O gün Öztan Bey çok sinirliydi! O az konuşan sakin adam gitmiş, yerine her an birini yumruklayacak gibi duran, öfkeden gözleri kızarmış, dudakları titreyen birisi gelmişti! Sekreterine bağıdı: “- kızım, çabuk buraya gel! “ Sekreter hanım Öztan beyin bu öfkeli halini sabahleyin fark etmişti; “- Bu günü kazasız belasız atlatırsam…” Makam odasına girdiği zaman, Öztan Bey masasının başında oturmuş, elindeki kalemi istençsiz bir şekilde sallıyor, bir ayağını seri şekilde dizinden katlayarak hareket ettiriyordu. Ne yapacağını bilemeyen, bir çıkmaz sokakta sıkışmış insanların psikolojisi içindeydi… Sekreter Hanım; “- Vahim bir durum” diye geçirdi içinden! “- Kahvenizi söyleyim mi efendim?” Öztan Bey öfkeli… “- Bırak sen şimdi kahveyi mahveyi, birazdan çiftçiler traktörlerle buraya gelecekler, başımıza yıkacaklar bu binayı! Derhal bana Recep Beyi bağlayın. Sekreterine söyle, Kıbrıs’ta acil bir durum var, derhal görüşmem lazım!” Sekreter hanım odadan çıkarken kapının yönünü şaşırdı, pencereye yöneldi. Dışarısı polis ve çevik kuvvet elemanları ile doluydu. Uzaktan fırtınalı denizlerin çıkardığı uğultuya benzer sesler geliyordu. “- Bu gün kıyamet kopacak, Allah’ım sen bizi koru yarabbi” diye dua etti! Tam telefona sarılıyordu ki, yakınlara bir yere yıldırım düşmüş gibi gökyüzü parladı, arkasından büyük bir gürültü koptu, şiddetli bir sağanak başladı! Hemen Ankara’yı Cumhurbaşkanlığını aradı. Cevap alamayınca birden anımsadı. Çankaya’yı aramıştı. Oysa yeni Cumhurbaşkanlığı, Beştepe’ye mi, Baştepe’ye mi, bin bir odası olduğu söylenen öyle bir binaya taşınmıştı. Yağmur kuvvetini öyle artırmıştı ki, dışarıda göz gözü göremiyordu. Zavallı polisler suppa sucuk ıslanmışlardı herhalde… “- Alo Ankara, burası Lefkoşa” “- Alo Yavru Vatan Kıbrıs, nasılsınız?” “- Burada işler karışık, acil bir durum var, Öztan Bey Recep Beyle hemen konuşmak istiyor” “- Şimdi konuşması mümkün değil, Sayın Cumhurbaşkanımız öğle namazı için camiye gittiler. Namaz sonrası sizi arayacağım. Kolay gelsin!” “- Kolaysa başına gelsin de gör” diyecekti, vazgeçti. Sadece teşekkür etti. Öğle namazı saat kaçta başlar, kaçta biter bilmiyordu sekreter hanım. Hiç camiye gitmemişti ki… Kapıyı çaldı, girdi. Öztan Bey ayni tedirginlikle odada dolaşıyordu. Pencereye yaklaşmaktan korkuyordu. “- Bu gün Allah yardımcımızdır efendim, bu yağmurda gelmezler.” “- Bunların gözü dönmüş, yağmur değil gökten taş yağsa yine gelecekler” dedi Öztan Bey! Çiftçilerin ne kadar öfkeli olduklarını biliyordu. “- Efendim, Ankara ile konuştum, Recep Bey öğle namazı için camiye gitmiş, çıkınca sizi arayacaklar” “- Saat kaçta biter be kızım bu öğle namazı?” Öztan Bey de hiç camiye gitmemişti. Namazın günde beş defa şart olduğunu biliyordu da, saatleri hakkında bir fikri yoktu. “- Hemen birine sor, saat kaçta bitermiş öğle namazı, öğren ve derhal ara.” Sekreter hızla odadan çıkarken, “- Baş üstüne efendim, hemen öğrenirim.” “Hemen öğrenirim” demişti, ancak kimden soracağını doğrusu bilemiyordu. Büfeye koştu, çaycı Hasan kahve yapmakla meşguldü. Telaşla Hasan’a sordu; “- Hasan be, öğle namazı saat kaçta başlar, kaçta biter biliyor musun?” Hasan şaşkın ve imalı bir bakış attı sekretere; “-Ne o, camiye mi gidecen, tövbe tövbe, ya rabbi sen benim aklımı koru, bu gün delirmezsem başka gün delirmem zaten.” Daire müdürlerine kahvelerini götürürken kendi kendine konuşmaya devam ediyordu! Recep Bey; “- Yine para isteyecekler “diye düşündü ve ne o gün ne de odan sonraki günler aramadı!