Neredesin Polina?

Kıvanç BUHARA

  Umutlar tükenmesin ve yaşama isteği bitmesin yeter ki… Yeter ki; Yağmurun topraksı kokusunu duyumsamak için… … kışı bekleme sabrınız yok olmasın! Yaşlandıkça, geçmişin yırtık sayfalarında, anılar nasıl da çok sık canlanıverir… *** Yağmurlu bir gündü. Odessa’da, Puşkin Parkında, kestane ağaçlarının altında saatlerce sırılsıklam nasıl da beklemiştim Ukraynalı Polinayı… Yağmur saatlerce durmadı! Kestane ağaçlarının büyük, yemyeşil yapraklarından süzülen damlalardan iliklerime kadar ıslanmıştım… Son otobüs de yolcularını indirdi ve gitti! Karanlık çökmüştü ve Polina gelmemişti! *** Yağmur altında kaç saat yürüdüm, hatırlamıyorum! Yurdun kapısından girdiğim zaman, kapıdaki yaşlı bekçi kadın; “ – delirmiş olmalısın, çabuk odana çık ve üstündekileri değiştir, yoksa hasta olacaksın!” diye bağırmıştı! Yaşlı cadının dediği oldu… Ertesi gün ve daha sonraki günler okula gidemedim. Ateşler içinde yatarken, Polina ziyaretime gelir diye bekledim, gelmedi! Akşam, oda arkadaşım Yuri’ye sordum: “ – Polina’yı gördün mü?” “ – Bu gün sınıfta yoktu. Dün çok acele Kiev’e döndü. Babası öldü dediler!” *** Polina’nın babası, bir sosyalist emek kahramanıydı! (*)Kiev’de, ağır sanayi fabrikasında çalışıyordu. Siyah beyaz resminin sol yakasında bir yıldız takılıydı. Bakışları sertti, yüz mimiklerinde duygusuz, sevgisiz bir ifade vardı! “ – Babanın bakışları neden o kadar duygusuz?” diye sormuştum! “ - İkinci Dünya Savaşında, Stalingrad cephesinde ağır yaralandı. Anlattığına göre şehrin çevresinde, kar üstünde,  binlerce ölü askerin arasında yatmış günlerce!” *** Birkaç gün sonra Polina Kiev’den döndü. Çok yorgun görünüyordu, üzgündü. Uzun, kestane renkli saçlarını tepesine topuz yapmıştı! Gözlerindeki hüzün, babasının duygusuz bakışlarını andırıyordu! “ – Göğsündeki yıldızı ile birlikte gömüldü. Tabuttaki yüzü öyle sevecen ve müşfikti ki, anlatamam!” dedi.(**) O günden sonra, Polina yanımda yürürken hep koluma girdi! Çıktığımız saatlerde elimi hiç bırakmadı nedense? Sinemada hiç başını omuzuma koymazken, babasının ölümünden sonra, film bitinceye kadar, başını omuzumdan indirmedi! Babasının ölümünden sonra, yeşil mavisi gözleri hep hüzünlüydü! Üniversitenin son yılında, artık olgun bir hanımefendi olmuştu! Mezun olduktan sonra, çok uzaklardaki Kamçatka’da (***) doktorluk yapmak istediğini söyledi bir gün... *** O yıl yaz tatilinde Kiev’e birlikte gittik! Annesi ve büyük kız kardeşi ile tanıştırmıştı beni… Amcası Vasili, “ – Niye bir yabancı ile geziyorsun, Rus oğlanların suyu mu çıktı?” diye azarlamış Polina’yı! Amcasının bu tavrından, bana veda ettiğimiz gün bahsetmişti… Eylülde Odessa’ya geri dönerken, Kiev’de lapa lapa kar yağıyordu! *** Dediğini yaptı ve kimsenin gitmek istemediği volkanlar, ayılar ve gümüş renkli tilkilerin yaşadığı Kamçatka’ya gönüllü olarak gitti! 1977 yılında, iki mektubu ulaştı elime! Mektubun birinde kestane renkli saçlarından birkaç tel ve yabani bir çiçeğin güzel kokulu yaprakları vardı! Sonra Polina’ya ne oldu, bilmiyorum. Yazdığım mektuplara cevap alamadım… Şimdi yaşıyorsa eğer, saçları beyazlaşmış, alnında derin çizgiler oluşmuştur mutlaka! Ve bakışları hala derin bir hüzün içindedir… Neredesin Polina!   (*) Sovyetler Birliği döneminde üretken Komünist Partisi üyelerine verilen devlet nişanı! (**) Ruslar ölülerini giyimli ve makyajlı, yüzleri açık şekilde defnederler! (***) Sibirya’nın doğusunda Rusya’ya ait bir yarımada!