Yarım asır geride kaldı ama kapanmamış hesaplar hala ortada duruyor. Onlar her zaman baki. Kıbrıs Rum elektrik dairesi AİK, Türklerin 1964’ten günümüze ödemediği elektrik faturalarının gecikme faiziyle birlikte 2 milyar Euro’yu aştığını açıkladı. 1964'den bu yana 51 yılı geride bıraktık. Savaşlar gördük. Mecburiyetten karşılıklı göçler yaşadık. Karşılıklı kayıplar verdik. Karşılıklı acılar yaşadık. Şimdi bir masanın etrafında oturmuş anlaşmaya çalışıyoruz. Sorunlarımızı çözüp, adada birlikte yaşamanın yollarını arıyoruz. Siyaset o gündür bu gündür sürdürülüyor taraflar arasında. Her 2 tarafın da kazanabileceği bir zemin yaratılmaya çalışılıyor. Bu mümkün olabilir mi? Yani her 2 tarafın da kazanacağı bir çözüm adada gerçekleşebilir mi? Evet karşılıklı imtiyazlarla bu mümkün. Lakin tarafların izleyeceği siyasetin niteliği bu aşamada büyük öneme haiz. Malum siyaset tek boyutta, tek kulvarda, tek alanda ele alınacak bir kavram değildir. Dolayısı ile burada izlenecek somut siyasetin boyutları önemlidir. Evet, bugün adada kurulan bir müzakere masası var. Taraflar ha bire bu masanın etrafında toplanıp müzakere yapıyorlar Kıbrıs sorununa dair. Komiteler çalışıyor, özel temsilciler çalışıyor, liderler çalışıyor vs. Peki, bütün bunlar yeterli mi? Değil. Peki, neden değil? Çünkü bu sorun sadece masada görüşülen başlıklarla sınırlı değil. Örnek mi? Alın işte size örnek. Masada bu başlıklar üzerinden bir süreç yürütülürken, Kıbrıs Rum elektrik dairesi AİK, önümüze bir fatura çıkartıyor. Bunu rapor haline getirerek Rum Meclisi'ne sunuyor. Ve borçlusunuz diyor. Kuvvetle muhtemel bu rapor da müzakerelerin ileri safhalarında Türk tarafının önüne konacak. Ve denilecek ki, 1964 yılından itibaren, yani adada çatışmaların başladığı yıldan sonra size sağladığımız elektrik enerjisine karşılık şu kadar borcunuz oluştu, bunu nasıl halledeceğiz. Rumlara göre hesap ortada. Borç borçtur nihayetinde. Ellerinde kendilerine göre somut belgeler var. Ve bakın izledikleri politikaya.. Malum Türkiye'nin müdahale etmek durumunda kaldığı ada, 1974'teki harekâtla ikiye bölündü. Ancak elektrik şebekesi tek olduğu için AİK 1985 yılına kadar adanın tümüne elektrik enerjisi vermeye devam etti. Peki neden? Yani karşılıklı savaştıkları, can alıp can verdikleri, kan akıttıkları insanlara neden elektrik enerjisi vermeye devam ettiler? Politika elbet. İşte bu bir politikadır. İnce düşünülmüş ileriye dönük derin bir siyasi stratejidir. Ve bugün bu politikanın doğruluğu bir şekilde Rumlara kazandırmaya devam ediyor. 1985 yılından, 1995 yılına kadar ise Kuzey Kıbrıs'ın bazı bölgeleri bu enerjiden yararlanmaya devam etti. Bu süre zarfında ise Türkiye'nin katkıları ile Teknecik elektrik santrali inşa edilerek, Kuzey Kıbrıs'ın elektrik enerjisi ihtiyacını karşıladı ve halen karşılamaya devam ediyor. AİK'in, yani Rum elektrik dairesinin günümüzde BM denetiminde bulunan ve ara bölgede kalan Türk ve Rumların ortak yaşadığı Pile köyüne elektrik vermeye devam ettiğini biliyoruz. Bu detayları da hatırlattıktan sonra gelelim konunun esasına. Peki, nedir esası? Politika ve bu politikaları yansıttıkları diplomasi. Aradan 51 yıl geçiyor. Bu süre zarfında adada normal şartların hüküm sürmediği 7 düvelin bildiği bir gerçek. Rumların önce İngiliz idaresine karşı başlattıkları eylemler, ardından Kıbrıslı Türker’e karşı giriştikleri silahlı hareketler 1960 anayasasında öngörülen ortaklık cumhuriyetinin bertaraf olması ve Türklerin haklarından vazgeçip soyutlanması süreci vs. Bizim bir türlü dünyaya kendimizi ifade edemediğimiz, politik argümanlarla anlatamadığımız bir geçmiş.. Gördüğünüz gibi bu coğrafyada hiçbir zaman normal koşullar hâkim olmamıştır. Savaşlar, kayıplar, acılar, göçler vs. Lakin siyaset devam etmiştir. İşte bugün AİK'in ortaya çıkarttığı bu fatura bu siyasetin ürünüdür. Bize borcunuz var diyorlar. İşte hesap, işte kitap diyorlar. Oysa bunların nedenleri var. Adada yaşananlar var. Mağduriyetler var. Hakların gaspı var. Soyutlanmışlık var. İzole edilen hayatlar var. Karşılıklı yaşanan onca kayıp, onca acı var. Bütün bunların da bir bedeli yok mu sizce? Elbette var. Ve/fakat bu mahsuplaşmayı uluslararası hukukun öngördüğü adil bir zemine taşıyabilmektedir marifet. İşte bizler bu noktada ilgili argümanları ortaya koyabilecek politikalarda son derece yetersiz kalıyoruz.