Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı resti çekti.
2016’yı da Kıbrıs sorununu çözemeden heba edersek adada artık ayrılığı konuşmaya başlarız dedi.
Akıncı, Rumların bu zihniyetinin devam etmesi halinde adada 2 ayrı varlığın kökleşmesi sağlanır dedi.
Ve aslında müzakere masasında Rum muhatabı Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı Nikos Anastasiadis’in İstanbul tavrındaki restine karşılık resti çekti.
Elbette bunlar keskin ifadeler.
Ve/fakat şu da bir gerçek ki bu müzakereler ilelebet sürdürülemez.
Bir takvimi bir sonu olmalı.
Yoksa mevcut akışı ile bir yerlere varmak mümkün görünmüyor.
Kaldı ki müzakere masasının esasını, özünü oluşturan zeminin de çok sağlıklı olduğu söylenemez.
Nitekim İstanbul mevzusunda bunu bir kez daha gördük yaşadık.
En ufak bir sarsıntıda müzakere masası dağılmanın eşiğine geldi.
Koşullar, şartlar, restler karşılklı ortaya atıldı.
Peki bu neyi gösteriyor?
Müzakere mmasasında her ne oluyorsa bunun çözüm odaklı seyirmediğini gösteriyor.
Samimiyetsizliği gösteriyor.
Güvensizliği gösteriyor.
Temel olarak müzakere masasının kaygan bir zeminde oluşturulduğunu gösteriyor.
Ha elbette olumlu ya da olumsuz bu sürecin sonunda bir yerlere varılmalı.
Yanş bu işin bir sonu mutlaka olmalı.
Hoş bu sonu da belirleyecek olan müzakere masasının esasıdır.
Bu nedenle taraflar, en hassas çizgileri ve en kalıcı ayrıkları getirebilecek hamleleri yaparken buna göre yapmalı.
Ortada birlikte yönetilmesi düşünülen bir model var.
Bu modelin içeriğinde de ortak paydaların öne çıkartılacağı bir coğrafya mevzubahis.
Dolayısı ile bunları inşa ederken zeminin ne kadar sağlam oturtulup, oturtulmadığının önemi çok büyük.
Lakin görüyoruz ki, bu zemin kaygan ve kırılgan.
Her altımızdan kayabilir, her an kırılabilir.
O zaman bir yerlerde yanlışlar var.
Bu çok net olarak görünüyor.
Bu kullanılan yöntemle de alakalı olabilir.
Tarafların perde gerisinde öngördükleri ile de alakalı olabilir.
Halkların bu sürece ne kadar adapte edilip, edilmediği mevzusu ile de alakalı olabilir.
Herşeye rağmen hala karşılıklı güvenin tesis edilmediği de düşünülebilir.
Yani anlayacağınız sebep illa ki çıkar.
Dolayısı ile liderler de bunun idraki içerisindedirler.
Masaya oturup görüşüyorlar ama, birlikte kahve yudumlayıp görüntü de veriyor olmalarına hatta kurdukları sofralar da tokuşturdukları kadehlere rağmen herşeyin bir gösterişten öte gitmediğini biliniyor.
Peki ne yapılmalı?
Bir kere samimi olmak ilk koşul.
Güven vermek, bunu karşılıklı hissedebilmek önemli.
Gerçekçi olmak ve bu doğrultuda masada tartışmak, bir sonuca varmak önemli.
Paylaşmayı bilmek aynı öneme sahip.
Eşitler düzeyini lafta değil somut adımlarda ortaya koymak şart.
Kağıt üzerinde eşitiz, sofrada değiliz zihniyeti olmamalı.
Lakin görüyoruz ki, bu saydıklarımızın hiçbirisi müzakere masasında temel oluşturmuyor.
Eğer oluştursaydı zaten İstanbul tecrübesini sürece katkı sağlar şekilde kullanabilirdik.
Olmadı.
Şimdi ise artık ayrılıktan söz eder olduk.
Peki neden?
Çünkü onca çabaya, çözüm istencine ve kurulan müzakere masasına rağmen, realitelere baktığımız zaman liderlerin iç politikanın seyrine göre tavır alabildiklerini görebiliyoruz.
Bu da haliyle adada öngörülen ve uluslararası toplum tarafından da desteklenen çözüm sürecini sekteye uğratıyor.
Ayrılığın kalıcılaşması fikrini güçlendiriyor.
Hoş karşılıklı yaşananlara baktığım zaman, adada çözüm niyeti bir tarafa sürecin katti ayrılıklara doğru gittiğini de gözlemleyebiliyorum.
Hem de uluslararası toplumun onca iyimserliğine ve desteğine rağmen.