Sanatçıları kıskandığım kadar hayatta hiçbir şeyi kıskanmam. Bir müzisyenin tınılar ile ses vermesi, yorum ile ortak payda bulması, beyaz tuale kara kalem veya fırça darbeleri ile hayat verilmesi, bir fotoğrafçının, bir kameramanın ürettiği, kurguladığı kompozisyon veya bir şairin, bir yazarın kelimeleri yan yana ahenk ile dizmesiyle açtığı ufuklar, bir dansçının bedeni ile ritmi buluşturması ve dahası… Aslında sanatın tanımını da yapmak kolay değil hani… Dün bir kez daha sözlüğü karıştırdım. Türk Dil Kurumu, “sanat” sözcüğünü nasıl tanımlamış diye baktım; “Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık” şeklinde tanımlanıyor sanat. Sanat sözcüğü birkaç farklı tanım ile anlatılmış sözlükte. İşte bu tanımlar arasında en çok “Bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü” tanımını sevdim. Yaptığımız her işte sanatçı özverisi veya ruhu ile işimize sahip çıkmamız, ortaya koyduğumuz işin değerini tıpkı bir sanat eseri gibi daha da yükseltiyor. İşte tam bunların bir biri ile kesiştiği, tüm bunlara ilave, insanları huzura, özgürlüğe ve barışa kavuşturması açısından da savaş önem kazanıyor. Ülkenin önemli duayenlerinden Yaşar Ersoy ile yaptığım bir sohbette Ersoy “sanat barışın dilidir” demişti ve özellikle sanatçıların çatıştırıcı değil birleştirici olduğunu söylemişti. Ülkenin şu döndemde en çok ihtiyaç duyduğu düşünce hiç kuşkusuz çatışma değil, ortak payda da buluşma olsa gerek. Kültür sanatın birleştirici etkisinde, toplum liderlerinin sosyal buluşmalarda, sanatın dili sayesinde bir araya geldiğini gördük bu 3-4 aylık dönemde. Ortak tiyatro oyunları, farklı kültür sanat buluşmaları iki toplumun yakınlaşmasında, sınırların kalkmasında, geçmişin acı hatıralarının bir nebze olsun törpülenmesinde sanat birleştirici bir görev üstlendi. Ara bölgede önceki akşam gerçekleşen biri Türk bir diğeri Yunanlı iki sanatçı binlerce insanı bir araya getirdi. Üstelik adalı olmanın sıcaklığında, kimin Kıbrıslı Türk, kimin Kıbrıslı Rum olduğunu anlaşılamayan bir ortam vardı Lefkoşa’da ara bölgede. Türkçe ve Yunanca şarkılar söylendi hep bir ağızdan. Üstelik Zülfü Livaneli ve Maria Farandouri ezgilerle bile ne kadar yakın olduğumuzu anlattı bize. Kıbrıs’ta çözüm sürecinde siyasiler kadar sanatçılara da görev düşüyor. Sanatın birleştirici yönünde, önyargılardan uzak, beraberliğin kazandırdığı, din ve dil üzerinden ayrışma olmayan bir gelecek yaratmak gerek. Bu dönemde çatışmacılık yerine entelektüel düşünce ve yaratıcılığa ihtiyacımız var. Bu yaratıcılık ise farklılıklarımızı keşfederek ve saygı duymaktan geçecektir. ***** ÖNE ÇIKAN