsızlıklarını inatla devam ettirip çıkarları için durmadan yalan söyleyen siyasilerden o kadar bıktım ki televizyon kanallarına artık mümkün olduğunca az girmeye, gazeteleri okumamaya çalışıyorum. Esasen hava sıcaklığının dayanılmaz derecelere ulaşması, enerjimizi olabildiğince düşürürken bu konularda yazı yazmak da bana artık anlamsız geliyor. Bu yüzden bu aralar yazılarıma, sinirleri germeyen farklı konularla devam etmeyi  daha uygun buluyorum. Bugün de öyle yaptım ve tek heceli bir konuyu seçtim.

Esasen bu konuya giriş nedenim; aşk evliliği yapan iki arkadaşımın sudan sebeplerle ayrılmalarından  dolayı yaşadığım şok oldu. Hassas ve derin anlamı olan bu kavramı yazabilmek için  epey araştırma yapmak zorunda da kaldım. Bakalım içinden çıkabilecek miyim?..

 

 

                                                             *****

Var olduğundan beri insan, aşk denen duyguyu da diğer duygular gibi tanımlamaya çalışmış; onun yüzlerce, binlerce tanımı yapılmış, onu ifade edecek sayısız şiirler, romanlar, öyküler yazılmış, aşk üstüne şarkılar yapılmış, türküler yakılmış  ama yine de aşkın tanımını tam anlamıyla yapmak; onun nasıl bir duygu olduğunu anlatmak mümkün olmamıştır. Oysa o, üç harfli, tek heceli küçücük bir kelime!..  Ama uğrunda Ferhat’a dağları deldiren, Mecnun’u çöllere düşüren, Leylâyı ölüme götüren tılsımlı bir kelime.

                                                 *****

Bazı araştırmacılara göre  insanın kimyasını değiştiren, hormonlarla ilgili  ve bu yüzden de duyguların  abartılı yaşandığı bir durum olarak tanımlansa da; yürekte bir kıpırdanıştır aşk, ama her kıpırdanışın adı da aşk değildir. Bazen bir koku, bir ses aşka davetiye çıkarsa da, o her zaman ortaya çıkan bir durum değildir. Bu yüzden aşkın tanımını yapmak da mümkün değildir. O, herkese göre değişen bir duygu, farklı bir tattır.  Anlatılmaz, yaşanır… Onun duyumdan başka kanıtı ve belgesi yoktur ve anlatılamayacak kadar özel bir hikâyedir.

Bazılarına göre de bu duygu, mutluluk amaçlıyormuş gibi algılansa da aslında, çıkmazların ve mutsuzluğun peşine düşmek demektir.  Gerçek aşkı yaşamış olan Leyla’yla Mecnun, Ferhat’la Şirin, Kerem’le Aslı mutlu olabilmişler miydi?..  Belki de imkânsızlıklar, engellerdi onları bu derece birbirlerine tutkun yapan.  Herşey kolay olsaydı  böyle aşık olmazlardı belki de… Gerçek aşk onlarınki idiyse o  takdirde aşk, acı veren, hırpalayan,yıpratan ve hüsranla biten bir duygu değil midir?

   

    

 Başka bir görüşe gore, aşkı başlatan unsur cinsel cazibedir. Aşık olunan kişiyle birlikte olmak veya ondan uzak durmak aşkın ömrünü belirleyen faktördür. Bu sürenin uzunluğu ise kişinin bastırmış olduğu duygularıyla alâkalıdır. Bastırılmış duygularını tüketene, yani aşık olduğu kişiyle birlikte olana dek aşık olmaktan kurtulamaz. İlişki, aşkı kısa sürede tüketir.

   

 Bir başka düşünceye göre – ki ben bunu pek tasvip etmiyorum- aşk narsistik bir durumdur. Birey aslında kendi kendine âşıktır ama bunu dile getiremez. Kendine duyduğu aşkı başka birine yöneltmek durumundadır. Bu yüzden kafasında bir imge, bir imaj yaratır ve yarattığı imajı karşısındaki kişiye yükler.

 

Yazımın başında da söylediğim gibi herkes aşkı değişik biçimlerde ve kendine göre tanımlamış. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın  hepsinde müşterek olan acı bir gerçek vardır. Zaman her acının ilacı iken  ne yazık ki aşk için ayni şey söylenemez  çünkü  zaman, duyguların yoğunluğunu tüketir, özelliğini değiştirir. Birliktelik artık sevgidir, saygıdır, sefkattir, hoşgörüdür ama aşk değildir. Bu duygularla birliktelik ömür boyu sürebilirken, bundan yoksun olanlarda ayrılıkla biter. Çünkü yapılan klinik deney ve gözlemlerle  aşkın ömrünün  minimum üç, maksimum beş yıl olduğu sonucuna varılmıştır. Bu yüzden Mutlu aşk yoktur” denir hep. Bence bu konuda en güzelini aşağıdaki dizelerle Bedri Rahmi Eyüboğlu söylemiş.

 

  “Bütün kitapları yakmalı/ Sevda üstüne ne söylenmişse yalandır/ Kitaplara göre insan/ karanlıkta yüzüne bin mumluk lamba tutulmuş/ gözleri, yüreği kamaşmış insandır/ aptaldır, hastadır, kahramandır/ bütün kitapları yakmalı/ sevda üstüne ne söylenmişse yalandır.

 

 

(*)  Biten aşklara adlı şiirimden