Daha dün yayınlanan köşe yazımda dünyadan örnekler vermiş ve en iyi eğitim sistemine sahip ülkeleri belirtmiştim.
Kullandıkları yöntemler üzerinde kafa patlatılması gerektiğine inandığımı da üzerine basa basa vurgulamıştım ve belki bunları birileri örnek alır demiştim.
Benimkisi temenni tabi.
Lakin olmayacak bir şey de değil.
Ve/fakat hangi mantalite ile?
Dün oğlumu okuldan aldım, anlattıkları ile de çok üzüldüm.
Daha 9 yaşında.
Mesele şu!
Bir öğretmeni sınıfta ders anlatırken, ya da çocuklarla sohbet ederken, önde bulunan masaya ayağını kaldırıp koymuş.
Mikrop barındıran ayakkabıları ile defterini, kitabını, kalemini, silgisini ve ellerini o masa üzerinde gezdiren çocukları hiç düşünmeden.
Günde bir çok kez ayakkabına dahi değsen elini sabunla su ile yıkamam gerekir diye öğüt verdiğim oğlum dönüp bana şimdi soruyor.
Baba yarın o masayı da sabun ve suyla yıkayalım mı?
Hangi masayı diyorum.
Benim sınıfta kullandığım masayı diyor.
Peki neden diyorum?
Çünkü öğretmenim ayağını masanın üzerine koydu.
Nasıl yani diyorum.
Ve bana nasıl olduğunu önündeki masaya ayağını kaldırıp koyarak gösteriyor.
Bu nasıl iştir yahu diye kendi kendime söyleniyorum.
Öğretmen statüsü kazanan insanlar dediğiniz zaman benim aklıma ilk gelen toplumun önünde yürümesi gereken insanlar olur.
Gerçekte de budur.
Aydınlık saçan ülkeyi ileriye taşıyacak bireyleri eğiten insanlar.
Öğretmenler aileden önce de kimi zaman önemli rol model olurlar bir çocuk için.
Ama ve ama!
Kılık kıyafetten geçeli yıllar oldu.
Öğretmen istediği gibi giyinir, istediği gibi kuşanır.
Kendine tarz yapar vs.
Hani devir değişti derler ya.
Biz de öyle olsun deriz.
Öyle kabul ederiz.
Artık erkek öğretmenlerin saç uzatıp at kuyruğu gibi saçlarını arkaya bağlamasın, kulağına taktığı küpeyi, yüzünde ki kirli sakalı buna bağlar dururuz.
Öyle ya devir değişti.
Bunlara elbette hoşgörü sınırları içerisinde saygı duyarım.
Ki normal koşullarda ve sistemli yerlerde bu mesleğin de bir giyim adabı var diğer saygın mesleklerde olduğu gibi.
Ama ne yapacaksınız arada istisnalar olabiliyor.
İnsanları kılık kıyafetlerine göre değerlendirmek de çok doğru değil.
Kısacası bütün bunlar anlaşılabilir.
Ve/fakat bir öğretmenin ayağını ders anlattığı sınıfta bir öğrencinin defterini, kitabını kalemini silgisini koyduğu ellerini üzerinde tuttuğu çalışma masasının üzerine kaldırıp koyması nedir arkadaş?
Bu tek kelime ile kimse kusura bakmasın ama tam bir dangalaktır!.
Edeb adab bilmemektir.
Saygısızlıktır.
Kaldı ki bir öğretmen yapabiliyor bunu.
Hadsizlik böyle bir şey işte.
Daha dün okumuştum bir dergide; 2015 yılına ait veriler Japonya’nın eğitim sisteminde yaptığı atılımı anlatıyordu.
İlköğretim de uyguladıkları metotlar hakkında önemli bilgiler veriliyordu.
Japonya’da ilk 5 yılda çocuklara konuşma, oturma, kalkma dahil toplumlarının ve evrensel değerlerin anlatıldığı ve örtüştüğü noktada kültürel bir eğitim verildiği ve günlük hayatlarında karşılaşabilecekleri ve bir insanın kendi kendine yeterlilik gösterebilmesi için gereken pratik bilgilerin aktarıldığını okumuştum.
Gıpta etmiştim tabi.
İmrenerek okumuştum bu bilgilerin olduğu her satırı.
Ah vah da çekmiştim.
Sonra düşünmüştüm böyle bir sistemi kendimize uyarlayabilmek ne kadar zor olabilir diye.
Oysa zor falan değildi.
İmkansız da değildi
Uygulanabilirliği vardı.
Ama bunu uygulayabilecek mantalite yoktu bizde.
Çoktan yitirmiştik bir çok değerimizi, ki sevgi saygı ve hoşgörü bunlardan sadece bir kaçıydı.
Peki neden?
İşte bunu bir düşünelim.
Önce aile kavramı içerisinde, sonra okul bütünselliğinde.
İyice bir düşünelim.
Bakalım ortaya nasıl bir sonuç çıkacak..