Sözde akıllısın, hem de güya dünyanın en akıllısı sensin, sözde dilin de var konuşuyorsun, yaratıyorsun, üretiyorsun, tüketiyorsun, hatta o kadar envai türden üretiyorsun ve tüketiyorsun ki kendini, çevreni ve dünyayı kılıktan kılığa sokuyorsun, kirletiyorsun, üreteyim derken tükettikçe tüketiyorsun, daha fazla, daha fazla, ve daha büyük bir hırsla tüketiyorsun…
Aklın geliştikçe, daha büyük keşifler yapıyorsun, daha büyük kötülükler üretiyorsun, daha fazla tüketiyorsun…
Bencilsin, nankörsün, kötülük dolusun, yalancısın, şımarıksın, terbiyesizsin, yüzsüzsün, harissin, hainsin, kıskançsın, sapkınsın, kendinden başka herkese ve herşeye düşmansın, sözde dindarsın ama en büyük fenalıkları yapabilen kindarın önde gidenisin…
Dilinden Allah ve inanç, temizlik, paklık, saflık düşmez ama elini yıkamayı bile bilmeyen, Allah adına yaptığını iddia ederek kendi çıkarına en büyük hırsızlığı hiç acımadan yapan, doğmamış yetimin hakkını acımadan çalan bir mahlukatsın…
İnsanlığın, çevrenin ve dünyanın iyiliği uğruna bir kuruşluk iş yaparsan, zararına milyarlarca kuruşluk iş çıkarırsın…
Araba yaparsın, uçak yaparsın, uçağını, arabanı sürecek petrolü bulmak için dağları taşları denizleri delik deşik edersin, savaşlar çıkarırsın, savaşlarını kazanmak için füzeler, nükler silahlar yaratırsın, insanların, çocukların üzerine yağmur gibi bombalar yağdırırsın, arabanı, uçağını, onları sürmene yarayacak petrolü kandan candan daha değerli tutarsın…
Sözde bilim adamların vardır…
İnsanlığı ve dünyayı bin kez yok edecek kadar güçlü nükler silahları yaratırlar, envai tür savaş makineleri yaratırlar, sayısız tür korkunç virüsü laboratuarlarında yaratırlar, virüslerin genetik kodlarının patentlerini alırlar, bazılarını, en ölümcül olanlarını ve panzehirlerini, ilaçlarını, işlerine geldiğinde görünmez bir savaşta en ölümcül silah olarak düşmanlarına karşı kullanmak için kendilerine saklarlar, hayatın varlığının en derin varlığına, en küçük zerreciğine kadar inerler…
Bu sözde bilim adamları, o kadar sapkın ve o kadar vahşidirler ki, en büyük kötülüğü, en ölümcül virüsü, en ölümcül silahı yaratmak için birbirleriyle sapıkça yarışırlar…
Biri en ölümcülünü yaratırsa, öteki ondan daha kötüsünü, daha ölümcülünü yaratmaya uğraşır.
Bunların her biri, dünyayı yöneten bir avuç “üst akılın” ve uzantılarının emrindedirler.
Bunlar kendilerinden bile daha akıllı olan yapay zekayı geliştirdiler ve öyle ki, bu yapay zeka kendi kendini de geliştirmeye başladı.
