Oğlumun katili, seri katilmiş meğerse!!

Ayşegül Garabli

Doğmayı başarabilseydi, daha doğrusu, Fahri Karagözlü, ölüm fermanını yazmasaydı, oğlum, şu an 25 yaşında olacaktı.

Adı da, Emre olacaktı ilk göz ağrımın.

Yunus Emre.

Aşkı, sevgiyi, dürüstlüğü ve bilgeliği temsil etsin diye.

Yıllar su gibi akıp geçse de, içimde  bıraktığı yara hiç geçmedi.

Evet , tam 25 yıl önce yaşadım ilk annelik heyecanını da, evlat acısını da.

Oysa, tavsiye üzerine gitmiştim Fahri Paragöze.

O günkü maddi olanaksızlığımın içinde bile aldığı astronomik vizite ücretini önemsememiştim.

Hatta kontrole gittiğimde verdiği tahlil sonuçlarını göstermek için aynı gün ya da ertesi gün gittiğimde, tekrar vizite ücreti alması bile etkilememişti beni.

Çünkü söz konusu olan, sağlıklı bir hamilelik süreci geçirerek, dünyaya sağlıklı bir evlat getirmekti.

Hamileliğim boyunca, bir çok sorun yaşadım ancak, hepsinin, hamilelikten kaynaklanan normal şeyler olduğunu söyledi.

Ben de inandım.

İnanmayıp ne yapacaktım, şimdiki gibi, bir tuşun ucunda değildi ki her şey.

Sonuçta, yaşadıklarımın hamilelikten kaynaklanan normal sorunlar olmadığını, öğrendim.

Ancak, bebeğim yoktu artık.

Eğer, bebeğim beş buçuk aylıkken, Türkiye’ye gitmek istediğimde, yolculuk yapmamın tehlikeli olacağını söyleseydi bana belki de bebeğim yaşıyor olacaktı.

Oysa, ısrarla sormuştum, her hangi bir sorun yaşar mıyım diye.

“Hayır, gayet sağlıklı bir hamileliğiniz var, gönül rahatlığıyla gidin” dedi.

Ama daha uçak havadayken sancılarım ve doğum belirtileri başladı.

İner inmez doktora gittik.

“Doğum başlamış” dedi.

Ona inanmadık.

Daha doğrusu inanmak istemedik ve farklı bir doktora gittik.

O da, doğum sürecinin başladığını, ancak bu durumun bir iki gün sürebileceğini söyledi ve bizi  eve gönderdi.

Kabus gibi geçirdiğim o gecenin sabahında, bebek evde doğdu.

Yaşıyordu.

Ancak plasenta rahime yapışıktı.

O halde doktora gidene kadar, yaşamaya gücü yetmedi yavrumun.

Ve ben o gün öğrendim ki; hamileliğim boyunca yatmam gerekiyormuş.

Hatta yaşadığım troid sorunundan dolayı, doktor kontrolünde olmalıymışım.

Daha da önemlisi, ölüm riskim varmış.

Hamileliğimde yaşadığım sorunlar da, bunun belirtileriymiş.

Bu durumun farkında olarak, kontrol altına alınsaymışım, bebeğim yaşarmış.

Nitekim, bebeğimi kaybedişimin ardından 5 yıl tedavi gördüm.

5 yıl sonraki ikinci hamileliğimde, hamileliğim boyunca yatmama rağmen, kızım 6 aylık doğdu.

Ancak, doktorumuz tarafından, an be an bilgilendirildiğimiz için, erken doğuma hazırdık.

Kızım şu an 20 yaşında, sağlıklı ve doktor olma yolunda ilk adımı atmış bir genç kız.

Elbette ki, kızım bana yaşadığım acıları unutturdu ancak, dün ortaya çıkan bebek cinayetleri, hem acılarımı tazeledi, hem de vicdanımı rahatsız etti.

Gerçi o zamanlar çok tecrübesizdik ve doğru dürüst bir işimiz yoktu.

Ayrıca hem psikolojik ve fiziksel olarak, hem de maddi açıdan çöküntü içindeydik.

O yüzden de konuyu yargıya götüremedik, ya da götürmeyi akıl etmedik.

Ama acaba diyorum.

Acaba konuyu yargıya taşısaydık, şimdi bu bebekler yaşıyor olacak mıydı?

Gerçi, bebeğini gözden çıkaranlar, illa ki bir yol bulacaktı.

Zira  bu çete, buz dağının görünen yüzü, daha bunlardan kaç tane var Allah bilir.

Bu çete de, yolunu bulup tekrar ruhlarını paraya satacaktı.

Çünkü, ruhunu bir kez satan, duramaz.

Ama yine de vicdanım sorguluyor beni.

“Acaba” diyor.

“acaba”

“acaba”….