Oldum olası günün yavaş yavaş ağarışını, gecenin bin bir düşüncesinden sonra tan vaktiyle müjdelenen sabahı karşılamayı severim; hele yağmurla gelen sabahları… Dünyadaki en güzel seslerden biri belki de yağmur sesi, fakat bu son zamanlarda sel baskınlarına sebep olan, şiddetli gök gürültülerinin eşlik ettiği sağanak, nedense bu duygularıma biraz da olsa gölge düşürdü.
Hava bugün de soğuk ve yağmurlu… Dışarıda pencereleri döven vurdumduymaz bir rüzgâr… Üşüyorum… Şöminede çatırdayan odunun alevi bile yetmiyor ısınmama. Dışım değil, içim üşüyor aslında. Oysa eskiden böyle havalar coşku verirdi bana. Hele ilk yağmurlarda eve sığmaz olur sokağa koşardım. Sanki bütün sıkıntılarımı yıkar götürürdü yağmur. İstanbul’da yaşadığım yıllarda tanıştığım karın sevinci de daha bir başkaydı. Çocuklar gibi kaygısız, havada uçuşan kar taneleri gibi özgür hissederdim kendimi. İlham perilerimin geldiği şiirli, şarkılı bir mevsimdi kış. Dışım gurbetti belki ama içim sılaydı. Adayı uzaktan sevmek daha güzeldi sanki. Oysa şimdi kapana kısılmış, kurtulmak için çırpındıkça yaralanan bir kuş gibi hissediyorum kendimi. Kurtulmak… Nereye kaçıp kurtulmak?... Yıllarımı geçirdiğim İstanbul’a mı?... Türkiye’nin hali bizden beterken, artık son bulmasını beklediğimiz terör olaylarının ardı arkası kesilmezken, ocakları söndüren şehit ve cenaze haberleri içimizi yakarken bu mümkün mü?.
Bu hafta şarkılardan şiirlerden bahsetmeyi tasarlamıştım yazımda, ama bu ruh halini şiirlere, şarkılara yansıtmak onlara haksızlık olurdu. Kaldı ki son olaylar onların önüne geçti. Güzel şeyler ancak huzurluyken yazılır ki o da son günlerde maalesef yok. Yılbaşı akşamı bile yine kanlı elleriyle masum insanları katleden beyinleri yıkanmış katiller Türkiye’nin her yanına dağılmışken güven ve huzurdan bahsetmek mümkün mü? Önü kesilemeyen bu vahim olaylar bizi nereye götürüyor, nereye doğru gidiyoruz diye düşünmeden edemiyorum.
İstanbul’daki Reina gece kulübünde gayeleri sadece kötü geçen bir yılı uğurlayıp yenisine umutla başlamak olan masum insanları katleden karanlık güçler bu yıla ait umutları da kendileri gibi kararttılar. Eylemi gerçekleştiren terörist acaba hangi köhne zihniyetin maşasıydı ve bunlardan daha ne kadarı Türkiye’nin her yerine dağılmış, yeni katliamların hazırlığını yapmakla meşgul? Sorular çok ama benim en çok aklıma takılan şey kulübün kapısında nöbette olanın sadece tek bir polis oluşudur. Güya 50 kişi varmış güvenlik için görevlendirilen de niye kapıda tek bir kişi vardı? Öyle olsaydı katil onu öldürdükten sonra diğerleri müdahale etmez miydi? Onlar neredeydi? Terörist elini kolunu sallayarak içeriye nasıl girdi de onca insanı katletti? İçerde müdahale edecek hiç mi güvenlik görevlisi yoktu? Belli ki yine güvenlik ve istihbarat zafiyeti vardı diğer olaylarda olduğu gibi.. Baştakilerse her zamanki gibi, ayıplarından hicap duymadan hala "kenetlenelim, tetikte olalım, şehitler ölmez vatan bölünmez" söylemleriyle meydanlarda, ekranlarda boy gösteriyorlar. Kendilerinin yapmaları gerekenleri halktan, milletten bekliyorlar, onlardan medet umup beceriksizlerinin diyetini halka ödetiyorlar.
Ada’nın hali malum… Her gün biraz daha kötüye gidiyoruz. İyiye yönelik beklentilerin de hüsranla sonuçlandığı bu günlerde huzurlu olmak mümkün mü? Batacağını bile bile fırtınalı bir denizde yol alan ve her zaman olduğu gibi başkaları tarafından filikaların suya indirilmesini ve kurtarılmayı bekleyen bir geminin yolcuları gibiyiz. Kendi kendimizi kurtaracak gücümüz, yetkimiz ve yeteneğimiz yok. Kaderimizi hep başkaları çiziyor. “Dur” demeye cesaretimiz yok. Korkuyu beklemenin telâşı korkunun kendisinden daha da ürkütücü şimdi… Dileyelim ki bu terör olayları anadan yavruya sıçramasın. Allah korusun!.. O zaman imdadımıza yetişebilen kurtarıcımız da olamayacak.