Geri kalanlar ise, günü geldiğinde çukurlarını doldurmak üzere gün geçiren, gündelik yaşamda kurgulanan “tüketici” sistemin yürümesi için kullanılan figüranlarındır…
Mühendisler, üst akılın enerji şirketlerinin mallarını dizayn eder, yaratır, tüketiciye sunar, tüketici ise üst akılın malını tüketmek için yine üst akılın kurduğu sistemde eşşek gibi çalışır durur, iki kuruşu bir araya getirdiğinde ise, örneğin, kendisinden bin kat, hatta yüzbin kat daha akıllı cep telefonları, lüks arabalar gibi mallara koşar, o kadar delirmiş ve dellenmiştir ki, önüne konan seçenekleri en doymaz maymun iştahıyla tüketmek, sahip olmak ister, tüketmek için üst akılın sahip olduğu bankalara borçlanır da borçlanır, ölene kadar borçlu ve tüketici olarak yaşar…
Doktorlar görünüşte hastaları iyileştirirler, ama gerçekte zorunlu olarak ilaç şirketlerinin hizmetindedirler, hasta ile ilaç şirketleri arasındaki en önemli aracıdırlar, en önemli aracı role sahiptirler, her yıl yüzlerce milyar dolarlık, hatta trilyon dolarlık cirolar döndüren, ilaçlar satan ilaç şirketlerinin doğrudan hizmetindedirler, hastalığı teşhis ederler, ilaç şirketlerinin sundukları tedavi alternatifleriyle hastalarını iyileştirmeye çalışırlarlar, ilaç şirketleri ise asla hastalarını tam olarak iyileştirecek, hastalığı ortadan kaldıracak ilaçları üretmezler, sadece her hastalığın tedavisinin sayısız alternatifi olacak ilaçlar üretirler, ilaçların biri unutulmadan beşi hatta onu piyasada yerini alır, hasbellkader bir hastalık ortadan kalkacak olursa, tedavisi bulunacak olursa, biyolojik ve kimyasal deneylerin en sapıkça şekilde yürütüldüğü ve baş kobay olarak da genetik yapısı insanınkiyle 99% oranında benzeşen maymunların kullanıldığı laboratuarlarda yeni tür hastalıkları, hastalık yaratacak virüsleri icat ederler, insanları hastalık adı altında felaketten felakete sürüklerler, insanları çaresizlikten yalvaracak hale getirirler, sonra da hastalığın ilacını sunarlar, insanların, devletlerin cebinde kalan son parasını da böylece sömürürler, tek bir bomba atmadan, tek bir kurşun atmadan, korkunç ekonomik zaferler, kazançlar elde ederler…
Siyasiler bu düzenin koruyucularıdır, kollayıcılarıdır, uygulayıcılarıdır, ellerinde tuttukları devlet ve adalet gücü, sadece güçlülerin çıkarlarını kollamak için vardır.
Zayıfların, sıradan olanların çıkarları, hakları, sadece göstermelik olarak kısmen korunur ve kollanır, ki durum mecburen böyle olmak zorundadır çünkü gücü elinde tutan üst akılın çıkar çarklarının dönmesi için zayıflara ve sıradan olanlara ve onların “tüketimine” ihtiyaç vardır.
Öğretmenler bütün bunları yaratacak olan bilim insanlarını, siyasileri yetiştirirler, onlara bütün bu kötülükleri nasıl yapacaklarını, nasıl yaratacaklarını öğretirler, ilk başta alfabenin ABCsi… ile, sayıların 0123’ü ile başlarlar, sonra bu iş dünyayı katledecek en tehlikeli bombaları logaritmalarını, yapay zekalarını, en tehlikeli virüslerin genetik kodlarını icat etmeye kadar gider...
Öğretmenler bir taraftan üst akılın çıkarları için neyin nasıl icat edileceğini öğretirken, görünüşte insan ihtiyaçlarına cevap verecek akılın geliştirilmesine ön ayak olurken, diğer taraftan insanı ve dünyayı yok edecek olan en büyük kötülükleri yaratacak olanlara da hangi kötülüğün nasıl yapılacağını, nasıl yaratılacağını öğretirler, öyle ki, bilgiyi ve bilimi bir taraftan sözde iyilik yaratmak için kullanırken diğer taraftan bu iyiliği yok edecek kötülükleri de yaratmak için kullanırlar, iyiliğin ve kötülüğün nasıl yaratılacağını ve birbirini dengeleyecek şekilde nasıl kullanılacağını öğretirler.
Kurttan kuştan elmanın korunması için envai tür kimyasal ilaç geliştirirler, bu ilaçlar yüzünden ortaya çıkan envai tür hastalıkları da iyileştirmek için yine envai tür ilaç geliştirirler, halbuki elmanın çürük tarafının kesilip atılmasıyla ve sağlam tarafının yenilmesiyle hiçbir ilaca, hiçbir kimyasala gerek kalmayacaktır…
Ama hayır!
