Ağustos’un kavurucu sıcaklarını Eylül’e de taşıyan uzun yazdan sonra az da olsa havalar biraz serinledi gibi. Gibi diyorum çünkü hâlâ kapalı mekânlarda klimasız, vantilatörsüz durulmuyor; dışarılar ise gün boyu sıcaktan kavruluyor. Kan ter içinde geçen; duyguları bile felce uğratan bu yaz bitse artık diyorum. Serin rüzgârlar esse, yaprakları uçuştursa! Sonbahar gelse! Biz kendimize gelsek! Kendimize gelmek!. Bunca sorun varken yaşadığımız bu adada, kendimize gelebilmemiz mümkün mü? Doğa da iklimler de dengesini mutlaka bulur da biz bulur muyuz bu şartlarda? Buldururlar mı?. Sanmıyorum. Her şeye rağmen güne iyimser uyanmak istiyorsunuz; o gün sorunsuz geçsin istiyorsunuz ama olmuyor nedense. Hem de sizden kaynaklanmayan sebeplerden ötürü olmuyor. Hele o gün devlet dairelerinde bir işiniz varsa, hiç olmuyor. Huzurunuz iyice kaçıyor. Kaçırıyorlar!.. Tabiri caiz ise gününüzün içine ediyorlar. Bu yüzden ben oralara işim düşmesin diye adeta dua ediyorum. Ama düşüyor işte! Ben istemesem de düşüyor. Oralarda görevinin bilincinde, sorumluluk taşıyan memurlar mutlaka vardır da ne yazık ki bu özelliklerden yoksun, torpille oraya alınmış iş bilmezler, vatandaşın talebine doğru dürüst cevap bile veremeyen ifade özürlüler de vardır. Hadi haksız yere oraya alındın be kardeşim, bari ne yapacağını öğren. Öğren ki vatandaşın cebinden çıkan maaşını hak et. Öğrenmek dedim de; öğrenmenin ilk ve en önemli adımı olan ilkokullar geldi aklıma. Geçtiğimiz Salı günü devlete bağlı okullar açıldı. Açıldı da bazı okullar yine grevle açıldı. Uzun yıllardır aşina olduğumuz, sayısız kez yapılan bu grevlerde öğretmenlerin muhakkak ki haklılıkları vardır ve bu da büyük ölçüde onların sorunlarına çare bulamayan ilgili bakanlığın ve devletin ayıbıdır da; okulun açıldığı ilk günden grevin başlaması da öğretmenin ayıbı olmuyor mu? Sorunlarının ceremesini ille de öğrencilere ve ailelere ödetmek reva mı? Hak aramanın tek yolu bu mu? Devletle sendikalar ve öğretmenler arasındaki bu bitmeyen anlaşmazlığın en büyük mağdurunun öğrenciler ve aileleri olacağı hiç mi düşünülmüyor. Hele okula daha bu yıl başlayacak olan küçüklerin bundan nasıl etkileneceği hiç mi hesaba katılmıyor? O küçükler ki; bütün yaz boyunca okula başlayacaklarının hayalini kurdular. Uykularında bile bunun heyecanını yaşadılar. Okulu ve öğretmeni düşüncelerine, rüyalarına baş tacı yaptılar. Aylar önce anne babalarıyla alışverişe çıktılar. Okul önlükleri, çantalar, defterler, kitaplar aldılar. Hevesle onları kapladılar ve okulun açılacağı günü iple çektiler. O gün geldi!. Küçücük yüreklerinde aylarca biriktirdikleri sevinçle okula getirildiler ama okulda öğretmen yerine kelime olarak daha belki de duymadıkları GREV vardı. Gülen yüzleri asıldı, mahzunlaştılar, gözleri buğulandı. Yelkenlerini daha açmadan suya indirdiler. Böyle olayların bir çocuk üzerindeki psikolojik etkisinin ne kadar büyük olacağını, hatta o çocuğun ruhunda belki de ömürlük bir travmaya yol açacağını en çok bilmesi gerekenler öğretmenler değil midir? Oysa o minikler öğretmeni nasıl da şefkatli, sevecen bir anne baba gibi düşünmüşlerdi… Onların hayallerini yıkmak, tertemiz yüreklerine ve hafızalarına böyle bir anıyı kazımak iyi mi oldu? Devlet okullarındaki bu bitmeyen sorunlardan dolayı aileler çocuklarını sayıları her gün biraz daha artan özel okullara vermek zorunda kalıyorlar. Peki de, her ailenin bunu yapacak maddi gücü var mı? Eskiden adada özel okul yoktu. Hatta dershanelerin geçmişi bile fazla eskiye dayanmıyor. Her öğrenci devlet okullarında okuyordu ve başarı oranları da çok yüksekti. O dönemin çocukları dershanelere gitmeden en iyi üniversiteleri kazanmış ve bugünün doktorları, avukatları, bürokratları, başarılı iş adamları olmuşlar, toplum içinde saygın yerler edinmişlerdir. Şimdilerdeyse ne özel dersler, ne de özel okullar başarıyı o zamanlardaki gibi yakalayamıyor. Bunun sebebi düşündürücü olmakla birlikte açıktır. Maalesef biz eğitimde çağ atlamadık, aksine geriledik. Öğretmenler haklarını tabii ki arayacaklar. Arasınlar da!.. Ama unutmamaları gereken bir husus da öğretmenliğin diğer mesleklerden çok farklı özellikleri olduğudur. Eminim ki tüm öğretmenler kendilerindeki özveri ruhunun bilincinde olarak bu mesleği seçmişlerdir. Malzemesi insan olan bu kutsal mesleği icra ederken yetiştirdikleri öğrencilerinin iyi bir yerlere gelmesi ve onların kalbinde ömür boyu yer edinmeleri, sanırım mağduriyetlerinden çok daha anlamlı ve onur vericidir. Bilinmelidir ki, çocukların başarılı bir eğitimden alıp hayatlarına taşıdıkları her şey, genellikle kendilerine ve yaptıklarına tutku ve ilham aşılayan bir öğretmenle kurdukları ilişkide yatar.