Sibel Siber: Çözüm Arzusu Yok, Müzakere Arzusu Var!

Kıbrıs Sorunu’nda son gelişmeler bir kez daha gösterdi ki Rum liderliği 50 yıldır sürdürdüğü sonuçsuz müzakerelere devam etmekten yana.

Kıbrıs Sorunu’nda  son gelişmeler bir kez daha gösterdi ki Rum liderliği 50 yıldır sürdürdüğü sonuçsuz müzakerelere devam etmekten yana. Yani aslında çözüm arzusu değil, müzakere etme arzusu var.Uluslararası toplumu da yanlarına alarak yıllardır korudukları bu pozisyonlarını sürdürmek istiyorlar.  

1968-74 dönemi müzakere tutanaklarını okuduğunuzda ve şimdiki müzakere tutanakları ile karşılaştırdığınızda değişmeyen bir gerçeği hemen görürsünüz. Kıbrıslı Türkleri ortaklık devletinden attıklarındadan bu yana, Rum tarafı  yarım asırdır dünyanın tanıdığı bir üniter devletin sahibidir.  Tamamen kendi iradesinin egemen olduğu üniter devlet modelinden hiçbir şekilde ödün vermek istememektedir. Bu nedenle de yarım asırdır sonuç vermeyen müzakerelerin bu şekilde devam etmesini isteyerek hem uluslararası topluma şirin görünmekte hem de kendi üniter devletini korumaktadır.

Federal çözüm müzakerelerinin başarıyla sonuçlanması Rum tarafının sahip olduğu üniter devletinden vaz geçmesi analamı taşır. Peki böyle bir çözüm için samimiyet var mı? Bugüne kadar Rum halkının federasyona hazır olduğuna dair hiçbir somut gösterge yokken, aksine 2004’de ezici bir “Hayır” varken... Bu durumda bir  empati yaparsak: Hangi Rum siyasi lider, halkına rağmen sahibi olduğu etnik homojen yapıdaki devletinden vaz geçerek, ortaklık devleti için bir anlaşmaya imza atabilir?

 İşte çözümün önündeki esas engel bu sorunun yanıtındadır. Bu yanıtı objektif olarak verebilirsek,  bu müzakerelerin neden sonuçsuz kaldığını anlayabiliriz. O zaman belki uzlaşarak başka çıkış yollarını tartışmaya açabiliriz. Adına çözüm formülü dediğimiz ve kendimizi onlarca yıldır hapsettiğimiz bu statükodan, çözümsüzlükten, BM’yi de ikna ederek, karşılıklı uzlaşarak çıkış yolları bulabilmenin arayışına geçmeliyiz.

Son zamanlarda Kıbrıs sorununun çözümüne engel olarak garantiler gösterilmeye çalışılıyor. Garantilerin kalkması gerektiğini ve bu sonuca “empati” yaparak vardıklarını söyleyenler de var. Uzlaşmazlıkların çözümünde “empati” önemlidir ama konu ile ilgili kendi durumumuzu ve gereksinimlerimizi hiçe sayar ve kendimize karşı anlayış göstermezsek, empati fayda yerine zarar verir.  Birçok uluslararası aktör çözümsüzlüğün nedeninin farkına varmış iken, çözümün önündeki engel olarak garantilerin gündeme getirilmesi bir şaşırtmacadır.

Normal bir devlet yapısında garantilere ihtiyaç yoktur. Ortaklık devletlerinde ise nüfusu ve ekonomisi diğer topluma göre daha küçük olan toplumların güvenliği açısından garantiler önemlidir. Siyaset Bilimciler tarafından böyle kabul edilmektedir. İki toplum arasında güven sorunu aşılamamış olduğu ortadayken “Garantilere gerek yoktur” algısı yaratılmaya çalışılması halkımızı riske sokan bir durumdur ve bu aşamada doğru bir yaklaşım değildir.

Başarısızlık Öyküleri Özgüveni Zedeler…

Kendi devlet yönetimimizdeki geçmişten gelen başarısızlık öyküleri ise bir kesimde “çözüm olsun da nasıl olursa olsun”şeklinde bir özgüven kaybına yol açmaktadır. Bir çözümle tüm sorunlarımızdan kurtulacağımız zannedilmektedir. Halbuki kurumsallaşmamış, devlet yönetim zaafiyeti olan, yasaların uygulanması ve denetimi konusunda devlet otoritesi boşluğunu her alanda hissettiğimiz bu verimsiz yapımızı  ‘birileri gelsin düzeltsin’ diye çözüm istemek başkadır; kendi ayakları üzerinde durabilen, kurumsal yapıyı oluşturmuş, birey devlet ilişkileri güvene dayalı bir yapıyla çözüme hazır olmak başkadır. İkisi arasında büyük fark vardır.

Meclis  Bilgilendirilmeli…

Ülkemizde Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmiş olması bazen yanlış yorumlara neden olmaktdır. Parlameter Sistemde, Cumhurbaşkanın da parlamentoya karşı sorumluluğu vardır. Devleti ilgilendiren  önemli konularda karar verilmeden önce Cumhurbaşkanı tarafından mutlaka Meclis bilgilendirilir ve Meclis iradesine göre birlikte kararlar alınır.

1968 ‘den günümüze kadar olan Kıbrıs Müzakereleri ile ilgili Meclis tutanaklarını bir araştırma için incelemekteyim. Geçmişte her dönemde Kıbrıs müzakerelerinde önemli görüşmeler öncesi ve sonrasında mutlaka Meclis bilgilendirilmişti. Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Meclis’in bilgisine getirmeden “Guterres belgenin altına imza atarım” demesini de bu nedenle eleştirmiştim. Bugüne kadar halen, “Guterres Belgesi” diye nitelendirilen belge Meclis’te konuşulmadı, tartışılmadı.

Cumhurbaşkanı’nın Siyasi Parti Başkanlarıyla yaptığı görüşmeler önemlidir ama Meclis oturumlarının yerini tutmaz.  Umarım, hiç olmazsa New York dönüşü sonrasında Cumhurbaşkanı’nın katılımıyla Meclisimizde bu konuda bir görüşme gerçekleşir. Crans Montana’da ve sonrasında yaşananlarla ilgili Meclis Genel Kurul tutanaklarında hiçbir kayıt olmaması, vekillerin görüş ve düşüncelerinin kayda geçmemesi toplumsal hafıza için de bir kayıptır.