Kötülükte, fesatlıkta, bencillikte, şımarıklıkta insanoğlu o kadar rakip tanımaz hale gelmiştir ki, bu aslında sadece tüketici olarak yaşayan ve canının değeri sadece bir buğday tanesine bağlı olan asalak mahlukat, sadece sürdüğü arabanın, kullandığı telefonun en üst model olmasıyla yetinmez, yediği içtiği herşeyin güzel görünmesini, güzelce ambalajlanmasını da ister…
Bu asalak mahlukatın beyni, yüreği, alışkanlıkları, her şekilde tüketmeye göre yönlendirilmiş ve programlanmıştır.
Artık elmanın, armutun, şeftalinin, domatesin, etin, ekmeğin görünüşte güzelini kimyasal ilacıyla birlikte yiyecektir, günün sonunda hastalanacaktır, kazancını ise bu kez hem kendisini hasta etmeye yarayan şeylere hem de tedavisine harcayacaktır.
İnsanoğlu denen asalak mahlukat, bir süre keyfi tüketime alıştırıldıktan sonra keyfinin esiri olacağının ve bu esaretin günün sonunda canına da kastedeceğinin farkında değildir.
Canına kast günü geldiğinde ise, tek çaresi, canına kastedenlerin yarattığı teknolojiden aman dilemektir, yardım dilemektir, tabi parasıyla…
İnsanoğlu denen mahlukat, sen ne tür mahlukatmışsın yahu!!!
Seni gidi seniiii….
Alemin akıllısı geçinirsin ama alemin ahmağının önde gidenisin…
2020 model bir Mercedes sürmesen de 1970 model Toyota sürsen olmaz mıydı sanki!
Elmanın kurtlu tarafını kesip atsan, sağlam tarafını yesen, kurtsuz elma yiyeceksin diye bir ton kimyasal yutup da kanser olmasan, kanseri yeneceksin diye bir ton kimyasalı damarlarına doldurmasan olmaz mıydı sanki!
Kulağının içinden beynine bir ton radyasyon sokan, seni kafası önde yürüyen ve önündeki trene, duvara, arabaya, insana bodoslama çarpan bir öküze döndüren, senden bin kat, milyon kat daha akıllı bir cep telefonu yerine sadece tuşlarını tuşladığında karşı tarafa ulaşacağın basit bir ev telefonuyla işlerini idare etsen, olmaz mıydı sanki!
Tavşanlarla yarışır misali beş tane, on tane çocuk yapacağına ve herbirini on sene, onbeş sene sonra insanlık ve dünya düşmanı, tatminsiz, sevgisiz, hırs küpü, eğitimsiz ve hiçbir şey yaratmadan herşeyi tüketmek isteyen karacahiller olarak sokağa salacağın yerde, bir tane, iki tane çocuk yapıp da o çocuklara sevgiyi, paylaşmayı, iyiliği, saygıyı öğreterek büyütsen olmaz mıydı sanki!
İlahi adaleti, Tanrı’yı vicdanında hissedip de ilahi adalete vereceğin hesabı vicdanına versen, Tanrı’yı yalanlarına, dolanlarına, fitnelerine, fesatlarına, adiliklerine, çıkarlarına alet etmesen, yardımsever, dürüst ve erdemli yaşasan, olmaz mıydı sanki!
Deli gibi bir topun arkasında koşturan, dünyaya zerre zırnık faydası olmayan heriflere milyarlarca dolar harcayacağına, çocukların için, sağlığın için, rahatın için, konforun için, çevre için uğraşan vicdanlı bilim insanlarına biraz daha fazla yardım etsen, kaynak ayırsan, para harcasan olmaz mıydı sanki!
Olmazdı tabi ki, olamazdı, çünkü sen bir maymun, bir tavşan, bir keçi, bir fil kadar bile yavrusuna sahip çıkamayan, ona yaşadığı doğaya uyum sağlayarak kendi ayakları üzerinde durmayı, hayatta kalmayı öğretemeyen, ona sadece asalak olmayı ve haksızlıktan hak payı çıkararak yaşamayı, hazıra konmayı, erdemi değil de yozluğu, adaleti değil de haksızlığı, paylaşmayı değil de bencilliği öğreten, üretmeyi değil tüketmeyi seven, hazıra konmayı seven insanoğlusun!
