Seçmeceler...

Ediz TUNCEL

Görüşmelerin kopmasından nerdeyse bir yıl sonra gerçekleşen New York zirvesi zırvaya dönüştü, dağ fare bile doğurmadı, taraflar bildik hikayelerini okudular, BM Genel Sekreteri Guterres ise çok ince bir mesaj verdi, anlayana: “Beni garantör ülkeler değil Kıbrıslılar ilgilendirir” dedi...

Cumhurbaşkanı Akıncı’nın pabucu AKP tarafından resmen dama atıldı, Türkiye kanadından kimse yüzüne bakmadı, Türkiye’nin kanatları altında figüranlığa devam etmenin sonucunda zaten olacağı da buydu, böylece Akıncı’nın son kullanım tarihinin geldiğinin mesajı da verilmiş oldu...

Bu noktadan sonra, Sn. Akıncı’nın yapması gereken iki şey vardır, ya panayırlarda, festivallerde kurdele kesip nutuk atmaya devam edecek, ya da görüşmelerde insiyatifi tamamen ele alıp, AKP’nin hiçbir müdahalesine izin vermeden Kıbrıs Türk tarafını tek başına ve hem Kıbrıs Türkü’nün hem de Türkiye’nin olası çıkarlarını koruyacak şekilde temsil edecek, hiçbir şart ve şurtta AKP’nin kendisinin önünde durmasına fırsat vermeyecek, gerekirse köprüleri de atacak...

186, 540 ve 541 sayılı BM kararlarına imza atan veya bu kararların alınmasına, Kıbrıs Türkünün yok sayılmasına, Rum tarafının da tek taraflı olarak devleti ele geçirmesine, Gümrük Birliği’ne girecek diye Rumun tek taraflı olarak AB’ye girmesine fırsat veren bir Türkiye ne kendisinin ne de Kıbrıs Türkünün haklarını masada koruyamaz, zaten koruyamadığı da ortada.

Garantörlük meselesine gelince, Türkiye’nin gelen giden iktidarlarının beceriksizlikleri, vizyonsuzlukları bu meselenin de kafamıza giydirilmesine neden oldu.

Bugün Türkiye sadece Rumların tek taraflı olarak sahiplendiği ve temsil ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü durumunda, ve Rum da, diğer garantörler Yunanistan ve İngiltere de artık bunun devamını istemiyor...

Türkiye ise bir taraftan KKTC’yi resmen tanımıyor, diğer taraftan tanımam deyip de resmen tanıdığı Rum kesiminin kapısında inatla bekçilik yapacak diye tutturuyor, ama istenmiyor...

Nafile bir çaba, boşuna nefes tüketme...

1964’den beridir tam 54 senedir inatla sürdürülen ama hem bizi hem de Türkiye’yi çıkmazdan çıkmaza sokan, bugünkü ekonomik krizde bile payı olan bu beceriksizlik abidesi politika artık yürümüyor, bu açık ve net...

Bu noktada yapılacak tek şey var, derhal Denktaş’ın ve statükonun rantçı simsarlarının keyfi olsun diye icat edilen KKTC hikayesine son verilecek, Kıbrıs Türk (Kurucu) Devleti kurulacak, başkanlık sistemine geçilecek,  Türkiye Büyük Millet Meclisi oturup bu devleti hemen tanıyacak, sonra da dönüp bu devletle resmi bir güvenlik ve savunma işbirliği anlaşması yapacak.

Rum gık derse, kusura bakma be gumbaro, sen da aynısını İsrail, Mısır, Fransa, Rusya vesaire ile yaptın, ben de Türkiye ile yapıyorum, seni hiç mi hiç ilgilendirmez denilecek, olası bir anlaşmada ise güvenlikle ilgili bölümde tarafların ya da kurucu devletlerin kendi güvenlikleri için bir başka devletle anlaşma yapma hakları baki olacak...

Ya iki taraf (analarını ağlatan ve aynı zamanda Amerika’nın emperyalist çıkarlarının kuyruğuna takıldıkları için adına Kıbrıs sorunu dedikleri bu lanet olası sorunun baş aktörleri olan  anavatanları ayak altında karıştırmadan) masaya oturup bir haftada bu işi bitirecek, ya da herkes yoluna gidecek.

Zaten bu noktadan sonra görüşmeleri tıkayan garanti meselesi ve kurucu devlet hikayesi de ortadan kalkmış olur, Rumun yerim yok oynamaya, yenim dar oynamaya hikayeleri de son bulur...

Ha, yok eğer KKTC denen sorma gir hanında tüm bölgenin kirli çamaşırların yıkanmasına devam edilmesi ve keza bu küçücük toprak parçasında kurulan rant sisteminin devam edilmesi isteniyorsa, o zaman sorun yok, pisliğe devam...

Diğer taraftan, AKP’nin eskiden beri gözdesi olan Dışişleri Bakanı Kudret Özersay ile TC Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanının  AKP’nin “gelecekteki müstakbel KKTC Cumhurbaşkanı adayı” ile birlik/beraberlik fotocukları çektirmesi ve şimdiden Akıncı sonrasında cumhurbaşkanımızın kim olması gerektiğinin mesajlarının verilmesi de gözümüzden kaçmadı...

Aslında herşeyi gözümüzün içine içine sokuyorlar da inatla kör ebeyi oynuyoruz...

Zavallılık bir türlü değil, o yüzden de iktidarsız iktidar oyunları kaderimiz oldu...

........................

Gelelim hükümete ve iktidarsız iktidar oyunlarına...

Acıdır söylemesi ama hükümetin on bakanı topu topu bir muhtarın yapabileceği işleri yapmaya uğraşıyor, yapamıyor, sadece hikaye okuyorlar...

Yöneticilik vasfı olan bir muhtara beş sekreter, beş de hukukçu verin, gerisini halleder, hükümete ve Meclis’e de gerek kalmaz.

Kimse kusura bakmasın, düpedüz açık hava tımarhanesine dönen bu memlekette iktidarsız iktidar oyunları oynamaya artık bir son verilmesi lazımdır.

Bu memleketin;

Sendikaları,

Kumarhaneleri,

Kıb-Tek’i,

Aksa’sı,

Tüccarları,

Hayvancıları,

Çiftçileri,

Memurları,

Siyasetçileri,

Belediyeleri,

Kerhaneleri,

Otelcileri,

Mahkemeleri,

Bankaları,

Devletin kendisi,

Gelen giden hükümetlerin herbiri,

ayrım gözetmeden resmi ve özel tüm kurumlarının her biri ayrı bir statükodur veya statükonun ayrılmaz bir parçasıdır, ayrı bir dipsiz kuyudur,  ve bugün içine düştüğümüz kaosta da ayrı ayrı sorumluluk sahibidirler...

Ancak ne hikmetse, bir teki bile sorumluluk kabul etmemekte, rantına dokundurtmamakta, suçu ve sorumluluğu kendisinin haricindeki herkeste ve diğerlerinin rantında aramaktadırlar...

Sandığa giden seçmen de bunların bir parçası olarak statükoya oy vermekte, sorunların çözümünün ise gökten zembille inmesini beklemektedir...