Ve o gün geldi gelecek derken 25 Eylül de geride kaldı.
New York zirvesi tarihe karıştı.
Peki elimizde ne kaldı?
İleriye taşıdığımız umutlar.
Ban Ki Moon liderlere teşekkür etti.
Eksik olmasın hep ediyor zaten.
Sebep?
Liderlerin kapsamlı çözüme ulaşmak için ortaya koydukları kararlılık için.
Yardıma hazır olduğunu söylüyor BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon.
Ne gerekirse yardımımı sunmaya hazırım diyor.
Bunun bir fırsat olduğunu söylüyor, ve bu fırsatın bir şekilde gecikme yaşanmadan bir sonuca ulaşmasını öngördüklerini anlatıyor.
Konunun uluslararası boyutunda yardım edileceğini de belirtiyor BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon.
Kıbrıs sorununun çözümünün bir gereklilik olduğuna vurgu yapıyor.
Birleşmiş Milletlerin bu sürecin başarılı geçmesi için elinden geleni de yaptığını belirtiyor.
Liderlerin Kıbrıs’a dönüp yoğunlaştırılmış müzakerelere devam edeceklerini söylüyor.
Zamanın herkes için önemine dikkat çekiyor.
Peki sonuç?
New York’ta ki 3’lü zirveden somut birşey çıkmıyor.
Bir sonra ki adım belirlenmiyor.
Yol haritası şekillenmiyor.
5’li zirveden bahsedilmiyor.
Liderlerin Kıbrıs’a dönüp bundan sonra nasıl bir metodoloji izleyecekleri anlaşılmıyor.
Bu zirveden bir yol haritasının çıkacağı umudunu taşırken, mevzunun biraz daha netleşeceğini umarken yeni bir belirsizliğin içine doğru gittiğimiz anlaşılıyor.
BM Genel Sekreterinin konuya müdahil olma pozisyonu sonuç alıcı unsur düzeyinde olmuyor.
Sadece durum değerlendirmesi genelliğinde kalıyor.
Peki şimdi ne olacak?
Liderler Kıbrıs’a dönecek.
Ekim ayı itibarı ile yoğunlaştırılmış müzakere sürecine devam edilecek.
Cumhurbaşkanı Akıncı bu noktada farklı bir formata geçeceklerini söylüyor.
Çözüm bekleyen en önemli başlıklardan olan Toprak, Güvenlik ve Garantiler gibi son derece hayati konuların bu süreçte çözüm odaklı ele alınacağı anlaşılıyor.
Ki bu başlıklar sorun teşkil eden konulardan sadece ikisi.
Ve devam edelim:
Genel Sekreterin tarafların anlatıklarını çok iyi anladığını da belirtiyor Sayın Akıncı.
Peki geldiğimiz nokta?
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı tüm iyi niyeti ile Kıbrıs’ta kalıcı bir çözüm istencini samimiyetle ortaya koymaya çalışıyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in de bu sorunu çözmek için çalıştığı biliniyor.
Ve/fakat aynı zamanda Sayın Anastasiadis’in kendi halkına yönelik içe dönük hassasiyetleri de üst seviyede gözeterek süreci arzu edildiği gibi muğalakta bırakma gibi bir de eğilim içerisinde olduğu anlaşılıyor.
Hatta bunu çok net bir şekilde görebiliyoruz.
Ucu açık müzakere ısrarı,süreci takvimlemeden yürütme isteği gibi belirsiz ve sonu gelmeyen bir muğalaklıkta zamana oynamasından bunu anlayabiliyoruz.
Oysa 48 yıldır devam eden bir süreç var.
Takdir edersiniz ki Kıbrıs sorununda görüşülmeyen konuşulmayan bir şey kalmadı.
Çözüm perspektifinde yürütülen esas 2 ana unsur siyasi ve ekonomiktir.
Siyasi ayağında tarafların ortaya koyduğu politikaların tartışılması, sağlanan veyahut sağlanamayan mutabakatlar ki konunun bu ayağında Toprak, Güvenlik ve Garantiler, Güç Paylaşımı gibi stratejik başlıklar önemli bir siyasi çatışmanın nedenlerini oluşturur, diğer ayağında ise ekonomi dediğimiz unsur ki, bu da olası bir çözümün finansal kısmını ortaya çıkarır.
Zira bu çözümün ciddi bir maliyeti söz konusudur.
İşte bu nedenledir ki, konun ekonomi ayağında sürekli uluslararası topluma da çağrı yapılarak çözümün finanse edilmesi için uluslararası bir çabaya da gerek duyulduğu hatırlatılmaktadır.
Sonuç olarak bugün ada üzerinde yaşayan halkların çözümün olacağına dair umutları tükenmektedir.
Zira Gali dönemi, Annan Planının yarattığı moral çöküntüsü, Gambari süreci ve Downer’in çabaları derken Ban Ki Moon döneminde yakalanan ivmeye rağmen sonuç alıcı herhangi bir gelişmenin olmaması, ya da arzu edilenin çok uzağında bulunması Kıbrıs’ta çözüme dair inançların mevcut yöntemlerle yavaş yavaş tüketildiğini göstermiştir.