O kadar acizsin ki, üst akılın yarattığı ve kullandığı ufacık, göze görünmez bir mahlukat, seni o çok sevdiğin, bağımlı olduğun hemen herşeyden bir anda uzaklaştırıverdi…
Artık üst akıl nükler savaşların bir anlamı, bir önemi olmadığını da anlamış durumda, çünkü bir nükler savaş “tüketicileri” hepten tüketebilir, “piyasayı” yok edebilir, dolayısıyla artık savaşlar “tüketiciyi” yok etmeye yönelik değil, tüketicinin ihtiyacını da gözeterek, üretici-tüketici dengesini kusursuz olarak sağlamaya yönelik olmalıdır, kısacası kapitalizm-emperyalizm dengesi daha kusursuzca kurulmalıdır.
Böylece yeni dünya düzeni kurulurken, hesaplar tamamlanana, çıkar çarkları istendiği gibi dizayn edilene ve üst akıl yapay zekanın hangi seviyede kullanımına devam edeceğine karar verene kadar;
Artık dört tekerlekli lüks arabacığınla yollarda, sokaklarda, küçük dünyaları sen yaratmışcasına caka satamazsın…
Artık elindeki senden bin kat daha akıllı bir beyine sahip ve sadece geyik muhabbeti yapmakta kullandığın, boş boş vakit geçirdiğin, seni araba süren bir öküze döndüren telefoncuğunun bir üst modelinin ne zaman çıkacağını düşünemezsin…
Artık cebinde üç kuruşun var diye canın istediğinde uçağa atlayıp kumarhane, kerhane, meyhane ziyaretine gidemezsin, kumarhanede para yerine eline korona bulaşabilir, meyhanede viski yerine korona içebilirsin, kerhanede parama muhtaç bir kadının etini, canını sömüreceğim derken, paramla elime düşürdüğüm keyfimle birine atlayacam, bilmem nesine koyacam derken korona sana atlayabilir, sana koyabilir…
Bırak bugüne kadar bencilde sürdüğün keyfini bir tarafa, karun kadar zengin olsan bile, ne olacak benim halim diyerekten çareyi başkalarından, kısacası seni bu durumlara düşüren üst akıldan beklediğin sürece, çok sürmez, kısa bir süre sonra bir karıncayla bir buğday tanesi için kavga eder hale gelebilirsin, kağıt paracıklarını tuvalet kağıdı niyetine kullanabilirsin, hatta haşlayıp suyunu içebilirsin…
Daha sayabilirim, ama gerek yok, gerisini de anlayacak kadar akıllısın sen insancık…
Ve herşeyden önemlisi, senin doğanda korku var, işte o korku üst akılın aslında en büyük silahıdır, seninse en zayıf noktan…
Şimdi gelelim bizim koronaya, daha önceki birkaç yazımda onu kimin hangi amaçla “doğurduğunu” yazmıştım, o yüzden aynı konuda fazla detaya girmeyeceğim…
Ama kafalardaki büyük soru işaretlerine küçük yanıtlar vereceğim.
Wuhan’da biyolojik ve kimyasal araştırmalar yapan, kısacası insanlığın faydasına değil de zararına pis işlerle uğraşan büyük bir tesis var mı?
Evet, var, başından beri var olduğunu söylüyoruz zaten, Fransızlar ve Çinliler bu tesisi birlikte yaptılar, ama dünya basınında yeni yeni dillendirilmeye başlandı.
Peki, virüs buradan mı yayıldı?
Olasılık dahilindedir, ancak virüsü oraya getirip de ortalığa bulaştırdıktan sonra “Bakın, işte tesis orada, virüs de oradan yayıldı” iddiasını atmak da biyolojik savaşın herhalde en basit taktiklerinden biridir.
