Gotik korku hikâyeleriyle tanınan ünlü Amerikalı şair ve yazar Edgar Allan Poe, 1836'da kaleme aldığı bir kısa öyküde "Maelzel'in satranç ustası kadar ilgi gören bu tür başka bir gösteri herhalde yoktur" diyordu.
Poe'nun "Gören herkesi hayretler içerisinde bırakıyor" sözleriyle tanımladığı şey, mekanik bir satranç ustasıydı.
Edgar Allan Poe'ya ilham veren şey ise Avusturyalı mucit Wolfgang von Kempelen'in Kutsal Roma Cermen İmparatoriçesi I. Maria Theresa için geliştirdiği mekanik satranç ustasıydı.
Başta sadece "satranç ustası" olarak adlandırılan otomaton, daha sonra başındaki sarık ve pala bıyığı nedeniyle "Mekanik Türk" ya da "Türk" olarak anılmaya başlanmıştı.
"Türk"ün düşünme ve muhakeme yapma yeteneğine sahip olduğu fikri yayılmıştı.
Mekanik Türk'ün geliştiricisi Baron Von Kempelen, satranç ustasını tüm dünyaya tanıtırken otomatonun çok becerikli bir oyuncu olduğunu söylüyordu.
"Türk"ün önündeki masanın altındaki kapakları açan Von Kempelen, çıkardığı satranç tahtasını sarıklı, bıyıklı ustanın önündeki masaya koymuştu.
Baron bunun bir aldatmaca olmadığını ispatlamak için de izleyicilerden herhangi birisinin gelip mekanik satranç ustasıyla maç yapabileceğini söylemişti.
Satranç ustası "Türk" ilk maçında kafasını sağa sola çevirip sanki masadaki taşları kontrol edercesine hareket etmişti.
Ardından mekanik kol harekete geçip ilk piyonu hareket ettirmişti.
Rakibinin vezirini tehdit ettiğinde başını üç kez sallamış, şah çektiğinde ise üç kez baş sallamıştı.
İzleyenleri hayrete düşüren şey ise mekanik satranç oyuncusunun ne kadar iyi olduğuydu.
İnsanların öngörülemez hareketlerine karşı reaksiyon gösterebilen mekanik bir manken ilk kez kayda geçiyordu.
Satranç ustası "Türk" adeta kendi özgür iradesiyle hareket ediyordu.
Her maçın sonunda satranç ustasının önündeki masanın altında bulunan kapaklar açılıyor ve maketi hareket ettiren birisinin olmadığı tüm izleyicilere gösteriliyordu.
Bu gizemli maket, Avrupa genelinde büyük bir hayranlıkla da karşılandı, korkuya da yol açtı.
Elbette 18. yüzyılda herhangi bir yapay zekâ teknolojisinden bahsetmek mümkün değil. Dönemin bilim insanları da bunun farkındaydı.
Ancak yine de kimse bu satranç ustasının sırrını bir türlü çözemiyordu.
Birçokları için cansız bir makinenin özgür iradesinin olması kabul edilebilecek bir şey değildi. Yine de satranç ustasının başarısını açıklayamıyorlardı.
"Türk"ün alt ettiği bir diğer rakip ise o yıllarda Amerikan kolonilerinin Fransa'daki elçisi olan Benjamin Franklin'di.
Bir süre sonra turneler azaldı, santranç ustası gözlerden uzaklaştı.
Aradan yıllar geçtikten sonra müzik kutusu imalatçısı Johann Nepomuk Maelzel, satranç ustasını tekrar gün yüzüne çıkardı.
Bu dönemde satranç ustası "Türk" belki de en büyük rakibiyle karşılaştı: Napolyon Bonapart.
1809 yılında Wagram Savaşı sırasında Napolyon, Viyana'daki Schönbrunn Sarayı'nı karargâhı haline getirmişti.
Maelzel, rövanş maçında Napolyon'un hile yaptığını, durumdan pek de hoşlanmayan "Türk"ün ise parmaklarını masada tıkırdatarak karşılık verdiğini söylüyordu.
Napolyon aynı hileli hamleyi bir daha yapmış ve yine durumdan memnun olmayan "Türk" ile karşılaşmıştı.
Ancak Maelzel'in anlatımına göre Napolyon üçüncü kez aynı hileyi deneyince bu kez sinirlenen satranç ustası "Türk" sinirlenip satranç tahtasındaki tüm taşları devirmişti.
Napolyon ise kısık sesle "Hak ettim" demişti.
Satranç ustasının mekanizması hakkında çeşitli teoriler ortaya atılırken dünya turları da yeniden başlamıştı.
1838'de Maelzel Küba'da hayatını kaybetti. Elden ele dolaşan satranç ustası "Türk" kendisini ABD'nin Philadelphia eyaletindeki Çin müzesinde buldu.
"Türk", 1854'te çıkan büyük Philadelphia yangınında yanan müze eserleri arasındaydı.
Sırrı neydi?
Ünlü yazar Edgar Allan Poe dahil pekçok kişi "Türk"ün, satranç tahtasının altındaki küçük dolapta saklanan çok iyi bir satranç ustası tarafından idare edildiğine inanıyordu.
Aynı satranç ustasının, "Türk"ün elden ele sahip değiştirdikçe görevini icra etmeye devam ettiği fikri hakimdi.
Maketin kolunu bir pantograf yardımıyla hareket ettirdiği, "Türk"ün başını ve gözlerini de idare edebildiği düşünülüyordu.
Nasıl çalıştığı hâlâ bir sır olsa da sonuçta "Türk" aslında insan taklidi yapan bir makineyi idare eden bir insandı.
Ancak bundan yüzyıllarca önce "düşünebilen ve özgür iradesi olan makineler" fikrinin tohumlarını da atmıştı.
Ahşaptan yapılmış gerçek insan boyutlarındaki mekanik maket, o dönemin Batılı bakış açısıyla "Şark büyücüsü" gibi giydirilmişti. Maket, bir satranç masasının arkasında oturuyordu.
"Türk"ün meziyeti, satranç oynamaktı. 1770 yılında ilk satranç karşılaşmasına çıkmış ve daha sonra karşısına oturan rakiplerinin neredeyse tamamını yenmeyi başarmıştı.
Poe, kısa öyküsünde mekanik satranç ustasını anlatırken, "Nasıl çalıştığı bilinmiyor" diyordu.
O sır 70 yıl boyunca çözülemeyecekti.
Avrupa'da büyüyen otomaton çılgınlığı
Satranç ustası "Türk", mekanik oyuncak ve aletlerin büyük ilgi gördüğü bir dönemde tasarlanmıştı.
Avusturya'daki Hellbrunn Sarayı'nda 200'den fazla otomaton ile oluşturulmuş ütopik bir şehir tasviri sergileniyordu.
Bu hayali kentte, mekanik maketler gündelik işleri üstlenmişlerdi.
Yine aynı dönemlerde İsviçreli saatçi Pierre Jaquet-Droz'un geliştirdiği "Yazar" adlı mekanik maketi bugün İsviçre'deki Neuchatel Sanat ve Tarih Müzesi'nde görmek mümkün.
Mekanik yazar, programlandığı kelimeleri yazabiliyor, ara ara durup kalemini mürekkep hokkasına daldırıp yazmaya devam edebiliyordu.
Satranç ustası "Türk" her ne kadar İsviçreli yazar kadar incelikli bir tasarım olmasa da, bu mekanik satranç ustasına Avrupa çapında şöhreti getiren dış görünüşü değildi.