Nasılsa biyolojik savaş arkasında kimin nasıl başlattığına dair en ufak bir iz bırakmaz, ama sonuçları tam bir dehşettir.
Çinliler zaten buna hazırlıklıydılar, en az nükler savaşa hazır oldukları kadar biyolojik savaşa da hazırdılar.
Zaten nükler ve nükler altı silahlarla yapılan savaşlardan ve süper güçlerin nerdeyse yüz yıldır süren, ne bir tarafın lehine ne de öteki tarafın lehine sonuçlanmayan karşılıklı didişmelerinden sonra nükler bir savaş başlatıp da herşeyi yerle bir etmek yerine, dünya üzerindeki ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve siyasi etkisini görebilmek için kontrollü bir biyolojik savaş denemesinin de zamanı gelmişti.
Denendi işte…
Sonuç da ortada…
Tüketicilerin bir kısmı, çoğunlukla da artık tüketici olarak fazla verimli olmayan bir kısmı korku ve dehşetle harmanlanmış bir ortamda tüketiliyor, diğer tüketiciler ise tükenenleri seyrediyor, korkuyor, tükenmemek için çare bekliyor, ortamı yaratan üst akıl tarafından istenen moda giriyor…
Yetmiş, seksen yaşındaki bir tüketicinin derdi artık son model cep telefonu, son model araba değildir, altına kaçırmamaktır, kalbini durmaması için ilaçlarını almaktır, aldığı ilaçlara ödediği para ise aldığı emekli maaşından azdır, kısacası, tüketimin rant çarklarına çok fazla, hatta beklenen faydası olmadığı için yaşaması için de çok da bir sebep yoktur.
Yaşaması gereken tüketicinin de artık bağımsız yaşayamayacağını, üst akılın kendine çizeceği rotada yaşamayı öğreneceği bir derse ihtiyacı vardır.
Öyle ki, bu pislik, 0-20 yaş arasındakileri rahat bıraktı, bir dokundu geçti, aksi takdirde, bu yaş grubunu da 60-80 yaş grubundaki tüketici grubu gibi etkileseydi, öldürmese bile süründürür hale getirseydi, tüketici nesilleri arasında tam 20 yıllık bir boşluk çıkacaktı ve üst aklın rant çarkları bu nesil üzerinde dönmeyecekti, iflas edecekti…
Ne yani, bu herifler bu kadar ince hesaplar mı yapıyorlar, diyeceksiniz!
Kusura bakmayın ama, insanoğlu iki türlüdür, birisi üst akılın ürettiği arabayı sürerken yine üst aklın ürettiği cep telefonunda geyik muhabbeti yapayım derken duvara toslayan, asalak yaşayan, bir taraftan elindekini kaybetme korkusuyla yaşarken hep daha fazlasını isteyen, bir taraftan teknolojinin harikalarını tüketirken diğer taraftan en ilahi, en kutsal inançları ve duyguları sömürürken bile tükenmeye hazır tüketici bir öküzcüktür, diğeri ise bu öküzcüğün bu hallerini bildiği için çok kolay güdülebileceğini, çok kolay sömürüleceğini, çok kolay tüketeceğini, çok kolay korkabileceğini de çok iyi bilen ve her adımını ona göre planlı, programlı şekilde atan, yapay zekayı ona göre şekillendiren üst akıldır…
Yüz yıl, bin yıl öncesinden bugüne değişen birşey yoktur, saban, üst akıl olan çiftçinin elindedir, güdülen ve tarlayı süren de öküzdür, günün sonunda ise hasadı alan, öküze de yaşayacağı kadarını veren çiftçidir…
Bugün akıl almayacak kadar üstün ve geliştirilmiş teknolojiler, kendi kendini geliştirecek hale gelen yapay zekanın en uç noktası, çiftçinin elindedir, saban ise arabayı sürdüğünü sanan ve hem üst akılın hem de yapay zekanın esiri olan öküzün boynundadır…
Öküz gerçekten de arabayı sürüyor ama, değil mi!!!
İşte üst akılın yarattığı dünya…
Kapiş!!!